İslam coğrafyasında yaşanan saldırılar büyük tahribatlara yol açıyor. Ülkelerin yönetimleri, birlik ve düzenleri hızla bozuluyor, binlerce masum insan ölüyor. İslam dünyasında patlayan bombalar kadar zarar veren çok sarsıcı bir gelişme daha var.
Bu gelişmenin kökleri 500 yıl kadar önce Avrupa’da kendini göstermeye başlamış, büyük sosyal ve siyasal çalkantılar nedeniyle bitmek tükenmek bilmeyen mezhep savaşlarına yol açmıştı.
Avrupa’daki bu çalkantıların başlangıcı Alman Katolik din adamı Martin Luther’in 1517’de, Kilise’nin bazı uygulamalarını sorgulamasına dayanıyordu. Katolik Kilisesi’ne karşı eleştirel hareketin gelişmesiyle doğan Protestanlık, dünya tarihinde büyük bir dönüşüm başlattı. Dönüşüm süreci, kapitalizm, laiklik, ulusçuluk gibi yeni ekonomik ve siyasi modelleri doğurdu.
Protestanlığın oluşturduğu dönüşümün, en az bu sayılanlar kadar önemli olan, ancak pek fazla gündeme getirilmeyen bir diğer sonucu da, Hıristiyanların yaşamlarında ve ahlak anlayışlarında köklü değişiklikler yaratmasıydı.
Protestanlıktan önce Hristiyanlar İncil’in insanın ruhuna seslendiğine ve kurtuluşun ruhların eğitilmesiyle gerçekleşebileceğine
inanıyordu. Hristiyanlara göre İncil bu dünyanın geçici ve değersiz olduğunu, asıl yurda öteki dünyada kavuşulacağını bildiriyor ve insanları dünya-merkezli düşünmekten uzaklaşmaya çağırıyordu. Ayrıca Katolik öğretisi, insanlara hayatın her alanını dine göre belirlemek gerektiğini anlatıyordu.
Protestanlık ile Avrupa "bu dünya"yı önemseyen düşünceye dönmüş, ruha değil, maddeye yönelmiş sonuçta ahiretin önemi unutulmuştur. Bir süredir İslam dünyasında da benzer bir süreç yaşanıyor. Bu sürecin tek bir sonucu var: Müslümanların Dünyevileşmesi.
Püritenlik, Protestanlıktan doğan ve günümüzde ABD’de oldukça etkili bir dinsel hareket. Püritenler ile günümüz İslam Dünyasında etkin bazı topluluklarda benzer yöntemlerin benimsenmesi oldukça ilginç. İlginç olduğu kadar da düşündürücü.
Püritenliğin bugünkü güç ve etkisine ulaşma nedenlerinden birisi ‘nitelikli meslek’ edinmeye özel bir önem vermesidir. Ünlü Alman sosyolog Max Weber bir eserinde “Sermaye sahipleri ve işverenler, hatta işçi sınıfının eğitim görmüş yüksek tabakası, özellikle çağdaş iş kollarında yüksek düzeyde teknik ya da ticari eğitim görmüş personel, Protestan özellikleri taşır.”[1] diyerek bu konuya vurgu yapmıştır. Bugün dünyanın çeşitli yerlerindeki bazı Müslüman topluluklar da tıpkı Püritenler gibi üyelerinin meslek edinmesine ve bu sayede devletlerin çeşitli kademelerinde görev almalarına özel bir önem vermektedir.
Bir diğer ortak yöntem de ticarileşme. Püritenliğin mensupları yoğun bir biçimde ticaretle uğraşmaya teşvik edilmişlerdir. Hatta Püritenlerin başka işletmelerde çalışmaları halinde yükselememeleri ihtimaline karşı kendi işlerini kurmaları sağlanmıştır. Bu sayede Püritenliğe katkılarının artması adına işletmelerde yüksek kârlılığın sağlanması alabildiğine teşvik edilmiştir. Bugün benzeri bir gelişmeyi İslam dünyasındaki kimi Müslüman topluluklarında da gözlemlemek mümkün. Hatta bu konu o derece gelişmiştir ki her topluluk kendi mensuplarının kuruluşlarını tek bir resmi çatı altında toplayarak ticari birlikler bile oluşturmuşlardır.
Yetişmiş eleman yetiştirme ve maddi güç edinme konusunda belli bir noktaya ulaşan Protestanlar (ve Püritenler) siyaseti de ilgi alanlarına dahil etmişlerdir. Avrupa’da Protestanların siyasete nüfuzu devletlerin yapılarının kökten değişmesine neden olacak kadar etkili olmuştur. Bugün, Mısır’da yaşananları Müslümanların Protestanlar gibi siyasete olan ilgileri ışığında değerlendirmek pek ala mümkün. Ne var ki, Mısır’ın ticaretini, turizm gelirlerini artırmayı, Müslümanların birlik olmasından önemli bir konu olarak gören siyasi hareketin sonu, beklediklerinden elbette ki çok farklı olmuştur.
Burada üzerinde durulması gereken asıl konu Protestanlar ile bazı Müslüman grupların yöntemlerindeki paralellikler kadar, bu paralelliklerin Müslümanlar üzerinde nasıl bir etki yarattığı.
Müslüman topluluklarda zenginliğin ve gücün artması, mensupları üzerinde İslam’ın etkisinin azalmasına neden olmuştur. Ticarete teşvik edilen bu insanlar kısa süre sonra kar ve kazanç elde etmeyi hayatlarının ana gayesi haline getirmişlerdir. İslam ve din hayrına yapılacak bir çalışmanın ticaretlerine ve elde edecekleri kazanca zarar vereceğini düşündüklerinde ticari kaygılar ya da gelecek endişesi ile hareket edebilmişlerdir. Sonuçta yatırımlarını tehlikede gördükleri noktada Müslüman bir topluluk gibi değil, daha çok bir cemiyet gibi davranmayı tercih edebilmişlerdir.
Bu anlayış namaz kılıp oruç tutan, ama asıl olarak malının çokluğu ile mutlu olan ve din ahlakından uzak bir yaşam şeklini benimseyen bir Müslüman modelinin doğmasına yol açmıştır.
İslam’ı bilen, Allah’a inanan insanların, dünyadaki asıl amaçlarının Allah'a, dine hizmet olması gerektiğini unutmamaları gerekir. Fabrikalar işletmek ya da geleceğimizi garanti altına almak için değil; güzel ahlakı, sevgiyi, vefayı yaşamaya geliyoruz. Elbette ki Müslüman zengin de olacaktır; ama elde ettiği bu imkânları yine Allah’ın rızasını kazanmak, İslam ahlakını insanlara sevdirmek ve insanlara güzel bir dünya sunmak için kullanacaktır. Allah yolunda çaba harcamayı gaye edinen her Müslüman bilmelidir ki, Allah Kendi dinine yardım edenlere yardım eder. Samimi Müslümanlar, şeytanın telkin ettiği ‘fakirlik korkusu’ ya da 'zenginlik hırsı’na karşı güzel bir ahlak gösterir ve mutlaka Allah'tan yana tavır koyarlar. Dünyevi hiçbir çıkara tamah etmez, Allah’a kendilerini tam teslim ederler.
Şüphesiz zengin olmak Müslümanlar için kınanacak bir hareket değildir. Allah tüm dünya nimetlerini inananlar için yaratmıştır. Nitekim Allah'ın birçok ayetiyle övdüğü Hz. Süleyman Allah’tan zenginlik isteyerek dua etmiştir. Allah, Hz. Süleyman'ın bu duasını kabul etmiştir ve Kuran'da büyük bir servet sahibi olan Hz. Süleyman'dan sürekli övgüyle bahsedilmektedir:
“Biz Davud'a Süleyman'ı armağan ettik. O, ne güzel kuldu. Çünkü o, (daima Allah'a) yönelip-dönen biriydi.” (Sad Suresi, 30)
O da demişti ki: ‘Gerçekten ben, mal sevgisini Rabbimi zikretmekten dolayı tercih ettim.’ ... (Sâd Suresi, 32)
Önemli olan, tüm zenginliği Allah’ın razı olacağı şekilde kullanmaktır. Mal varlığını kaybetme korkusuyla Müslümanca bir tavır göstermekten kaçınmak samimi inananların asla yanaşmayacağı bir tutumdur. İnananlar bu dünyada Allah'ın nimetlerinden yararlanıp zevk aldıkları gibi, kendilerine verilenleri Allah yolunda harcamaktan da çok büyük zevk alırlar. Çünkü asıl gaye budur.
Müslümanlar, Amerika’daki Püritenlerin ya da Avrupa’daki Protestanlarınkine benzer yöntemlerin, asıl amaçlarından uzaklaşmalarına yol açmamasına dikkat etmelidirler. Müslümanlara dünyada asıl güç sağlayacak olan unsur para ya da makam değil, her zaman ve mutlaka, yalnızca samimi iman ve Allah’ın rızasına uygun şekilde yaşamaktır.
[1] Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu, Max Weber, Ayraç Yayınevi, Kızılay-Ankara, Şubat 1997, s.29