Vicdan sahibi her insan, içinde yaşadığı toplumun sorunları hakkında düşünür ve bunlara bir çözüm bulma ihtiyacı hisseder. İnsan vicdanının bir gereği olan bu ``çözüm`` isteği, aynı zamanda Allah`ın Müslümanlar için belirlediği bir görevdir. Kuran`a göre her Müslüman ``iyiliği emredip kötülüğü engellemekle`` sorumludur. Peki içinde yaşadığımız çağda bu görev nasıl yerine getirilecektir? Elbette her vicdanlı insan, bu görevi yakın çevresindeki insanlara öğüt vererek, onları ahlaklı olmaya teşvik ederek gerçekleştirebilir. Bir baba çocuğuna adaleti, dürüstlüğü, şefkati, tevazuyu öğretebilir. Onu insanların haklarını yememesi, riyakarlıktan kaçınması, yalan söylememesi, kendisini yaratmış olan Allah`a karşı taşıdığı sorumluluğu bilmesi ve bu şuurla yaşaması için eğitebilir. Eğer toplumdaki her sorumluluk sahibi insan böyle davranırsa, kuşkusuz toplum da büyük ölçüde ‘iyiliği` benimsemiş ve ‘kötülükten men edilmiş` bir toplum olacaktır.
Toplumsal Hastalıkların Kökenini Teşhis Edebilmek
Dünyadaki günlük gazetelerin bir kısmında bazı sayfalar tüm dünyada yaşanan dramatik olaylara ayrılmıştır. Basit bir anlaşmazlık sonucunda birbirlerini bıçaklayanlar, mirasına konmak için yaşlı babasını acımasızca öldüren hain evlatlar, çalıştığı şirketi dolandıran işçiler, çalıştırdığı insanlara hiçbir merhamet göstermeyen zalim patronlar ve saymakla bitmeyecek facialar...
Birçok insan bunları ‘normal` ve ‘kaçınılmaz` olaylar gibi görebilmektedir. Oysa bunlar gerçekte toplumlarda yayılan ‘çarpık dünya görüşü`nün sonuçlarıdır. Küçük yaşlarından itibaren ‘bu dünyaya bir kez geliyorsun, tadını çıkar`, ‘hayat bir kavgadır, güçlüler kazanır`, ‘eğer sen ezmezsen, başkaları seni ezer` gibi telkinler altında yetişen, seyrettikleri filmlerde, dinledikleri şarkılarda sürekli olarak bu mesajlarla beyni yıkanan kitleler oluşmaktadır ve söz konusu ‘üçüncü sayfa haberleri`, bu gibi insanların yaptıkları davranışları içermektedir.
Birçok toplumu etkisi altına alan bu ahlaki çürüme herkesçe bilinmekte, ama bir türlü çözümü bulunamamaktadır. Bunun bir sebebi, başta belirttiğimiz gibi bu çürümenin ‘normal` görülmesidir. İkinci bir sebep ise, çoğu insanın bu çürümenin gerçek sebebini fark edememesidir. Sorunun sadece polisiye tedbirlerle, teftiş mekanizmalarının güçlendirilmesiyle çözülebileceğini sanmaktadırlar.
Elbette söz konusu ‘teknik` tedbirler gereklidir, ama asıl çözüm toplumlardaki bu hastalığın fikri kaynağını bulmak ve bu hastalığı eğitimle tedavi etmektir.
Topluma Zarar Veren Düşüncelerin Dayandığı Felsefeler
‘İnsan nedir`, ‘ne için vardır` ve ‘ne için yaşamaktadır` gibi temel sorulara verilen felsefi cevaplar, bir toplumu çok derinden etkiler. (Harun Yahya, Kuran`ı Rehber Edinmek)
Gerçekten de bu sorular üzerinde düşünen insanlar, kendi toplarının çok küçük bir kesimidir. Ama topluma yön veren de bunlardır. Bu kesim üniversitelerde, medyada, pek çok bilimsel kurumda, sanat ve edebiyat alanında, sinemada, televizyonda ve insanları yönlendiren her türlü kurumda güçlü ve hakim durumdadır. İşte, topluma ‘hayat bir kavgadır, güçlüler kazanır`, ‘eğer sen ezmezsen, başkaları seni ezer` gibi telkinleri verenler de bunlardır. Düşünce dünyasına baktığımızda, toplumu bir savaş meydanı, bir ‘arena` gibi gören felsefenin ne olduğunu da kolaylıkla bulabiliriz:
Bu felsefe, Darwin`in evrim teorisinin sosyal bilimlere uyarlanmasından ibaret olan ‘Sosyal Darwinizm`dir. Darwin, canlılığın tesadüfler sonucunda ortaya çıktığını ve ‘yaşam mücadelesi` sayesinde geliştiğini öne sürmüş, insanın da bir hayvan türü olduğunu dolayısıyla ‘orman yasaları`nın insanlar için de geçerli olduğunu iddia etmiştir. Hiçbir bilimsel dayanağı olmayan bu iddia, bilim maskesine bürünerek yayılmış ve 19. yüzyılın ikinci yarısı ile 20. yüzyıla damgasını vurmuştur. Darwinist ‘çatışma` kavramı, Marksistler tarafından ‘sınıf çatışması`, ırkçılar tarafından ‘ırk çatışması`, kapitalistler tarafından ise ‘bireysel çıkar çatışması` olarak yorumlanmış ve büyük bir tutkuyla benimsenmiştir. Darwinizm, özellikle bir toplumun içindeki eşitsizlikleri, çıkar çatışmalarını meşrulaştırmış ve ‘büyük balık küçük balığı yutar` düşüncesinin sözde bilimsel dayanağı olmuştur.
Sosyal Darwinizm
İşte `ahlaki dejenerasyon` dediğimiz olgunun temelinde, söz konusu Sosyal Darwinist ideoloji yatmaktadır. Üçüncü sayfa haberlerine malzeme olan insanlar, Darwinizm`i duymamış bile olabilirler. Ama onların etkilendikleri ‘düşünce öncüsü` bazı kişiler, Darwinizm`e inanmakta, kendilerini Allah`ın yaratmış olduğunu ve O`na karşı sorumlu kullar olarak değil de, tesadüfen türemiş ve tek amacı çıkarını korumak olan, maymunların akrabası gelişmiş hayvanlar gibi görmektedirler. Nitekim gazetelerinde, dergilerinde, ekranlarında bu Darwinist mesajı düzenli olarak vermektedirler. Bazı gazetelerde sık sık rastlanan ‘Atalarımız Maymundu`, ‘Darwin Haklı Çıktı` gibi haberler, bilinçli bir propagandanın ürünüdür. Oysa insan Darwinizm`in iddia ettiği gibi tesadüflerin ürünü bir hayvan değildir. İnsanı hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah yaratmıştır ve insan O`nun öğrettiği ahlaka göre yaşamakla sorumludur. Ve bilim, Darwinist propagandanın aksine, akılcılıktan uzak Darwinizm`i değil, yaratılış gerçeğini doğrulamaktadır. İşte bu nedenle, günümüz Müslümanlarının ‘iyiliği emredip kötülükten men etme` görevinin içinde, söz konusu Darwinist felsefenin tüm dünyada yıkılması ve insanların bu aldatmacadan kurtarılmasının büyük bir yeri vardır. Toplumlardaki hastalıklara karşı getirilecek çözümlerin başında bu gelmektedir. Önemli olan, insanlara ‘acımasız olun, kimseyi umursamayın, çalın, öldürün, dolandırın, nasıl olsa hayvandan türeyen bir yaratıksınız ve ölünce yok olacaksınız` diye fısıldayan sesin susturulmasıdır. Bu ses fikri bir mücadele ile susturulduğunda, bununla uyuşturulmuş olan kitleler de gerçekleri görecek ve bu dünyada ne için var olduklarını anlayacaklardır.