Yüksekten akan heybetli bir şelale, uçsuz bucaksız deniz, olanca güzelliği ile ihtişamlı dağlar Allah’ın eşsiz birer eseridir. Yıldızlar, bulutlar, kuşlar, balıklar Allah’ın mucizesidir. Çoğu insan, yazın gürleşip yeniden yetişen, çoğalan, canlanan yemyeşil bir ormanın Allah’ın muhteşem ve süslü bir eseri olduğundan şüphede değildir.
Fakat insanların bir kısmı gökdelenler, uçaklar, laboratuvarlar, bilgisayarlar için farklı düşünürler. Bunları yapıp inşa eden insanların var olması onları yanıltır. Teknolojiyi, medeniyeti, bilimsel ve teknik gelişmeleri (Haşa) Allah’tan bağımsız zanneder, bunların var olmasına vesile olan insanların Allah’ın yarattığı varlıklar olduğunu unuturlar. Yağmur için bulutları sebep kılan, ışık için Güneş’i vesile eden Allah’ın, teknoloji ve medeniyet için de insanı sebep kıldığını pek düşünmezler. İnsanın (Haşa) Allah’tan bağımsız bir gücü olduğu yanılgısına düşer ve interneti insanın keşfettiğini, uçakları insanın uçurduğunu, bir çay kaşığının veya tükenmez kalemin insanın icadı olduğunu, uzay mekiklerini insanların inşa ettiğini, uçakları havada tutan gücü insanların keşfettiğini sanırlar. Plazma TV’lerin, CD çalarların, halıların, abajurların, arabaların, üstün teknoloji ürünlerinin insanların müstakil aklı ve yeteneği sonucunda ortaya çıktığını düşünürler.
Büyük bir yanılgıya düşerek, bunları Allah’ın sanatı olarak değerlendirmez, Allah’ın rahmetinden yaratmış olduğunu anlayamazlar.
Oysa bunların tümü, tıpkı denizler, ağaçlar, çiçekler, meyveler, Güneş, uçsuz bucaksız dağlar gibi Allah’ın eserleridir. Allah, rahmeti ile insanı tüm bunlara sebep kılmıştır. Allah, insana bunun için akıl ve yetenek bahşetmiştir. Bütün bunları anlayıp keşfetmesini Rabbimiz ona ilham etmiştir. Kuşkusuz ki Allah, bunların tümünü sebepsiz yaratmaya kadirdir.
Ve aslında gördüğümüz her şey, Allah’ın üstün bir sanatı olarak, “bize özel” ve “sebeplerden bağımsız” olarak yaratılmaktadır.
İşte bunu anlayabilmek için gördüğümüz, dokunduğumuz maddenin bizim beynimizde yaratılan bir görüntü olduğunu, bunun bizim için an an ve özel olarak yaratıldığını ve dışarıdaki aslına asla ulaşamayacağımızı bilmeye ihtiyacımız vardır.
Maddenin ardındaki sırrı kavramak, derin gelişmeye vesile olur. Bu ilmi sahabe de biliyordu, Bediüzzaman da biliyordu.
Adnan Oktar`ın 9 Ekim 2010 tarihli Kahramanmaraş Aksu Tv ve Gaziantep Olay Tv röportajından