Ademin çocukları, yeryüzünün başka güzellikleri ile tanışmak için göç yolundalardı. Coşkun akan nehrin hemen yanında gördükleri kırmızı üzümleri yediklerinde, burada daha fazla vakit geçirmek istediler ve burayı yurt edindiler. Salkım salkım üzümlerin suyunu içmekte, asma yapraklarını da yemeklerde kullanmayı öğrendiler. Böyle güzel ve lezzetli bir besin için Allah’a şükrettiler. Bu yaşadıklarını ve duygularını, sonraki nesillere aktarmanın en iyi ve estetik yolu olarak mağra duvarlarına onbinlerce yıl çıkmayacak boyalarla ifade etmeyi seçtiler.
Çocukları bu leziz meyve ile o kadar çok beslendiler ki, onu kanıksadılar. Artık salkım salkım yeşilli kırmızılı üzümler onlara sıradan geliyordu. Bu sıradanlıktan ve kanıksamadan dolayı Allah’a şükretmeyi sıklıkla unutur oldular. Bunun üzerine içlerinden bir uyarıcı, şükretmelerini gerektiğini, üzüm salkımında kendilerinin bilmediği daha bir sürü faydanın olduğunu devamlı anlattı ve uyardı.
Yeni nesil kendisini düzeltmekte özenli davrandı ve samimi şükürlerinin ve çalışmalarının bir karşılığı olarak, belli bir miktar şıradan pekmez ve kuruttukları üzümlerden de kuru üzüm yapar oldular. Yurtlarında üzüm bağları kurdular. Çoğu kişi, özel bağlarında çeşit çeşit üzüm yetiştirdi. Bunlar dillere destan bağlar olarak tarihe geçti.
O ihtişamlı, yeşilli kırmızılı üzümlerin bulunduğu, rengarenk bağlar, onları yetiştirenlerini böbürlendirdi. Beklettikleri üzüm suyundan tüm vücudu zehirleyen, aklı bulandıran alkolü yaptılar. Hayvani zevkleri uğruna köle gibi çalıştırdıkları kardeşlerini ötekileştirdiler. İstediklerine veriyor istediklerinden de alıyorlardı. Böylesi ancak insan üstü bir gücün etkisiyle oluşturulabileceği gibi sapkın bir düşünce içinde kendilerini buldular. Kendi devasa heykellerini diktiler. Ezilen diğerleri, kendilerini bir ikon (sahte ilah) hale getirdiler. İkonları da onlara kendilerini daha da aşağılık hissetmeleri için, sudan tesadüfen meydana geldikleri telkininde bulundu. Aldıkları bu zorunlu eğitim onların ezilmelerini kat be kat arttı. Sonra içlerinden bir uyarıcı bu ezilenler için bir kurtarıcı olarak seçildi. Kendilerine, cansız topraktan, tatsız bir nehirle birleşip, bu güzel bağların oluşmayacağını ve bundaki asıl hikmeti detaylarıyla anlattı ve onların hakikaten kendiliğinden böyle bir üzüm tanesinin dahi oluşamayacağına kanaat getirdiler ve ne zamandır unuttukları yüce Yaratan’a verdiği nimetler için şükretmeyi hatırladılar. Bağ sahiplerinin heykellerini kırdılar. Baskı ve zulümden kurtulan insanlar bilimde ve sanatta çok ilerlediler. Torunlarını da içeren bir rahmete kavuştular.
Sonraki nesillerin zamanında, kuraklık baş gösterdi. Her türlü güzellikleri ellerinden gitti. O eski yeşil yeşil akan nehir akmaz oldu. Bağlar kurudu. Meskenler soldu. Eski güzel anıları canlandırmak adına, eski atalarının heykellerini yaptılar. Eski günlerin hatırına eğlenceler düzenlediler, süslü şiirlerle vakitlerini öldürdüler ve şükretmeyi yine sıklıkla unutanlardan oldular. Bununla beraber içlerinden uyarıcı olarak yüce Allah tarafından seçilmiş insanların ilettiği ayetleri, atalarının yaptıkları gibi, kendi hevaları uğruna değiştirdiler. Hatta kendilerini uyarmaya gelenleri kendilerinden uzak tuttular, öldürmeye çalıştılar. Azgınlıklarından bir çok kez kan döktüler. Bu yaptıkları başlarına gelen belaları daha da arttırdı. Birbirinden iyice koptular.
Allah, içlerinden, en emin olan, yaratılmışların en güzelini ve üstününü son kez peygamber olarak onları uyarması için seçti. Çünkü Adem’in çocukları için, hesabın verileceği o gün, son zaman, çok yakındı.
Bir çok kişi yeniden şükretmeye başladı. Uzun süredir unutulan sevgi insanların kalbine yerleşti. Tüm putlar kırıldı. Herkes kendisi için sakladıkları üzümleri, pekmezleri, kardeşleri ile karşılıksız olarak paylaştılar. Herkes bağında evinin bahçesinde asma yetiştirir oldu. Birçok insan kendilerinden bu işin ilmini öğrendi. Bilinen dünyaya huzurun, saadetin ne olduğunu gösterdiler. Bu yüzden o çağa saadet çağı dendi.
Sonraları bu tatlı meyve yine halk tarafından kanıksandı. Çünkü çok fazla üretiliyordu. Bolluk ve bereket yerini israfa bıraktı. İsraf ise şükür etmelerini unutturdu. Bununla beraber sonraki nesilden çalışkan olanları, üzüm meyvesini endüstriye dönüştürdüler. Kendine özgü fabrikalarda üzüm suyundan sirkeye, konserve sarmadan kuru üzüme kadar bir çok farklı ürün üretitiler. Çok kazandılar. Bu gücü kendilerinden bilerek böbürlendiler. Enaniyetlerinin etkisi altına girdiler ve diğerlerini aşağı gördüler. Sapkın atalarından gördüklerini kendi zamanlarına uyarladılar ve insanın tesadüfen maymundan geldiği fantezisini kurguladılar. Bu sayede sözde gelişimini tamamlayamamış diğer insanların ellerindeki bağlara, daha iyi bakacakları iddiası ile el koyabilecekler ve dünya genelinde de kendilerince haklı bir kamuoyu oluşturabileceklerdi. Bu uydurmalarını, tüm insanlığa yaymak için, bazı sözde bilim adamlarını bu noktaya odaklattılar ve eğitim kuruluşlarını bu temelde inşa ettiler. Dünyayı fesada boğdular. Kanaatkar şükredenleri de kendi içlerinde fitne çıkartarak birbirinden uzaklaştırdılar ve bir çoğunu kandırdılar, bir çoğunu da şüpheye düşürdüler.
Elde ettikleri netice ise, atalarının bile başına gelmeyen, kendilerinin de hayal edemedikleri belalara maruz kalmaları oldu. Şaraplar su gibi akıyordu. Kanları da... Yüz milyonlarca insan öldürüldü. Katliamlar bitmek bilmiyordu. Beti benze atmış bunalımdaki bu insanlar alkol alıp, kendilerini ve akıllarını zehirlemelerine rağmen yine de bu belaları unatmıyor, bu buhrandan kurtulamıyorlardı.
İçlerinden saadet çağındaki güzellikleri isteyen ve zamanını tefekkürle geçiren daha önceden müjdelenmiş bir genç çıktı. Henüz çocukluk yıllarında, serin ve gürül gürül akan yeşil bir nehrin yakınında gördüğü asma yaprağının arkasına saklanmış kırmızı üzüm salkımından kopardığı iri bir tanenin ağzında bıraktığı lezzet için şükrediyordu. Kendiliğinden oluşamayacak bu güzelliğin, yine kendiliğinden oluşamayacak kadar karmaşık bir bedenin bu lezzetli neticeyi algılaması, O’nu, o anda, derinden etkiledi. Bunu, bu kanıksamış topluluğa, kandırıldığı ve uyutulduğu yolu kullanarak anlatmaya ve bu uğurda gençliğini hatta ömrünü adamaya karar verdi. Ancak vakit sıkışıklığı o vaziyetteydi ki kendinden önceki uyarıcıların ve henüz sesleri cılız çıkan ama şükreden alimlerin eserlerinden faydalanarak hak düşüncesini yaymaya karar verdi.
Çok etkili saldırıya maruz kaldı ancak seçilmiş kişinin kullandığı etkin fen ve sanat araçları, birleştirici ve berrak uslubu, bu dağınık, fitnenin her yerine nüfuz ettiği umutsuz topluluktaki zihinlerin açılmasına, gönüllerin ferahlamasına neden oldu. İnsanlar O’nun fikirlerini candan, kalben ve fikren benimsedi ve bu büyük belanın son bulması için ötekilerle gönül rızasıyla birleştiler. Acıları bitirmek için daha büyük acılar bekleyenler de böyle düşündüklerinden utandılar. Üzümün daha bilinmeyen bir çok çeşidi gelişen bilim ve gen teknolojisi sayesinde aklı açık insanlar arasında lezzet kaynağı oldu. Dünya, daha önce görmediği bir güzellik, mutluluk ve heyecan gördü. Yeryüzü kalpleri ve dilleri Allah’a samimi şükür eden insanlarla huzur buldu...
...Yeşil nehirden gelen hoş bir rüzgar asma yaprakları arasından geçerek, yatağında oturan çocuğun içini heyecanlandırdı. Çocuk, tabağındaki son üzüm tanesini büyük bir iştahla yutarken, ayndada beyazlamış saçlarını gördü. Çok şaşırdı ve babasından kalan geçmişe dair notlardan okuyamadıklarını merak ederken, güzel bir uyku kendisini aldı.
Serkan Doğan