Bu günlerde Irak’tan gelen haberler ağırlıklı olarak Musul’da devam eden askeri operasyon ile ilgili. Musul’un IŞİD’den temizlenmesine yönelik haberler medyada öne çıkıyor. Oysa Irak’ı bekleyen çok daha büyük sorunlar var; öyle ki bunlar yeni acılara ve felaketlere, dahası iç savaşa yol açabilecek gibi görünüyor. Bunlar içinde özellikle ikisi ciddi tehlike oluşturuyor: Birincisi, IŞİD sonrası dönemde ortaya çıkabilecek yeni bir ayaklanma; ikincisi ise, Şii gruplar arasındaki güç mücadelesi.
Öncelikle, IŞİD ve sonrasındaki muhtemel gelişmelere odaklanalım. Irak ordusu, ağır kayıplar verse de, şu ana kadar IŞİD kontrolündeki toprakların önemli bölümünü geri aldı. Ancak, Ramadi, Tıkrit, Felluce gibi şehirlerde mahalleler yerle bir oldu, evler harabeye, araçlar hurdaya döndü. Binlerce masum çocuk, kadın, yaşlı ve sivil hayatını kaybetti. Musul’daki kanlı sokak savaşları da oldukça yıkıcı kayıplara neden oldu.
Irak ordusu ve ABD öncülüğündeki uluslararası koalisyon güçleri ile IŞİD arasındaki şiddetli çatışmalar halen Musul’un batı yakasında devam ediyor. Musul’daki durumu ise ABD’nin IŞİD’le Mücadele Özel Temsilcisi Brett McGurk’un 12 Mart tarihli basın toplantısındaki, “Musul’da kalan savaşçıların tamamı orada ölecek, çünkü kapana kısıldılar” şeklindeki ifadeleri özetliyor. Yine Özel Temsilciye göre, IŞİD’in yenilmesi de “çok yakın” görünüyor. Peki IŞİD’in yenilmesi sorunu çözecek mi?
Eğer McGurk IŞİD’e karşı askeri bir zafer kazanarak sorunun çözüleceğini düşünüyorsa, bu ağır bir yanılgı olur. Asıl olarak, IŞİD ve benzeri radikal örgütleri doğuran ortam ve koşullar ortadan kaldırılmadıkça, barış, huzur, istikrar ve refah sağlanması asla mümkün görünmüyor. Irak’ın yakın geçmişi bu gerçeği teyit eden örneklerle dolu.
El Kaide’nin ardından IŞİD’in doğuşuna ve Irak’ın büyük şehirlerini kolaylıkla ele geçirmesine yol açan gelişmeleri hatırlayalım. Bilindiği gibi eski Başkan George W. Bush’un 2000’li yıllardaki katı askeri politikaları ile Irak El Kaidesi büyük oranda çökmüş, terör ağları dağılmıştı. Daha doğrusu, görünüm böyleydi. Ancak Sünni Müslümanların mezhep temelli intikam eylemlerine maruz kalmaları, ezilmeleri, dışlanmaları ile eski Bağdat yönetiminin Şiileştirme politikası neticesinde, daha da şiddet yanlısı terör örgütü olan IŞİD ortaya çıktı.
İşte bu nedenledir ki bazı uzmanlar ve düşünce kuruluşları IŞİD’den sonra benzer sebeplerle, farklı isimler altında baş gösterebilecek yeni bir ayaklanmaya karşı dünyayı uyarıyorlar. Bu yöndeki endişeleri haklı çıkartan bazı belirtiler de var. Öncelikle IŞİD’den arındırıldığı söylenen bölgelerde güvenlik ve huzur tesis edilmiş değil. Radikal örgütlerin yeraltına inen militanlarının yanısıra kan davası peşinde olan küçük gruplar ve Bağdat hükümeti ile bazı aşiretlerin arasının açık olması da tehlikenin boyutunu derinleştiriyor. Ekonomik kriz, yolsuzluk, işsizlik ve hayatın hemen birçok alanındaki istikrarsızlık da Irak’ta iç karışıklıklığa zemin hazırlayabilecek faktörlerden.
Şüphesiz, Irak’taki sorunun asıl kaynağı IŞİD veya El Kaide değildir. Bugün Irak’ı kaplayan parçalanmışlığın, karışıklığın ve çatışmaların başlıca nedeni, mezhepçiliktir. Mezhep taassubu Müslümanların birbirlerini kırıp geçirmesine ve benzersiz acılara sebep olmuştur oysa bunun çözümü çok kolaydır.
Öncelikle Sünni olsun Şii olsun tüm Müslümanların birlik ve beraberlik içinde hareket etmeleri durumunda, hiçbir terör örgütü veya radikal grup hayat sahası bulamaz. Doğal olan, Irak’ın büyük çoğunluğunu oluşturan Şiiler, Sünniler, Araplar, Kürtler ve Türkmenlerin etnik ve mezhepsel farklılıkları bir kenara bırakarak, ortak hareket etmesidir. Bunu zor veya imkansız görenler şunu unutmamalıdırlar:
Müslümanlar aynı Allah’a, aynı dine, aynı Kitap’a, aynı peygamberlere iman eden, aynı kıbleye yönelen, aynı camide namaz kılan, aynı kültürü paylaşan, aynı değerlere sahip insanlardır. Kısacası, düşmanlık ve savaş için değil, birlik ve beraberlik için fazlasıyla neden var. Dahası, aralarında anlaşmazlıklar ve çekişmeler bulunan taraflar Musul operasyonunda, ortak bir amaç doğrultusunda bir araya gelebiliyorlarsa; sevgi, dostluk, kardeşlik, barış ve böylece nihai çözüm için neden bir araya gelemesinler?
Ufukta bekleyen diğer tehlike ise, Iraklı bazı Şii gruplar, kimi politikacılar ve dini liderler arasındaki siyasi mücadele, diğer bir deyişle güç mücadelesi yaşanması. Eylül ayındaki yerel seçimler ile gelecek yıl yapılacak genel seçimler iç siyasetteki kıyasıya rekabeti körüklüyor. Dört Şii lider gelecek dönem yönetimde söz sahibi olmak için çabalıyor. Bunlardan ikisi, Dava Partisi’nden, 2014 yılından bu yana Başbakan olan Haydar el İbadi ve eski Başbakan Nuri el Maliki. Diğer ikisi ise, Sadr Hareketi lideri Mukteda es Sadr ve Irak İslami Yüksek Konseyi Başkanı Ammar el Hekim.
Önemle belirtmek gerekirse, partiler arasındaki rekabet şiddete dönüşmeden, demokratik sınırlar içinde kaldığında buna hiç kimsenin itirazı olmaz. Bu nedenle ülkenin içinde bulunduğu hassas durum göz önünde bulundurularak, kargaşa oluşturmamak için azami dikkat sarf edilmesi gerekiyor. Aksi takdirde geçtiğimiz Şubat ayı içinde Sadr yanlılarının Bağdat ve çeşitli şehirlerde düzenledikleri protesto gösterilerinde olduğu gibi kan dökülebiliyor. Nitekim Başbakan İbadi Sadr taraftarlarına, “Ülkede iç savaş çıkarmayın” uyarısında bulunurken haksız değil. Zira Irak’ta Şii siyasi partilerin kendilerine bağlı milis grupları var; herkes bu gruplardan bazılarının kışkırtmalarla sokağa dökülüp şiddete yönelmelerinden çekiniyor.
Kısacası, Irak’taki bölünme ve kutuplaşma sadece Sünniler ve Şiiler arasında yaşanmıyor. Gerek Şiiler gerekse Sünniler kendi içlerinde de gruplara ayrılmış durumdalar. Parlamentoda nüfus oranlarına göre adil temsil imkanı var. Ancak siyasi uzlaşma olmadığı sürece Irak’ın kördüğüm haline gelen sorunlarını çözmek mümkün görünmüyor. Irak’ın olmazsa olmazları, ülkenin toprak bütünlüğünün korunması, meşru hükümetin desteklenmesi, demokratik sistemin istikrarlı hale getirilmesi ve tarafların tek vücut olarak hareket etmeleridir. Başta ABD olmak üzere bölge devletlerinin politikaları da bu yönde olmalıdır. Yeni isyanları ve savaşları engellemek isteyen, barış ve huzur için çalışan herkesin titizlik göstermesi gereken de budur.
Adnan Oktar'ın Al Bilad'da yayınlanan makalesi