RNA DÜNYASI İDDİASI NEDİR?
DNA’daki indirgenemez kompleksliği bir türlü evrim ile izah edemeyen evrimciler, 1980’lerde yeni arayışlar içine girdiler. 1986 yılında Harvard’lı kimyacı Walter Gilbert tarafından ortaya atılan bir senaryoya göre; “Bundan milyarlarca yıl önce, her nasılsa kendi kendini kopyalayabilen bir RNA molekülü tesadüfen kendiliğinden oluşmuştu. Sonra da bu RNA molekülü çevre şartlarının etkisiyle birdenbire proteinler üretmeye başlamıştı. Daha sonra bilgileri ikinci bir molekülde saklama ihtiyacı doğmuş ve bu senaryoya göre de yine her nasılsa DNA molekülü ortaya çıkmıştı.”
Hayali RNA Dünyası modeli niçin ortaya kondu?
Darwinizmin en karanlık noktası, ilk hücrenin ortaya çıkışı konusudur. Çünkü Darwinizm, ilk hücrenin ortaya çıkışını tesadüflere dayalı olarak açıklamak zorundadır. Hücrenin bir anda tüm özellikleri ile var olduğunu kabul etmek, Yaratılış anlamına geleceğinden, Darwinist mantıkça asla kabul edilmez. İlk hücrenin nasıl ortaya çıktığı ile ilgili bir kaç model öne sürülse de bunların hepsi, eksik bir takım yönleri olduğu için evrimci çevreler tarafından bile kabul görmekten uzaktır.
RNA Dünyası tezi, ilk hücrenin varlığından önce, kendi kendini kopyalayabilen RNA olması gerektiğini savunur. Çünkü genetik kayıt olmadan, ne proteinlerin varlığı açıklanabilir, ne de var olan bilgi gelecek nesillere aktarılabilir. Tam bir hücrenin var olmadığı varsayılan bu ortam, canlılık işaretlerini de tam olarak üzerinde barındırmadığından Darwinistler tarafından “Prebiyotik” dönem olarak adlandırılır. Halbuki, prebiyotik dönemin varlığına ait hiç bir fosil kaydına rastlanmamıştır. İddianın temelinde, ilk hücrenin öncesinde hücreyi oluşturan öğelerin sözde evrimsel bir süreçle oluşması gerektiğine dair yanlış inanç yatmaktadır.
Bu iddia, akla ve mantığa uygun olmamasının yanı sıra; bilimsel açıdan da birçok tutarsızlık içermektedir. Şimdi gelin, hayali RNA dünyası iddiasının neden geçersiz olduğuna dair sebepleri ana başlıklar altında inceleyelim.
1- RNA’NIN KENDİ KENDİNİ KOPYALAMASI İÇİN BAŞKA BİR DNA/RNA MOLEKÜLÜ GEREKLİDİR
RNA molekülünün kendisini kopyaladığını söyleyen evrimciler bir konuyu görmezden gelmektedir. Milyonlarca yıl beklesek bile RNA molekülü, kendi kendine nükleotidlerin bir araya gelmesi ile oluşamaz. Mutlaka kalıp olarak bir DNA ya da başka bir RNA molekülü bulunmalıdır. Bunun sebebi; RNA’nın kopyalanabilmek için proteinlere ihtiyaç duymasıdır. Kısacası, "hayali RNA dünyasında kendiliğinden oluşan ilk RNA molekülünün nasıl ortaya çıktığı" konusu evrim savunucuları açısından daha en başında büyük bir açmazdır.
Evrimci Joyce ve Orgel’de bu iddianın gerçek dışı olduğunu bildikleri için aşağıdaki varsayımı yapmışlardır:
“…tahminen… mucizevi bir katalizör var oldu ve nükleotidleri rastgele bir şekilde dizi haline getirdi, ve bu dizinin de kendisini kopyalama özelliği ortaya çıktı. Üstelik bu dizi kendisini kopyalarken işe yaramaz olan başka dizileri kesinlikle kopyalamıyordu..” (Alberts Molecular Biology of the Cell 6th edition/ Chapter 6: How cells read the genome/ s.365)
Hayali RNA molekülünün kendi kendini katalizlediğini şematize eden hayali reaksiyon
Yapılan bu yorum aslında bir çok tutarsızlık ve itirafın da ortaya konmasıdır. RNA’nın bu şekilde oluştuğuna dair tek bir bilimsel delil ortaya konmamıştır. Hayallerde üretilen bir senaryo işletilmektedir. Bu yüzden Darwinistlerin kendilerinin de ifade ettiği gibi iddialar birer “tahmin”den öteye gitmemektedir. Yorumun devamında belirtildiği gibi, nükleotidlerin “mucizevi bir katalizör varlığı” olmadan yan yana gelemeyeceği de itiraf edilmiştir. RNA kendi kendini kopyalama özelliğine sahip değildir; her türlü imkansızlığına rağmen böyle bir özelliğinin olduğunu varsaysak bile, bu da sonucu değiştirmeyecek ve ilk RNA molekülünün nasıl ortaya çıktığını açıklayamayacaktır.
Normal bir RNA enzimi 300-600 nükleotid içerecek kadar uzundur. Elimizde sağ elli nükleotidler ve gerekli enzimler bulunduğunu varsayalım. Bu nükleotidlerin, kelimeleri oluşturan harfler gibi belirli bir sıra ile dizilmeleri gereklidir. Sadece 300 tane nükleotid içeren bir RNA molekülü oluşturmak bile 4300 ya da 10180 molekül arasından seçim yapmayı gerektirir ki kimse böyle bir yapının tesadüfen oluşacağını iddia edemez. Bu RNA molekülü 10180 farklı şekilde dizilebilir; ancak bunlardan hangisinin işlevsel ve doğru dizilim olacağı konusun da önemlidir ve kesin bir bilgi gerektirir. RNA bilgisizlikten oluşamaz. Burada verdiğimiz örnek bir istatistiksel hesaptır ancak gerçekte RNA’nın bu şekilde oluşma imkanı “sıfır” dır. Çünkü 1/10180 gibi kesinlikle imkansız olan bir ihtimal gerçekleşmiş olsa dahi, oluşan son molekülün doğru dizilim olduğunu anlayan bir şuura ihtiyaç olacaktır. Hatta her bir molekül eklendiğinde, bunun doğru molekül olduğunu tespit edip molekülü orada sabit tutacak veya yanlış molekül olduğunu ayırt edecek bir dış denetleyici olmalıdır.
Ayrıca zaman da bu durumda önemli bir kısıtlayıcıdır. 10180 hayali bile zor olan bir sayıdır. Saniyede 1 milyon nükleotidin denenebildiğini kabul etsek bile, bu kadar işlemin oluşabilmesi 10164 yıl alacaktır. Bu da 13,5 milyar yıllık kainat ömrünün 10150 katından fazla etmektedir. Açıktır ki Darwinistlerin iddia ettiği deneme yanılma yöntemiyle bir RNA molekülü asla oluşamaz. Enzimlerin ve nükleotidlerin yanında mutlaka kalıp olarak kullanılacak başka bir DNA/RNA varlığı şarttır.
Hayali bir ilkel dünyanın yaşamla bağdaşmayan koşullarında birdenbire kendiliğinden nükleotidlerin birleşmesi ile RNA molekülünün ortaya çıktığını iddia etmek, çaresizliğin getirdiği bir bilim dışı iddiadan öteye gitmeyecektir.
2- HAYALİ RNA MOLEKÜLÜ HİÇ VAR OLMADI
Darwinistlerce Dünyanın ilk zamanlarında var olduğu iddia edilen hayali RNA molekülü, bildiğimiz RNA moleküllerinden hem yapı hem de işlev olarak çok farklıdır. Çünkü enzimler olmadan günümüzde var olan RNA molekülünün üretilmesi imkansızdır. RNA dünyası tezinde var olduğu iddia edilen sahte RNA molekülünde riboz şekeri yerine başka bir şeker (resimde p-RNA), ya da ana yapıyı oluşturan şeker ve fosfat yerine proteinlerdeki gibi bir yapı (resimde PNA) hayal edilmiştir. Bu hayali RNA molekülüne günümüzdeki canlılarda hiçbir zaman rastlanmamıştır, ayrıca hiçbir fosil kaydında da bunlara benzer bir RNA molekülü gözlenmemiştir. Bu yapılar tamamen laboratuvarlarda özel çalışmalar sonucunda üretilmiştir. Ayrıca yapılan hiçbir çalışmada, hayali RNA dünyasında var olduğu iddia edilen sahte RNA molekülünün işlevlerini gerçekleştiren bir RNA molekülüne de rastlanmamıştır. Darwinistlerin günümüzde mevcut olan RNA moleküllerinden farklı RNA yapıtaşlarını kullanmalarının sebebi ise, canlılarda bulunan RNA moleküllerinin DNA ve enzimler olmadan asla bir araya gelemeyeceğinin farkında olunmasından kaynaklanmaktadır. Bu ise çizilen RNA dünyasının daha baştan hayali olduğunun kanıtıdır. Ayrıca çizilen hayali senaryonun bilimsel delillerle desteklenmiş karşılığı da yoktur.
2 (https://www.ncbi.nlm.nih.gov/books/NBK26876/)
Konunun tam anlaşılması için hem fosillerde hem günümüz canlılarında bulunan ve sık rastlanan 3 farklı RNA tipinin özellikleri aşağıda açıklanmıştır.
RNA molekülünün oluşması için öncelikle Adenin, Urasil, Guanin, Sitozin gibi nükleik asitlerin var olması gerekir. Ayrıca riboz şekeri ve fosfat molekülü de bulunmalıdır. RNA’nın bu yapı taşlarının kendi kendine tesadüfen oluşması imkansızdır. Çünkü nükleik asitler ve riboz şekeri hücrelerde kompleks metabolik üretim yollarıyla, çok özel enzimlerin ve biyolojik enerji yani ATP kaynaklı enerjinin varlığında üretilebilir. Yapıtaşlarının var olduğunu varsaysak bile, bunların bir araya gelerek Nükleik asit-riboz-fosfattan meydana gelen ana iskeleti, enzimler ve hücre ortamı olmadan oluşturabilmesi de imkansızdır.
Yine bir şekilde nükleik asit-riboz-fosfat bileşiklerinin oluştuğunu varsaysak bile, son ürün olan RNA molekülünün oluşumu da imkansızdır. Başta RNA polimeraz olmak üzere bir çok enzimin varlığını gerektirir. Bu enzimler olmadan iki nükleotidin dahi birleşmesi mümkün olamaz.
ATP, hücrelerde enerjinin taşınması ve yararlı halde depo edilmesinde ana moleküldür. Biraz önce değindiğimiz gibi, enerji olmadan hücrede sentez işlemleri gerçekleşemez. ATP bu enerjinin kaynağıdır. Ancak ilginç olan şudur ki, ATP molekülünün kendisi de RNA yapısında yer alan bir nükleotiddir. Özetle bir kısır döngü vardır; enerji için nükleotide, nükleotid için enerjiye ihtiyaç kaçınılmazdır. Bu da iki sistemin aynı anda varlığını zorunlu kılar.
Darwinistlerin hayali RNA dünyasında ise ortamda nasıl var olduğu açıklanamayan çok sayıda nükleotidden bahsedilir. Canlılarda yalnızca sağ-elli nükleotidler kullanılır. Darwinistlerin RNA dünyası tezindeki ilkel koşullarda ise sağ ve sol elli nükleotidlerin karışık halde olduğu iddia edilmektedir. İşte bu karışımın içinden canlılık için gereken RNA’yı oluşturacak sağ-elli nükleotidlerin nasıl seçilmiş olabileceği hayali RNA dünyası tezinde izah edilmemektedir.
4- RNA YAPI TAŞLARININ SUYUN İÇİNDE ÜRETİLMESİ SORUNU
Su yaşam için en gerekli yapılardan biri olsa da, canlılığı oluşturan moleküllerin çoğu suyun içerisinde farklı bir hale dönüşürler. RNA’nın yapı taşı olan moleküller de suyun içerisinde değişirler. Deaminasyon denen reaksiyon sonucu sitozin urasil’e, adenin hipoksantin’e, guanin ise ksantin’e dönüşür. Değişen nükleotidler ile bilgilerin taşınması imkansızdır. Suyun içerisinde nükleotidlerin nasıl olup da değişmedikleri ya da değişen nükleotidler ile bilginin nasıl taşındığı da RNA Dünyası tezinde açıklanamamaktadır.
3 (http://www.ffame.org/pubs/Neveu13_The_strong_RNA_world_hypoythesis_Fifty_years_old.pdf)
Hipksantin - Urasil - Ksantin
Suyun içerisinde nükleotidleri şekerler ile bağlayan glikozidik bağlar ve bu yapıları bir arada tutan fosfodiester bağları da kararsız ve kolay kopan bir şekle dönüşürler ki bu, su varlığında nükleotid sentezinin gerçekleşemeyeceğini gösterir. Hücre içinde, ancak enzimlerin ve ribozomun varlığında suyun negatif etkisi ortadan kaldırılmış olur. Şu çok açıktır ki hayali RNA dünyasında, herhangi bir RNA molekülünün hiçbir şekilde oluşması mümkün değildir.
5- RNA MOLEKÜLÜ, KARARSIZ BİR YAPIYA SAHİPTİR
RNA molekülü hem içerdiği riboz şekeri, hem tek zincirli olması, hem de yapısına timin yerine urasil nükleotidi katılması nedeniyle DNA molekülünden daha kararsızdır. Tek zincirli RNA molekülleri oluştuktan sonra çok hassas bir koşulda tutulmaları gereklidir. RNA dünyası tezinde ise bunun tam tersi bir durum söz konusudur ve RNA’nın pH seviyesi sürekli kontrol edilen korunaklı bir ortamda RNA yapısının kararlılığının mümkün olabileceği öngörülmektedir. Oysa ki, doğal şartlar altında bu denli yüksek kontrollü bir ortamın oluşabilmesi mümkün değildir. Doğada pH şartları her an değişebilmektedir. Bu denli hassas tutulan pH değerleri ancak canlı organizma içinde mümkün olabilir. PH dışında sıcaklık değişimi, ultraviyole ışınlarına maruziyet gibi daha pek çok zorluk RNA’nın yapısının bozulmasına yetecektir.
Bu maddelerde de açıkça görüldüğü gibi hayali RNA dünyasında nasıl olup da tüm gerekli özelliklere sahip, ideal bir RNA’nın kendiliğinden tesadüfler sonucu oluştuğu ve kopyalamayı devam ettirdiği açıklanamamaktadır.
HAYALİ RNA DÜNYASI İDDİASI KİMİ DARWİNİSTLER TARAFINDAN BİLE TERK EDİLMİŞTİR
Buraya kadar özet olarak anlattığımız bütün gereklilikler ve Darwinistlerce "ilkel dünya" olarak nitelendirilen dünyanın ilk zamanlarındaki ortam şartlarına dair bulgular, bazı evrimci bilim adamlarının bile hayali RNA dünyasından vazgeçmesine sebep olmuştur.
Daha RNA'yı oluşturan nükleotidlerin tek birinin bile oluşması kesinlikle rastlantılarla açıklanamazken, acaba hayali nükleotidler nasıl uygun bir dizilimde biraraya gelerek RNA'yı oluşturmuşlardır? Evrimci biyolog John Horgan RNA'nın tesadüfen oluşmasının imkansızlığını şöyle kabullenir:
Evrimci, İngiliz Kimyacı Leslie Orgel RNA’nın Prebiyotik olarak, yani canlılar olmadan, kendiliğinden ortaya çıkması iddiasının, bilimsel olarak ispatlanamadığını şu şekilde ifade ediyor:
Yaşamın kökeni konusunda çalışmaları olan profesör Gerald Joyce RNA ile ilgili çalışmalarında karşılaştığı zorlukları aşağıdaki şekilde anlatıyor:
... İkincisi ise RNA mantıklı bir Prebiyotik molekül değil, ilkel dünya koşullarında yeterli miktarda üretilmesi imkansız.
RNA DÜNYASI TEZİ EVRİMCİLER İÇİN KABUSA DÖNÜŞEN BİR RÜYADAN İBARETTİR
RNA dünyası tezi Darwinistler tarafından ilk hayal edildiğinde “Moleküler Biyoloğun Rüyası” olarak isimlendirilmiştir. Çünkü böyle bir dünyanın ve böyle bir RNA molekülünün hiç var olmadığı aslında evrimci bilim insanları tarafından da çok net bilinmektedir. Devam eden araştırmalar ise hayali RNA dünyasının hiç var olmadığını gösterdikçe bu rüya kabusa dönüşmüş ve bilim dünyasında “Prebiyotik Kimyagerin Kabusu” adını almıştır. (http://www.ffame.org/pubs/Neveu13_The_strong_RNA_world_hypoythesis_Fifty_years_old.pdf)
Bütün bu gelişmelerin sonucu şudur; RNA dünyası tezi, tamamen bir rüya olarak tasarlanmış ve bilimsel olarak araştırıldıkça imkansızlığı ve mantıksızlığı görülmüş ve evrimciler için bir kabusa dönüşmüştür.
Bütün bunlara rağmen hala çeşitli deneyler yaparak, hayali RNA dünyasındaki RNA moleküllerini oluşturduğunu iddia eden bilim adamlarının, öncelikle şu sorulara yanıt vermesi gerekir:
Evrimciler yukarıdaki sorulara cevap veremezler. Bu durum çok açık göstermektedir ki, hayali RNA dünyası ve bu dünyada var olduğu iddia edilen kendi kendini kopyalayabilen RNA molekülü gerçekte hiç var olmamıştır.
Hayali RNA dünyasında herhangi bir RNA molekülünün kendiliğinden oluşması hatta bu molekülü oluşturan yapıtaşlarının bile kendiliğinden VAR OLMASI İMKANSIZDIR.
Bir başka deyişle canlılığın, cansızdan canlılığa doğru giden hayali aşamalarla VAR OLMASI İMKANSIZDIR.
Hiç var olmamış bir molekülün “canlılığa giden bir organizasyon” kurmasını beklemek ve iddia etmek bilimden uzaktır; sadece HEDEF SAPTIRMADIR.
En eski fosil verilerinde rastlanan hücrelerin içerisinde DNA, RNA, ribozom gibi kompleks yapılar bulunur. Ve bu hücreler de, kompleks yapıların tümü de sözde evrimsel mekanizmalar ile ortaya çıkmamış, bir anda var olmuş yani YARATILMIŞTIR.
Darwinistlerin canlılığı açıklayabilmeleri için öncelikle BİR HÜCRENİN oluşumunu açıklamaları gerekir. Fakat henüz TEK BİR PROTEİNİN KENDİ KENDİNE OLUŞUMU DAHİ evrim teorisinin mekanizmalarıyla AÇIKLANAMAMAKTADIR.
Moleküler düzeyde yapılan her türlü bilimsel çalışma cansızlıktan canlılığın var olamayacağını, 20. yüzyılda ispat etmiş, 21. yüzyılın gelişen bilimi ile de bu gerçek teyid edilmiştir. Evrimcilerin sonuçsuz çabaları devam ederken, elde edilen tüm bilimsel veriler Darwinizm’i çürütmektedir.