Evrimciler hayatın başlangıcına dair mantıklı bir evrimsel açıklama sunabilmek amacıyla yıllardır büyük uğraşlar vermişlerdir. Ve her seferinde açıklamalarının ve teorilerinin yanlış olduğu daha da belirginleşmiştir. En son olarak da, ‘RNA dünyası’ hipotezleri evrimcileri büyük bir hayal kırıklığına uğratarak çökmüştür.
Evrimcilerin hayallerindeki senaryoya göre, ilk RNA ilkel dünyada, bir şekilde, tesadüfler sonucu oluşmuş olabilir, yine tesadüfler sonucunda DNA’ya dönüşmüş olabilirdi. Öncelikle RNA son derece kompleks bir moleküldür ve oluşumunda tesadüfe kesinlikle yer yoktur. DNA ise altı milyar harfin her birinin doğru bir şekilde mükemmel dizilimiyle oluşan, içinde tek bir hataya dair yer olmayan, olağanüstü kompleks bir moleküldür. Kısaca hatırlamak gerekirse, açıldığında toplam 4 metrelik bir şerit olan DNA 10 nanometrelik (10-6 m) bir alana mükemmel şekilde sığdırılmıştır ve içeriğinde 1.000.000 ansiklopedi sayfasına eşit bilgi vardır. Bu bilgi, dünyanın en büyük ansiklopedisinin 40 katı kadardır ve 100 trilyon hücrenizin her birinde bulunur. Ayrıca bu devasa bilgi bankasında her harf tam olarak doğru yerde olmalıdır, aksi takdirde DNA ve dolayısıyla hayat olmayacaktır.
Dolayısıyla bu kusursuz yapıların oluşumunda rasgele olayların, tesadüflerin rol oynadığını iddia etmek son derece gülünç bir yaklaşımdır.
Evrimcilerin hayali senaryolarına göre RNA ‘bir şekilde’ oluştuktan ve bir şekilde DNA’ya dönüştükten sonra, ‘doğal seleksiyon’, RNA’nın nispeten daha kararsız yapısı ve yeterli olmayan katalitik özelliklerinden dolayı, DNA’yı ‘tercih etmişti’. Ancak evrimciler bu derece kararsız olan ve yetersiz katalitik özeliklere sahip RNA’nın doğal seleksiyon tarafından o aşamaya kadar nasıl elenmediğini açıklayamazlar. Çünkü organik moleküller ve proteinlerde muhteşem bir düzen ve yapı vardır ve mükemmel ve kusursuz olmayan hiçbir yapı hayatta kalamaz. Üstelik erken dünya koşulları bu tarz hassas moleküllerin oluşumuna izin vermeyecek kadar zorludur.
Bu konuda son zamanlarda yapılan bir çalışma bu gerçeği bir kez daha gözler önüne sermiştir: California’daki Scripps Araştırma Enstitüsü’ndeki bir grup kimyager, RNA dünyası hipotezini kanıtlayabilmek için farklı bir yaklaşım denemeye karar verdiler ve çalışmaları için DNA-RNA kimeraları kullandılar (laboratuarda yapay olarak birleştirilen DNA ve RNA). Ancak bu kimeralarda kararsızlık problemi oluşuyordu. Oysa ki doğada, saf DNA ve saf RNA birlikte durabiliyorlardı. Evrimcilerin ilkel dünyada olduğunu iddia ettikleri bu laboratuvar kimeraları ise doğadaki orijinallerinden farklı olarak birlikte kalamıyorlardı. Bu uyumsuzluk da söz konusu moleküllerin genetik bilgiyi tutma ve kopyalanma yeteneğine zarar veriyordu.
Ayrıca eğer organik bir yapıda RNA yanlışlıkla bir DNA şeridine bağlanırsa, son derece kompleks enzimler –ki bu enzimlerin de birer protein olduğunu unutmayalım- devreye girerek problemi hemen çözer. Ancak RNA dünyası teorisine göre o dönemde, bu görevi yapacak proteinler olamazdı. Dolayısıyla evrimcilerin hayallerinde yaşayan bu tarz bir kimeranın ilkel dünyada hayatta kalması asla mümkün olmazdı.
RNA dünyası teorisinin imkansızlığını gören Scripps araştırmacıları da problemi şu sözlerle kabul ettiler: ‘Bu sonuçlar, bir homojen sistem (RNA)’den diğerine (RNA/DNA)’ya geçişin ne kadar zor olduğunu gösteriyor...,"[i]
Aslında bu yeni bir bilgi değildi. Hatta birçok evrimci bu durumu daha önceden fark etmişti. Örneğin Nobel ödüllü evrimci biyolog Jack Szostak, RNA ve DNA karıştırıldığında fonksiyonun yitirildiğini göstermişti.
Peki Scripps araştırmacıları bu gerçek karşısında ne dediler? Çok şaşırtıcı ama, daha da imkansız bir teori öne sürerek RNA ve DNA’nın aynı anda bir şekilde ortaya çıkmış olabileceğini söylediler. Bu söylemleri aslında yaratılışı kabul ettiklerini gösteriyordu, çünkü bu moleküllerin aynı anda mucizevi bir şekilde ortaya çıkmış olmasının tek açıklaması onların Üstün bir Yaratıcı tarafından yaratılmış olmasıdır.
DNA, RNA ve proteinler sonsuz güç sahibi Yüce Rabbimiz tarafından bir anda yaratılmışlardır. Tüm kontrollü ve hassas çalışmalara ve bu konuda çalışan bilim insanlarının bilgi birikimi, uzmanlıklarına rağmen bu moleküllerin laboratuvar ortamında meydana getirilememesi, bu yapıların ilkel dünyada tesadüfen ortaya çıkamayacağını net bir şekilde göstermektedir.
Diğer bir deyişle, RNA dünyası hipotezini kanıtlama yönündeki evrimci çabalar bir kez daha yaratılış gerçeğini kanıtlamıştır.
[i] http://www.techtimes.com/articles/180219/20160929/new-theory-for-origin-of-life-on-earth-challenges-rna-world-hypothesis-of-dna-evolution.htm#sthash.tqQzVRtA.dpuf