12 Ocak'ta Cenevre'de yapılan 5’li Kıbrıs konferansında herhangi bir anlaşma sağlanamazken, konferans sonrası düzenlenen basın toplantısında konuşan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Kıbrıs müzakerelerinde teknik konuları konuşmak üzere 18 Ocak’ta uzmanların, daha sonraki bir tarihte ise bakanların bir araya geleceğini söyledi. Bu görüşmelerde, adada yaşayan her iki toplumun ortak değerlerini gözeten, barış, huzur, güvenlik ve refahın sürekliliğini sağlayacak kalıcı, gerçekçi ve hakkaniyetli çözümlere büyük ihtiyaç var. Bu açıdan adanın yakın geçmişine ve hangi aşamalardan geçilerek günümüze gelindiğine kısaca göz atmakta fayda var.
Doğu Akdeniz'de, Avrupa, Asya, Ortadoğu ve Afrika'nın kesişim noktasında yer alan Kıbrıs, hem Doğu-Batı hem de Kuzey-Güney ekseninde çok stratejik bir konuma sahip. Ancak, bu stratejik önemi yüzünden özellikle geçtiğimiz yüzyılın başlarından itibaren ihtilaf, gerginlik, çatışma ve çözümsüzlüklerin odağı olmaktan kurtulamadı. Bugün de "Kıbrıs Sorunu" başlığı altında dünyanın önemli gündem maddelerinden biri olmayı sürdürüyor.
1950'lerin başlarından itibaren, İngilizlerin adadaki askeri varlığına tepkiler, Rum yönetiminin adayı Yunanistan'la birleştirme çabaları (ENOSİS) ve EOKA terör örgütünün silahlı eylemleri adada asırlarca kardeşlik içinde yaşamış halklar arasında gerilim ve çatışmalara sebep oldu. EOKA'cı teröristler yalnızca Türklere değil, kendilerini desteklemeyen barış yanlısı Rumlara da aynı eziyet ve katliamları yapmaktan geri durmadı.
Ani bir soykırım operasyonuyla adadaki Türk varlığını tamamen yok edip Kıbrıs'ı doğrudan Yunanistan'a bağlama projesi olan "Akritas"ın devreye sokulduğu 1960'lardan 1974 yılına kadar Türklere yönelik kanlı eylemler etnik temizlik boyutlarına vardı. Bitmek bilmeyen bu vahşet üzerine Türkiye, Yunanistan, İngiltere ve Kıbrıs'la imzaladığı Garantörlük Anlaşması'nın 4. maddesinin verdiği yasal hakka dayanarak 1974 Kıbrıs Barış Harekatı'nı düzenledi.
Kıbrıs Barış Harekatı sonucunda Kıbrıs'taki soykırımı destekleyen cuntacı Yunan hükümetinin istifası ve Türklere yönelik katliamların baş sorumlusu EOKA-B lideri darbeci Nikos Sampson'un etkisiz hale gelmesiyle hem Yunanistan hem de Kıbrıs bir demokrasi sürecine girdiler. Bunun devamı olarak, adanın kuzeyinde toplanarak can güvenlikleri sağlanan Türkler, Türkiye Cumhuriyeti ile işbirliği içinde Kıbrıs Türk Federe Devleti’ni, ardından da 1983'te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni kurdular.
O günden bu yana süregelen iki devletli yapı sayesinde adadaki şiddet ve terör olayları sona erdi, her iki toplum da rahat, huzur, barış ve güvenliğe kavuştu. Her iki kesim de ekonomik, ticari, turistik ve kültürel açıdan 70 öncesine göre büyük mesafe kaydetti. Sonuçta, iki devletli yapının adanın barış ve istikrarı bakımından en ideal ve vazgeçilmez model olduğu onlarca yıllık tecrübeyle ortaya çıktı.
Bu açık gerçeğe rağmen uluslararası toplum, 2004 yılında dönemin BM Genel Sekreteri'ne tasarlatılan Annan Planı adı altında Türk halkının, hiç de ihtiyacı olmadığı halde, sayısız tavizler vererek Rum kesimiyle birleşmesine ve zamanla bütünüyle asimile olmasına yönelik karanlık bir planı dayatma sürecine girdi.
Yeterli tavizleri kazanamadığı düşüncesiyle o tarihte Annan planını erteleyen Rum tarafı bugün Cenevre görüşmeleriyle eski planda öngörülenden kat kat fazla tavizleri alma arayışına girdi. Türkiye'nin Kıbrıs'ta Garantör Ülke vasfını yitirmesi, KKTC topraklarının % 19'unun Rumlara verilmesi, bu topraklara 100.000 Rum'un yerleştirilmesi bu tavizlerin yalnızca bir bölümü...
Dolayısıyla Cenevre görüşmelerinde Sayın Mustafa Akıncı ve heyetinin, Anastasiadis'le üzerinde görüştükleri anlaşma metninin Annan Planı'ndan bile çok daha Türk aleyhtarı olduğunun bilinciyle, en temel hayati konulardan asla taviz vermemesi şart. Şöyle ki:
- Adada kalıcı barış ve istikrarı sağlayacak ve 70 öncesine dönülmesini önleyecek yegane çözümün iki devletli model olduğu açıktır. Dolayısıyla, adanın siyasi yapısı, KKTC ve Güney Kıbrıs Rum Devleti'nin BM tarafından resmen tanınmış, eşit ve egemen varlığı üzerine kurulmalıdır. Şu anki mevcut sınırlar hiçbir taviz verilmeden aynen korunmalıdır.
- 1960 Garanti ve İttifak anlaşmasıyla Türkiye'nin Kıbrıs üzerinde yasal hakkı olan garantörlük vasfının kaldırılması, ardından da Türk askerlerinin adayı terk etmesi taleplerine kesinlikle itibar edilmemelidir. Türk askerinin varlığı sadece Türk kesimi için değil Rumlar için de bir güvence ve konfordur. Sayın Akıncı'nın da ifadelerinde bu konularda taviz verilmeyeceğini belirtmesi sevindiricidir.
- Görüşmeler sırasında güven oluşturma niyetiyle de olsa, KKTC’nin topraklarının en küçük parçasının dahi ön taviz olarak sunulması söz konusu olamaz. Türk tarafının bu tür bir güven oluşturmaya ihtiyacı ve zorunluluğu yoktur.
- Bugün Türk tarafına kabul ettirilmek istenen anlaşma şartlarından biri de KKTC tapularının geçersiz oldukları, bu tapuların bugünkü sahiplerinin mülkiyet değil sadece kullanıcı haklarına sahip oldukları dayatmasıdır. Böyle bir maddenin kabul edilmesinin KKTC vatandaşlarını ne tür bir felaketin içine sürükleyeceği çok açıktır. Üstelik böyle adil olmayan bir uygulamanın iki kardeş halk arasında sayısız anlaşmaya sebep olacağı da açıktır. Çift devletli model esas alındığında, halkların ne şekilde, hangi oranda karışacağı, iki taraftaki mal ve arsaların eski sahiplerinin hakları, şu anki tapuların durumu gibi formalitelere dair hüküm ve şartlar da zaten doğal olarak devre dışı kalacaktır. Bu konularda çıkması kaçınılmaz olacak anlaşmazlıkların Kıbrıs halklarını yeni kavga ve kargaşalara sürüklemesinin de en baştan önü alınmış olacaktır.
- Yukarıdaki temel şartlarda mutabakat sağlanması halinde iki devlet arasında pasaport ve vize uygulamalarının kaldırılması, her iki toplumun vatandaşlarına karşılıklı serbest geçiş haklarının tanınması gibi adaya bereket getirecek pek çok uygulama da rahatlıkla yürürlüğe girecektir. Bu sayede tüm ada halkı arasındaki güven ve dayanışma duyguları, sevgi ve kardeşlik bağları günden güne gelişip güçlenecektir.
Sonuçta, mevcut sınırlar çerçevesinde iki egemen devlet ve onların egemen hakları prensibine aykırı olarak atılacak herhangi bir adım iki toplum için de kabul edilmemelidir. Kıbrıs Türk halkının meşru haklarını sonuna kadar korunması Rumların da güvencesi olacak, adada barışın muhafaza edilmesini sağlayacaktır.
Adnan Oktar'ın Gulf Times'da yayınlanan makalesi:
http://www.gulf-times.com/story/527936/Sine-qua-nons-of-the-Cyprus-conference