Vicdan, Allah (cc)'ın insana doğru yolu göstermekle görevlendirdiği bir güçtür. Yaşamının son anına kadar, nefsinin kötülüklerine, şeytanın kışkırtmalarına ve Kuran ahlakına uygun olmayan her türlü tavra karşı insanı uyarıp korkutur. Ona, Cenab-ı Allah'ın razı olacağı tavrı, Kuran'a uygun olan davranışları ilham eder. Karşılaştığı her olayda vicdanının sesine kayıtsız şartsız uyan bir insan, ihlası da kazanmış olur. Çünkü ihlas da, insanın vicdanını en son noktasına kadar kullanabilmesidir. Nefsiyle çatışsa ya da zorlukla karşılaşsa da, vicdanlı davranmaktan taviz vermemesidir.
İşte bu nedenle ihlası kazanmak isteyen bir kimse, öncelikle vicdanını gereği gibi kullanıp kullanmadığını gözden geçirmelidir. Eğer zaman zaman vicdanını durdurabiliyor, ondan gelen sese kulak vermiyor ve bile bile nefsinden yana tavır koyabiliyorsa bu durumda vicdanını Kuran'a uygun şekilde kullanmıyor demektir.
"Hayır; insan, kendi nefsine karşı bir basirettir. Kendi mazeretlerini ortaya atsa bile." (Kıyamet Suresi, 14-15) ayetleriyle de bildirildiği gibi her insan, kendisine fısıldanan sesin vicdan olduğunu ve bu sesi hangi mazeretleri öne sürerek bastırdığını bilir.
Vicdan insan için büyük bir nimet ve rahmettir. Büyük İslam alimi Bediüzzaman Said Nursi'nin de "Akıl tatil-i eşgal etse (tatile girse) de, nazarını ihmal etse, vicdan Sanii (Yaratıcı'yı) unutamaz. Kendi nefsini inkar etse de O'nu görür, O'nu düşünür, O'na müteveccihtir (yönelmiş, dönmüş)" ya da "... her vicdanda iki pencere olan Sani'-i Zülcelal marifetini insan kalbine daima tecelli ettiriyor." sözleriyle ifade ettiği gibi insan gaflete dalsa bile, vicdanı dalmaz. Kendisi nefsine kapılacak olsa bile vicdanı kapılmaz, kendi samimiyetsizliğe meyletse, şeytana uyacak olsa, vicdanı yine de uymaz. Kısacası insan bilerek ya da bilmeyerek hata yapabilir, ama vicdanı asla doğru yoldan şaşmaz, asla hata yapmaz.
Ancak insan, vicdanı kendisini doğru yola çağırdığı halde bu sese karşı vurdumduymaz bir tavır gösterirse, vicdanının sesini sürekli olarak bastırmayı alışkanlık haline getirirse bu durumda onun etkisini zayıflatmış ve vicdanını köreltmiş olur. Vicdan yine kişiyi uyarıp doğruya çağırır, ama o artık bu sesten etkilenmeyecek, onu dinlemeyecek ve önemsemeyecek hale gelmiştir. İman edenlerin bu durumdan şiddetle sakınmaları gerekir.
İhlası kazanabilmek için de, kişinin öncelikle Kuran'a uygun bir vicdan duyarlılığı elde etmesi gerekir. Bu ise kişinin, Allah (cc) korkusunu artırması ile mümkün olur. İnsan, Cenab-ı Allah'ın her an her yerde kendisini görüp duyduğunu, tüm yaptıklarını Katında saklı tuttuğunu, kendisini bunlardan hesaba çekeceğini derinlemesine düşünmelidir. Her an ölebileceğini, bir an sonra kendisini Allah (cc)'ın huzurunda hesap verirken bulabileceğini ve eğer Yüce Allah (cc)'ın bildirdiği ahlakı göstermemiş, vicdanını gereği gibi kullanmamış ise de Allah (cc)'ın azabıyla karşılaşabileceğini açık bir şuurla kavramaya çalışmalıdır. Eğer Kuran ahlakının bu mühim gerçekleri tam anlamıyla kalbe sindirilirse vicdandaki körelme yerini güçlü bir vicdan duyarlılığına bırakacaktır. Vicdandaki bu hassasiyet ile birlikte de kişi, her an karşılaştığı her olayda vicdanının sesini dinleyerek ihlaslı davranabilecektir.