Batı ülkeleri ise bu İslam coğrafyasında yaşanan iç karışıklık ve çatışmaları önemsememektedir. Hatta İslam ülkelerindeki ölümler onlar için bir değer de arz etmemektedir. Bir yunus balığı veya bir balina kıyıya vursa ve ölümle pençeleşse haber bültenlerinde bunu ilk haber olarak veren, adeta bir muhabir ordusunu olay yerine intikal ettiren birçok medya kuruluşu, İslam ülkelerinde yaşanan toplu ölümleri değersiz haberler kategorisinde görmektedir.
Diğer taraftan bazı İslam ülkeleri de kendi iç sorunları içinde komşu ülkelerde ne tür acılar yaşandığını göremez hale gelmiştir.
Irak’ta da durum bu şekildedir ve bugün işgal şartları bitmesine rağmen ülkede tam anlamıyla bir cinnet ortamı yaşanmaya devam etmektedir. Neredeyse her gün patlayan bomba yüklü araçlar, kalabalık insan toplulukları arasına dalıp katliam yapan intihar bombacıları, sağa sola savrulmuş cesetler ve oluk oluk akan kardeş kanı, ülkeyi adeta cehenneme çevirmiştir. Ancak bu yaşanan vahşet, dünya kamuoyunda gündeme dahi getirilmemekte, çözüm yolları konuşulmamaktadır. Irak şimdi de İŞİD isimli radikal örgütün işgaline maruz kaldı. Irak savaşından beri dinmeyen felaketlere bir yenisi eklenmiş oldu.
Sadece 2013 yılında Irak’ta şiddet olayları sonucu ölenlerin sayısı 7 bine yaklaşmıştır. Irak’ın 2003 yılında başlayan ve 2011’de sona eren işgal döneminde ise kaç kişinin öldüğü tam kayda geçirilmemiş olmakla birlikte, BBC’nin haberinde Iraq Body Count isimli grubun verdiği rakamlara göre 461 bin kişi hayatını kaybetmiştir http://blog.radikal.com.tr/Sayfa/bbcden-yeni-bir-rapor-irakta-kac-sivil-oldu-36374 The Guardian gazetesinin haberinde yer alan ORB isimli bir araştırma şirketinin yaptığı ankete göre 1,2 milyon insan yaşamını yitirmiştir. http://yenisafak.com.tr/Dunya/?t=16.09.2007&i=68967 İşgal sonrası artık ortalığın durulacağı beklenirken, şiddet olayları aynı şekilde can almaya devam etmektedir.
Nitekim Independent gazetesinden Patrick Cockburn, “Dünya Irak’ı nasıl unuttu” başlığıyla hazırladığı dosyada, siyasi, ekonomik ve toplumsal bir kriz yaşayan Irak’ın giderek daha da bölündüğünü yazmıştır. Cockburn, “ABD ve Britanya 10 yıl önce Irak’ı işgal ettiğinde neyi hedeflemiş olursa olsun, ortaya çıkan sonuç başarılı ve refah içinde bir ülke olmadı…” diyerek ülkedeki durumu özetlemiştir. http://hepsi10numara.com/irakda-10-yilda-1-milyon-kisi-oldu/ Bunun sonuçları şimdi çok daha açık görülebiliyor. Ülkedeki mezhepsel, ekonomik, sosyal kriz, ülkenin radikal örgütlerin bir cephesi olmasına adeta zemin hazırladı.
Irak’ın sadece son on yılına değil, Saddam dönemi ve öncesinin de şiddet ve katliamlarına bakıldığında son 40 yıldır süren savaş ve kardeş kavgalarının, ardında bir milyonun üzerinde dul kadın bıraktığı hesaplanmaktadır. Hiçbir güvencesi olmayan bu kadınların durumu da belirsizdir. Özetle Irak, kendi kendini yok eden bir yapıya bürünmüştür. http://tr.euronews.com/2012/06/13/savasin-yalniz-biraktigi-kadinlar/
Petrol üreticisi ülkeler (OPEC) arasında ikinci sıraya tırmanan Irak’ta ekonomik canlanmanın izlerini Bağdat sokaklarında kısmen görmek mümkün iken artan şiddet ülke refahını tümüyle ortadan kaldırmaktadır. Irak’ın her görüşteki vatandaşına yetecek genişlikte toprak, ekonomik imkan ve fırsatlara sahip olmasına rağmen sırf fikir ayrılıkları ve cehalet yüzünden süren şiddet olayları koskoca bir ülkeyi kan gölüne dönüştürmektedir.
Peki, yaşanan bunca acıya değmiş midir ya da ülke daha iyiye gitmiş midir? Savaşarak ve çatışarak dünyanın neresinde düzen sağlanmış, istikrara ulaşılmıştır ki Irak’ta ulaşılacak olsun? Üstelik şu anda Irak’ın üçe bölünme ihtimali ciddi olarak gündeme geliyorken. Bu mantıkla bir yere varılamayacağı aşikardır. Akl-ı selim sahibi Müslümanların bu konuda acil bir adım atması ve ortamı yatıştırıcı açıklamalar yapması ve radikal grupların zihniyetini değiştirmeleri şarttır.
Farklı görüşlerde olmak niçin kavga etmeyi, öldürmeyi, kin ve husumet beslemeyi gerektirsin?
Tabii ki bunlara hiç gerek yok. Diğer taraftan çatışmalar çatışmaları, şiddet şiddeti ve bunun beraberinde gelen ölümler kin ve nefreti arttırmaktan başka bir işe yaramamaktadır. Bu tür saldırgan yaklaşımların her zaman bir kör düğüm oluşturacağı da unutulmamalıdır. İnsanlar öldükçe nesillerden nesillere aktarılan bir öfke de coğrafyaya hakim olmakta, bundan da sadece İslam ülkeleri ve Müslümanlar zararlı çıkmaktadır. Irak böyle bir ortamda yüzlerce yıl geçse de barış ve huzuru bulamayacak, dolayısıyla Ortadoğu da bu durumdan ziyadesiyle olumsuz bir şekilde etkilenecektir. Harabeye dönmüş, birbiriyle kavgalı kardeşlerin olduğu bir ortamda kimse huzur bulamayacak, sevgi politikalarından da söz edilemeyecektir.
Sonuçta herkesin ortak noktası kendi ülkeleri içinde barışla, huzurlu ve mutlu bir şekilde ülkenin herkese yetecek kaynaklarıyla birlikte yaşamak olmalıdır. Dolayısıyla çatışmak için hiçbir mantıklı ve geçerli sebep olmadığı ortadadır.
Oysa ki saygı, anlayış ve hoşgörü ile yaklaşmak çatışmaktan çok daha kolaydır. İŞİD gibi radikal gurupların sebep olduğu vahşet ve öfkeye eğitimle karşılık verilebilir. İslam'ın korku, öfke ve savaş dini değil sevgi, barış ve kardeşlik dini olduğu Kuran'dan delillerle gösterilebilir. Üstelik bu değerlere gereği gibi sahip çıkılsa hiç kimse ağır bedeller ödeme zorunda da kalmaz. Kimsenin canının yanacağı bir durum yaşanmaz. Daha kolayı ve daha güzeli varken neden sadece sıkıntı ve zulüm getiren bir yaklaşımda olunsun. Bu akla da, mantığa da, vicdana da aykırıdır.
Özellikle şu devirde her Müslüman daha fazla itidal çağrısı yapmalı, savaş değil saygı, hoşgörü ve anlayış istediğini vurgulamalıdır. Zira bu hepimizin ortak meselesidir. Eğer elbirliği ile çözüm üretemezsek sorunun daha da büyüyerek devam etmesi kaçınılmaz olacaktır. Bu konuda da İİT’nin bürokratik yapısı kat kat ileriye götürülmeli, AB modelli bir İslam Ülkeleri Birliği oluşturulmalıdır. Bu birlik olduğunda Suriye ve Irak’taki problemler uzamadan çözülme imkanını bulacaktır Allah’ın izniyle.
Adnan Oktar'ın Arab News ve Milli Gazette'de yayınlanan makalesi: