Bugün acaba ABD’nin yaklaşık 1000 km’lik sınırında şiddetli çatışmalar yaşansa, iki ayrı ülkeden yığınla mülteci akını olsa ve sınırın ötesindeki bu savaşı durdurmak adına, savaşı körükleyen hava bombardımanları dışında hiçbir şey yapılmıyor olsa acaba ABD nasıl tepki verirdi? BM kararları, NATO yaptırımları, uluslararası hukuk veya süper güçlerin itirazını dinlemeksizin kendi sınırında acilen bir güvenli bölge oluşturur, kendi bildiğini yapardı. Bunun aslında daha da ötesi oldu, ABD; Irak veya Afganistan’a çıkarma yaparken, kimsenin onayına veya rızasına göre hareket etmedi, etmez de.
Bunu hiçbir Avrupa ülkesi yapmaz. İran da yapmaz, Rusya da. Sınırlarındaki ciddi tehlikeyi bu ülkelerin hiçbiri oturup seyretmez. Ama söz konusu bir Kürt bölgesinin yanındaki, Ortadoğu’nun giriş kapısındaki, NATO üyesi Türkiye olunca durum değişiyor. 2013 yılı sonlarından beri dile getirilen ve son günlerde tekrar gündeme gelen Türkiye’nin Suriye sınırında bir güvenli bölge ihtiyacı, Amerikan Dışişleri Bakanlığı sözcüsü John Kirby tarafından basitçe “gereksiz” denilip bir kenara atılıyor.
Oysa kendi sınır kapıları PYD, IŞİD, ve Esad birlikleri tarafından tutuluyor olsa, eminim Kirby’nin açıklamaları farklı olurdu. ABD, hızlı bir kararla sınırındaki bu bölgeye derhal asker sokar, sınırdaki ülke kısa bir süre içinde işgal edilirdi. Ama nedense başka ülkelerin maruz kaldığı tehditler, bu ülkeler NATO üyesi olsalar da, önemsiz kalıyor.
Türkiye’deki tehdide yönelik bu kifayetsizliğin temelinde yatan elbette önemli bir sebep var: Türkiye’nin komşu olduğu Suriye’deki Kürt bölgesi. Daha önceki yazılarımda da sıklıkla bahsettiğim gibi, ABD derin devleti, 100 yıllık plan gereği bir Kürdistan oluşturmak ve IŞİD tehdidine karşı Kürt kartını kullanmak adına PKK/PYD gibi bir terör örgütünü destekleyerek yapabileceği en büyük hatayı yapıyor. Henüz farkına varamadığı bu büyük hata sebebiyle de, Suriye’nin kuzey sınırını tümüyle PYD hakimiyetine vermek istiyor; bu proje geçtiğimiz haftalarda ABD’nin Tel Abyad’ı PYD’ye ikram etmesiyle uygulamaya geçmişti. Şimdi hedefte, PYD’nin elindeki Afrin ve Kobani kantonlarının arasında kalan IŞİD’in kontrolündeki Celabrus ile plana devam etmek var. ABD derin devleti, bu bölgeyi de PYD’ye teslim ederse, kendisine müttefik zannettiği bir Kürt şeridinin oluşacağına inanıyor. İşte bu sebeple Türkiye’nin güvenli bölge talebini sıkıntı verici buluyor.
PYD tehlikesinin yeterince farkında olan Türkiye ise, ABD desteği ile sınırında oluşturulmak istenen bir Kürt bölgesinin, “komünist bir terör örgütünün” elinde olması nedeniyle güçlenmesini ve gelişmesini asla kabul etmeyecektir. İşte bu nedenle de PYD’nin Celabrus’a ilerleyişi Türkiye için seyirci kalınmayacak kadar büyük bir tehdittir. Bu noktada Türkiye; ABD’nin, Avrupa’nın, İran veya Rusya’nın tereddüt etmeksizin başvuracakları tedbirlere, tıpkı onlar gibi uluslararası hukuk veya BM onayı olmadan başvurma hakkına sahiptir.
Türkiye’nin Suriye ile paylaştığı 11 sınır kapısı vardır. Bunların şu an 6 tanesi PYD/PKK’nın, 2 tanesi IŞİD’in, 2 tanesi muhaliflerin, 1 tanesi ise Suriye rejiminin elindedir. Uluslararası hukuk koşullarını tatmin edecek bundan başka nasıl bir şart olabilir, onu anlamak mümkün değil. BM ise, şaşılacak şekilde, Türkiye’den dünyayı ikna edecek gerekçeler ve kanıtlar beklemektedir. Bir başka deyişle uluslararası toplum, Türkiye’nin güney sınırında olup bitenlere gözlerini kapatmış, üç maymunu oynayarak zaman öldürmektedir.
Türkiye, özellikle PYD’nin hakimiyeti altındaki bölgeler kapsamında bir güvenli bölge oluşturmak zorunda. Bu planın, BM denetiminde gerçekleşmese de, bazı Ortadoğu ülkelerinden destek alacağı biliniyor. Bölgede Türk askeri dışında, destek veren diğer ülkelerin askerleri ve asıl olarak Suriye muhaliflerinin bulunması planlanıyor. Türkiye’nin, iddiaların aksine, savaşa girme gibi bir planı yok. İncirlik üssünün silahlı predatörlere açılarak çeşitli hedeflerin vurulduğu iddiaları da Cumhurbaşkanlığı yetkilisi tarafından kesin bir dille yalanlandı.
29 Haziran tarihli The Financial Times gazetesinin dikkat çektiği şekilde, bu tip bir güvenli bölge hazırlığının Ürdün’de de başlamış olması, Türkiye’nin taleplerini başka bir açıdan da legal hale getiriyor. Oluşturulacak güvenli bölgenin ise “bölge yararına” çok büyük önemi var. PYD gibi kanlı bir terör örgütünün Kürtleri baskı altına alarak, Türkmen ve Arapları bölgeden kovarak yayılma politikası bu vesileyle sona erecektir. Tehlikenin farkına varmaksızın bölgede komünist terör örgütüne destek veren ABD derin devletinin de sınırımızı istediği şekilde dizayn etme lüksü ortadan kalkacaktır.
Elbette konunun bir de mülteciler boyutu var. Türkiye, Suriye’den kaçmak zorunda kalan 2 milyon mülteciyi ağırlamaktan daima onur duymuştur. Suriyeli kardeşlerimiz bizim misafirimizdir ve bu topraklarda diledikleri kadar kalacaklardır. Fakat ülkesini terk etmek ve mülteci konumuna gelmek istemeyen Suriyelilerin kendi topraklarında barınmaları için güvenli bir bölge içinde olmaları şarttır. Söz konusu güvenli bölge, Türkiye ve Ürdün’e akın etmek zorunda kalan mülteciler için önemli bir barınma yeri olacaktır.
Türkiye, bir güvenli bölge oluşturmak için geç bile kaldı. Bunu ABD liderliğindeki NATO’ya itiraz veya bir savaş ilanı olarak algılamaya çalışanlar, önce Türkiye’nin yüzleştiği ürkütücü tabloya biraz yakından bakmalıdırlar. Kendi ülkeleri aynı durumda olsaydı acaba ne yaparlardı?
Adnan Oktar'ın Arab News'de yayınlanan makalesi: