Birgün gazetesinde haber verilen bir çalışma, insan beyninin evrimi masalına yeni bir spekülasyon ekledi.
Oysa buna dair tek bir bilimsel delil yoktur.
Bu varsayımı onlara dayatan elbette bilimin kendisi değil, insan ve şempanzeyi birbirinden ayrı canlılar olarak yoktan var eden Yüce Allah"ın varlığını reddeden materyalist felsefedir.
Bu yüzden evrimciler insanın atalarını, akıl ve vicdan sahibi varlıklar olarak değil, diğer hayvanlar gibi ormanlarda, ovalarda, savanlarda, ırmak kenarlarında avlanıp hayatta kalma içgüdüsünden başka birşeyle güdülmeyen yaratıklar olarak tasavvur ederler. Bilimsel verileri bu çerçevede yorumlayarak topluma aldatıcı bir biçimde aktarır ve ideolojilerinin kültürel alanda yayılması için çaba gösterirler.
Bununla beraber, insanın evrimi senaryosunda beyin gibi kompleks bir organın mutasyonlar gibi yıkıcı etkiler sonucunda fonksiyonsuz kalıp yok olacağı sayısız bilimsel gözlem ve deneyle tespit edilmiştir. Buna rağmen Darwinistler, beynin hayali evrimini bu yıkıcı mekanizmaya bağlar ve mutasyonların etkisiyle beynin zamanla misliyle büyüdüğünü, üstelik bunun son derece dar bir zaman aralığında gerçekleştiğini iddia ederler. Bu imkansız senaryonun nasıl meydana geldiğini açıklama konusunda ise büyük bir açmazla karşı karşıyadırlar. En büyük sorunları, insana atfedilen fosil kaydı içinde beyin hacminin kademelerle geliştiğine dair hiçbir bilimsel kanıt olmamasıdır. Evrimcilerce insansı olarak gösterilmeye çalışılan maymun kafatasları ile maymunsu olarak gösterilmeye çalışılan insan kafatasları arasında bariz hacim farklılığı bulunmaktadır. Bu sebeple evrimciler, Australopithecus türleri ve Homo habilis türünden sonra, insanın beyin hacminin "gizemli bir şekilde" iki misli kadar arttığı gibi bir masal anlatmak zorunda kalırlar. Bu konuda bilimsel hiçbir dayanakları yoktur. Örneğin evrimci paleoantropolog Elaine Morgan, genel olarak insanın -ve beynin- hayali evrimiyle ilgili olarak şu itirafta bulunur:
İnsanlarla (insanın evrimiyle) ilgili en önemli dört sır şunlardır:
1) Neden iki ayak üzerinde yürürler?
2) Neden vücutlarındaki yoğun kılları kaybettiler?
3) Neden bu denli büyük beyinler geliştirdiler?
4) Neden konuşmayı öğrendiler?
Bu sorulara verilecek standart cevaplar şöyledir:
1) Henüz bilmiyoruz.
2) Henüz bilmiyoruz.
3) Henüz bilmiyoruz.
4) Henüz bilmiyoruz.
Sorular çok daha artırılabilir, ama cevapların tekdüzeliği hiç değişmeyecektir. (Elaine Morgan, The Scars of Evolution, New York: Oxford University Press, 1994, s. 5)
Birbirine rakip masalların birbiri ardınca ve sadece hayali dayanaklarla savunulduğu beynin evrimi iddiası, geçtiğimiz günlerde bu popüler masala karşı çıkan, "patatesli" bir beyin evrimi masalıyla gündeme geldi. Sözkonusu masala konu olan araştırma, evrim teorisine bilim dışı desteğiyle bilinen Birgün gazetesinin 11 Eylül 2007 tarihli sayısında "Evrimde Nişasta Halkası" başlığıyla haber verildi.
Sözkonusu çalışmada, ABD"deki California Üniversitesi Santa Cruz araştırmacıları, insan salyasında bulunan ve AMY1 adı verilen nişasta parçalayıcı enzimin genetik kodunun insan topluluklarında ve şempanzelerde kaç kopya olarak bulunduğunu incelediler. Araştırmacılar, söz konusu genin insanda, primatlara oranla daha fazla sayıda kopyasının olduğunu tespit ettiler. Buna ilaveten, diyetlerinde nişasta tüketimine daha çok dayanan insan toplulukları, balık gibi nişasta açısından fakir besinlerle beslenen insan topluluklarına oranla da söz konusu genin daha fazla sayıda kopyasını taşıyorlardı. Örneğin, Arktik bölgede yaşayan ve geleneksel olarak balıkla beslenen Yakutlar, diyetlerinde pilav gibi nişastalı yiyeceklere yer veren Japonlara göre bu genin daha az kopyalarını taşıyorlardı.
Çalışmanın bu objektif sonuçlarının ortaya koyduğu objektif bilgi, AMY1 geninin kopya sayısının insan topluluklarında nişasta tüketimiyle doğru orantılı olduğu şeklindedir. Ve açıktır ki, bu durum insanın sözde evrimi senaryosuna hiçbir kanıt oluşturmamaktadır. Ancak evrimi en baştan benimsemiş olan ve elde ettikleri verileri her ne pahasına olursa olsun kendi zihinlerinde doğru kabul ettikleri masallara göre yorumlamayı tercih eden evrimciler, bu bilgilerden de bir evrim masalı kurgulamakta ve beynin sözde evrimsel gelişiminin patates gibi nişastalı besin kaynaklarının tüketimine bağlı olarak geliştiğini iddia etmektedirler.
Çalışmayı gerçekleştiren Dr Nathaniel Dominy, etli besinlere dayalı beyin gelişimi senaryosunu reddetmektedir. Dominy bu konuda, günümüz insan topluluklarında dahi avcı-toplayıcı olan grupların besin kaynakları arasında etin nispeten az yer tuttuğunu örnek vermekte, milyonlarca yıl önce iki ayak üzerinde dahi tam hareket edemeyen hayali yarı insan yarı maymun ataların, leş yiyicilik şeklinde olmuş olsa dahi, et bulmakta zorluk çekeceklerini belirtmektedir. Dominy"ye göre bu hayali senaryodaki insanın hayali ataları toprak altında bulunan patates gibi nişastalı besinleri çoklukla tüketmiş, giderek daha iri beyin hacmine erişmiş olmalıdırlar.
Görüldüğü gibi Dominy bu iddialarında günümüzden geçmişe dair abartılı hayallerde bulunmakta ve bilimdışı iddialar ortaya koymaktadır. Gerçekte bunun hiçbir doğrudan kanıtı bulunmamaktadır. Örneğin, patatesli besinler yedirilen şempanzelerin daha zeki olduğu yönünde bir veri elde edilmemiştir. Böyle bir bilgi olsa dahi bu, nesiller boyu patatesli besinler yedirilen şempanzelerin, üniversiteler, hastaneler, devletler, kütüphaneler, laboratuvarlar kuran insana dönüşeceğine dair kanıt oluşturmayacaktır.
Nitekim et tüketimine dayalı evrim masalına alternatif olarak geliştirilen bu patatesli evrim masalı diğer evrimci eleştirmenlerden nasibini almaktan geri kalmamıştır.
İngiltere"deki Exeter Üniversitesi"nden bilim felsefesi profesörü John Dupré, AMY1 geniyle ilgili araştırmanın sonuçları üzerinde böylesine abartılı yorumlar yapılmasına, son derece haklı sebeplerden ötürü karşı çıkmaktadır. Bilim adamı, bu verilerden hareketle, nişastalı yiyeceklerin besinler arasına katılmasıyla insanlarda daha iri beyinlerin ortaya çıktığı sonucuna varmanın "imkansız" olduğunu belirtmektedir. Dupré, bu nişasta senaryosunu beyin evrimi iddiasında temel bir yere oturtmanın şüpheli bir davranış olduğunu da sözlerine eklemektedir. (Starch "fuel of human evolution", www.BBC.co.uk, 9 Eylül 2007)
Biz de söz konusu bilim adamının bu sağduyulu yaklaşımını yerinde buluyoruz. Evrim teorisi değil beynin tesadüfi mutasyonlarla gelişimini, beyni oluşturan tek bir hücrenin dahi tesadüfen nasıl ortaya çıkmış olabileceğini henüz delillendirememiştir. İnsanın hücreleri ve genleri, içerdikleri olağanüstü miktarda genetik bilgi ve moleküler sistemlerle tesadüf açıklamasını temelinden geçersiz kılan özellikler ortaya koymaktadır. Yaşamın tesadüf açıklamasını reddetmesi, mikrobiyoloji, biyomatematik, genetik, biyokimya, hücre biyolojisi, sitoloji ve moleküler biyoloji gibi disiplinlerin bulgusuyla sabit olan bir gerçektir. Yaşamın bu kompleksliği, evrendeki her şeyi yoktan var eden ve onları her an kudretiyle ayakta tutan Yüce Allah"ın yaratmasının apaçık bir delilidir.
AMY1 geninin insan topluluklarında farklılaşması, insan genomunun farklı besinlere dayalı farklı beslenme şekillerine uyumlu yaratılmış olduğunu göstermektedir. Bunun ötesinde söz konusu çalışma evrim teorisiyle bağdaştırılarak yapılan spekülasyonlar bilimdışıdır, hayalidir ve görüldüğü gibi evrimciler arasında dahi tartışmalıdır. İnsan tesadüfi bir süreçte ortaya çıkmamış, Yüce Allah"ın "OL" demesiyle yoktan var olmuştur.