Bu yazıda Güney Afrika"daki Sterkfontein mağarasında daha önceden bulunmuş bir Australopithecus fosili üzerinde ilk kez denenen bir tarihlendirme yöntemi haberi verilmektedir. Bu iddiaya verdiğimiz cevabı buradan okuyabilirsiniz.
Bu yazıda ise prion proteini üreten gen üzerinde yapılan bir araştırma ve bu araştırmanın insanlığın sözde evrimsel tarihindeki yamyamlık hakkında ortaya koyduğu spekülasyonlara yer verilmektedir. Bu iddiaya verdiğimiz cevabı buradan okuyabilirsiniz.
Bilim ve Teknik dergisinin Mayıs 2003 sayısında ayrıca bir de "Çiçeğe Göre Gaga, Gagaya Göre Çiçek" başlıklı bir yazı yayınlandı. Science dergisinin 25 Nisan 2003 tarihli sayısında çıkan bir araştırmayı haber veren yazıda, Karayip adalarında yaşayan bir çiçek ile bu çiçekteki nektarla beslenen sinekkuşlarıyla ilgili bir araştırma haber veriliyordu. Amerikalı iki araştırmacı sinekkuşu gagası ile çiçeklerin biçiminin değişik adalara göre birbirlerine uygun şekil ortaya koyduklarını belirtiyordu.
Buna göre Karayiblere özgün mor gerdanlı sinekkuşunun erkeği, dişiye göre daha kısa ve düz bir gagaya sahipti St. Lucia adasında erkek ve dişi sinekkuşları Heliconia bitkisinin H.bihai denen bir türünün farklı çeşitleriyle besleniyordu. H.caribea adlı akraba bir türse, nektarını yalnızcı dişi sinekkuşlarına sunuyordu. Araştırmacılar, Dominica adasındaysa durumun tam tersi olduğunu belirtiyorlardı. H.caribea, adanın alçak bölgelerinde, biri erkeği, biri de dişiyi besleyen iki tür olarak bulunuyor, yükseklerdeki H.bihai ise yalnızca erkeklere nektar sağlıyordu. Heliconia�nın değişik türlerindeki çiçeklerin biçimi, kendilerinden beslenen sinekkuşlarının gagalarıyla, nektar stokları besledikleri kuşların vücut ölçüleriyle tam bir uyum içindeydi.
Bilim ve Teknik dergisinde bu Heliconia ve sinekkuşunun birlikte uyum geçirerek paralel evrim ortaya koyduklarını ileri sürüyordu. Ancak sözkonusu biyoloijk olgu, "evrim" değil, sinekkuşu ve çiçeğin varyasyonları arasında görülen uyumdur. Burada belirtilen kısa ve uzun gaga ya da nektar stoğu gibi özellikler bu canlıların gen havuzlarında zaten bulunmaktadır. Bu canlıların genlerine yeni bilgiler eklenmiş ya da, ortaya yeni bir çiçek veya kuş türü çıkmış değildir. Türler arasında aşılmaz genetik bariyerler vardır, buna göre bir çiçeğin şekli ne olursa olsun ortaya yeni bir kuş türü çıkmaz; aynı şekilde kuşun gagasının şekli de çiçeği başka çiçek türüne dönüştürmez.
Hayvan yetiştiriciliği konusunda dünyanın en önemli uzmanlarından biri sayılan Luther Burbank bu gerçeği, "bir canlıda oluşabilecek muhtemel gelişmenin bir sınırı vardır ve bu kanun, bütün yaşayan canlıları belirlenmiş bazı sınırlar içinde sabit tutar" diyerek ifade etmektedir.
Bilim ve Teknik dergisi ise bu durumu bildiği halde Science dergisinin etkisinde kalarak gözlemlenen olguyu bir evrim gibi yansıtmaktadır. Çünkü Bilim ve Teknik dergisi, türlerin evrimle ortaya çıktığı iddiasını en baştan gerçekmiş gibi kabul etmekte tüm bulguları bu dogmatik inancına adapte etmektedir. Sinek kuşu ve çiçek üzerindeki araştırmalarını Science dergisinde "paralel evrim" olarak gösteren araştırmacıların yanılgısının temelinde de bu dogmatik inanç yatmaktadır. Halbuki sinekkuşundaki tasarım bu dogmatik inançtan bağımsız, objektif bir bakışla incelense bu kuşun yaratılışla ortaya çıktığı kolayca anlaşılır.
Sinekkuşu saniyede yaklaşık 80 defa kanat çırpabilen, havada asılı kalabilen, geriye ve yanlara uçabilen, son derece üstün manevra kabiliyetine sahip bir canlıdır. Böyle bir uçuş yeteneği özel kanat, akciğer, sinir-kas sistemi gibi son derece kompleks yapılardan meydana gelmektedir. Günümüzde en ileri teknolojilerde dahi bu tür bir manevra yeteneğine sahip bir makina üretilememiş olması sinek kuşundaki tasarımın mükemmelliğini göstermektedir. Sinek kuşundaki bir başka tasarım da gagasının içinde bulunan ve sahip olduğu oluk şekliyle çiçeğe her daldırılışında bir taşıma bandı gibi işlev gören bir dil bulunur. Bu dil saniyede 11 defa çiçeğe girip çıkabilir. Böyle bir tasarımın üstün bir aklın varlığını gösterdiği açıktır. Yani sinekkuşu yaratılmıştır. Evrimciler ise bu gerçeği gözardı ederek tüm bu kompleks yapıların rastlantısal doğa olaylarıyla ortaya çıktığına körükörüne inanmayı tercih etmektedirler.
Bilim ve Teknik dergisine bu dogmatik inancından vazgeçmesini ve canlılardaki kompleks yapıların ancak yaratılışla açıklanabileceğini kabul etmesini tavsiye ediyoruz.
1. Norman Macbeth, Darwin Retried: An Appeal to Reason, s. 36