Etrafımızda gördüğümüz herşey, beynimize ulaşan elektrik sinyallerinin oluşturduğu birer görüntüdür. Gözden gelen uyarılar, beynin görme merkezine ulaşır ve beyin bu küçücük noktada üç boyutlu, rengarenk, derinlik algısının kusursuz olduğu bir görüntü oluşturur. Biyoloji, fizyoloji veya biyokimya kitaplarında bu görüntünün beyinde nasıl oluştuğuna dair birçok detay okuruz. Ancak, bu kitaplarda dile getirilmeyen çok önemli bir gerçek daha vardır:
Beyin, kanlı bir et parçasıdır. O zaman normalde sadece beynin içindeki karanlığı ve kanı görmemiz gerekirdi. Ama sonuç bu şekilde olmaz. İnsan, müthiş zengin bir çeşitlilik içerisinde rengarenk, canlı, aydınlık ve hareketli görüntüleri en net şekilde 3 boyutlu olarak görebilir. Bu durumun tek bir açıklaması vardır: O da bu çok renkli, mükemmel görüntüyü bize Yüce Rabbimiz'in gösterdiği gerçeğidir.
Kapkaranlık beynimizin içinde, ışıklı, rengarenk, aydınlık, gölgeli görüntüleri oluşturan, elektrik sinyallerinden, küçücük bir mekanda koskoca bir dünyayı meydana getiren beyin değildir. Beyin, ıslak, yumuşak, kıvrımlı bir et parçasıdır. Böyle bir et parçası, en ileri teknoloji ile üretilmiş televizyonlardan daha net, hiçbir kayması veya karlanması olmayan, renkleri son derece canlı olan pussuz bir görüntü oluşturamaz. Bir et parçasının üzerinde bu kalitede bir görüntü meydana gelemez. Veya bu ıslak, kanlı et parçası, en gelişmiş müzik setinden daha kaliteli, daha net, cızırtısız, stereo bir ses meydana getiremez. Beyin gibi yaklaşık 1,5 kilo ağırlığındaki bir et parçasının bu kadar kusursuz algılar oluşturabilmesi imkansızdır.
Beyinde oluşan bu görüntüyü gören ve izleyen de, yine etten kemikten oluşan bir varlık değildir. Bu varlık, insanın şuuru, yani ruhudur. Allah, beynin içindeki karanlık içerisinde görülebilmesi mümkün olmayan, dış dünyadaki tüm renkleri, canlılığı ve ışığı, insanın ruhuna izlettirmektedir.