Dünya hayatı, nimetlerle, güzelliklerle, zenginliklerle, renklerle süslenmiştir. İnsanın sahip olduğu kusursuz beden, milyonlarca çeşit bitki ve hayvan, devasa yıldızların ve gezegenlerin hakim olduğu evren ve daha sayısız detay, bir mükemmellik ve denge içinde varlığını sürdürmektedir.
Dünyada görülen güzellikler ve insana sunulan nimetler, Allah (cc)'ın kusursuz eserlerinin tecellilerindendir. Bunlar dünyaya ait olarak yaratılmışlardır ama bunların her birinin bir ömrü vardır. Her biri, dünya hayatında kendisi için belirlenmiş süre sona erdiğinde mutlaka ölümle buluşacaktır. Örneğin insan, dünyada oldukça kısa bir zaman yaşar. Dalından kopan bir meyvenin ömrü ise çok kısadır. Elde ettiğimiz maddi nimetlerin tümü çürüyüp bozulmakta, güzelliğini ve işlerliğini yitirmektedir. Şu an var olan pek çok şey, bundan 60 yıl sonra belki olmayacak, genç ve güzel bir insan tanınmaz hale gelecek, bugünün en güzel arabası hurdaya dönüşecektir. İçinde yaşadığımız dünya, hatta uçsuz bucaksız evren de, kendisini bekleyen sona doğru yaklaşmaktadır. Dünya hayatında bilip gördüğümüz hiçbir şey, sonsuzluk özelliğine sahip değildir.
İnsana tüm bunlar doğal bir süreçmiş gibi gelir. İnsanın yaşlanması, evlerin arabaların eskimesi, meyvenin çürümesi, çiçeğin solması günlük yaşamın parçası olarak algılanır. Oysa tüm bu geçiciliğin insana verdiği mesaj çok açıktır: Dünya, insan için yaratılmış asıl hayat değildir. Tüm bunları algılayan, gören, seyreden ama hiç yaşlanmayan, hiç bozulmayan, hiç eskimeyen yegane varlığın, yani ruhun, sonsuz yaşamını sürdüreceği ahiret hayatının varlığı açıktır. Bu geçici dünya hayatının bir yaratılış sebebi vardır ve insan bu gerçeğin farkında olarak yaşamakla sorumludur.
Allah (cc), insanların dünyanın aldatıcılığına kanmamaları, bu gerçeği düşünmeleri için Kuran'da çeşitli örnekler vermiştir:
Dünya hayatının örneği, ancak gökten indirdiğimiz, onunla insanların ve hayvanların yediği yeryüzünün bitkisi karışmış olan bir su gibidir. Öyle ki yer, güzelliğini takınıp süslendiği ve ahalisi gerçekten ona güç yetirdiklerini sanmışlarken (işte tam bu sırada) gece veya gündüz ona emrimiz gelmiştir de, dün sanki hiçbir zenginliği yokmuş gibi, onu kökünden biçilip atılmış bir durumda kılmışız. Düşünen bir topluluk için Biz ayetleri böyle birer birer açıklarız. (Yunus Suresi, 24)
Dünya hayatının geçiciliği konusu, üzerinde düşünülmesi gereken çok önemli bir konudur. Bu gerçeği düşünüp fark eden bir insan, geçici dünyaya ait hırslardan, üstünlük arzusundan, maddi çıkar beklentisinden, menfaat düşkünlüğünden uzaklaşır. Bir gün ölümle mutlaka buluşacağını ve asıl hayat olan ahiret hayatı ile karşılaşacağını hiçbir zaman aklından çıkarmaz. Her şeyi yoktan var edenin, tüm nimetleri ve güzellikleri insanlara ikram edenin ve ahireti yaratanın yüce Allah (cc) olduğunu kavrar. Bu kavrayış ile, dünyadaki nimetlerin, yalnızca ahiretteki sonsuz güzelliklerin birer habercisi olduğunu; hiç tükenmeyecek, hiç eksilmeyecek ve hiç bozulmayacak sonsuz bir dünyanın iman edenlere cennette sunulacağını fark eder. İnsanın, dünya hayatının geçiciliği üzerine düşünmesi, onu dünyada da ahirette de huzurlu ve mutmain kılacaktır. Dünya hırslarından ve geçici beklentilerinden sıyrılmış olmanın huzuru ve ahiret beklentisi, bir insanın dünyada sahip olacağı en büyük nimetlerden biridir. Dünyanın geçiciliği gerçeğinden kaçmakta olanlar ise, menfaat hırsının ve gelecek endişesinin getirdiği sıkıntı ve zorluklara katlanmak zorundadırlar. Kendileri de dahil olmak üzere, etraflarındaki her şeyin yaşlanıp eskimekte olduğunu görmenin huzursuzluğunu yaşarlar. Menfaat elde etme peşinde koşarlar ama edindikleri menfaatler hiçbir zaman kendilerine tatmin duygusu vermez. Allah (cc)'a iman etmeyi reddedip, geçici dünyanın mutlak varlığına inanan bu insanlar, ahirette de nimetlerden uzaklaştırılacaklardır. Allah (cc), bir ayetinde şöyle buyurur:
Onlar, dinlerini bir eğlence ve oyun (konusu) edinmişlerdi ve dünya hayatı onları aldatmıştı. Onlar, bu günleriyle karşılaşmayı unuttukları ve Bizim ayetlerimizi ‘yok sayarak tanımadıkları` gibi, Biz de bugün onları unutacağız. (A`raf Suresi, 51)