2000’li yılların başında Televole programları Türk medyasını en çok meşgul eden konulardan biriydi.
Futbolcuların spor dışındaki yaşamlarından kesitlerin verildiği programlar giderek format değiştirmiş ve kamuoyunda tanınmış kişilerin yaşamlarından kesitler sunmaya başlanmıştı.
Programlarda lüks eğlence mekânlarına kimin kimle gittiği, hangi arabayı kullandığı ne giydiğine kadar detaylar veriliyordu. Ancak asıl dikkat çeken, söz konusu programlara konu olan bazı kişilerin uygunsuz söz, tutum, davranış ve ahlaklarının ön plana çıkarılmasıydı. Magazin adı altında görünürde lüks bir yaşamın içinde olan bazı kişilerin birbirleri hakkındaki karalamaları, hakaretleri, dedikodularu sanki makulmüş gibi yansıtılıyor, hatta görgüsü ve bilgisi eksik olan kişilere ideal model gibi sunuluyordu.
Televole Programları İçin Yapılan Komünizm Tehlikesi Uyarısı
Televole programındaki bir takım konular halkın manevi değerleri ile hiç uyuşmuyordu. Bir yandan da gazetelerin ancak üçüncü sayfalarında yer bulabilen hırsızlık, cinayet ve tecavüz haberleri ana haber bültenlerinde sanki tüm Türkiye’de bir cinnet hali yaşanıyormuş gibi yansıtılıyordu.
Oysa bu, Türkiye’nin hem sosyolojik hem de ekonomik olarak oldukça zor bir dönemde geçtiği günlerdi. Ekonomik kriz sebebiyle insanların çoğu büyük geçim sıkıntısı çekiyor, sağlık eğitim gibi en temel alanlarda dahi hizmet verilemiyordu. Aynı dönemde inançları yüzünden bir çok kişi baskı görüyor, başörtüsü kullanan kadınlar ciddi mağduriyetlerle karşı karşıya kalıyordu.
Bu programlarla ilgili olarak dönemin MİT müsteşarı bazı medya mensuplarını davet etmiş ve Televole kültürünün ülke için tehlike arz ettiğine dair bir bilgilendirme yapmıştı. MİT’in işaret ettiği tehlike genel hatlarıyla; “Televole programlarında model olarak sunulan yaşam tarzının toplumun temel değerlerini dejenere edip yozlaştırdığı, derin düşünmeyen kolay galeyana gelen bir kitle meydana getirdiği, hepsinden önemlisi bu yüzeysel kültürün en çok komünist örgütlerin propagandasına fayda sağladığı” idi.
Zamanla Türkiye’nin yaşadığı siyasi, sosyolojik ve ekonomik değişimle birlikte televole programları da ekranlardan yavaş yavaş çekilmeye başladı, ancak oluşan kültür boşluğunun tam anlamıyla ortadan kaldırılması söz konusu olmadı. Milli şuura sahip bir nesil yetiştirilmesi gerekirken, halkın –özellikle de yeni neslin- algılarını körelten, düşünce kalıplarını daraltan, manen yozlaştıran farklı formatlarda farklı içeriklerde programlar gündeme geldi.
Biri Bizi Gözetliyor Tarzı Televizyon Programları
Günümüzde Televole mantığındaki magazin programları oldukça az. Ancak bazı televizyon kanallarında toplumsal yapıyı olumsuz etkileyen, farklı formatlarda programlar var.
Bunlardan birinde kızlı erkekli bir grup, görünürde lüks bir eve yerleştiriliyor. Genellikle alt ekonomik seviyeden gelen gençlerin kendilerine sunulan mekâna duydukları hayranlık ilk dikkat çeken hususlardan biri. Eve giren bir yarışmacının “Böyle bir yerde yaşamak için neler vermezdim” demesi, maddiyatçılığın ön planda olduğunu gösteriyor. Böylece, izleyicilere emek vermeden, çabalamadan lüks bir yerde yaşamak amaçmış gibi sunuluyor.
Gençler genellikle bir işle uğraşmadan evin içinde yaşamlarını sürdürüyorlar. Yarışmacıların konuşmaları, ilişkileri canlı olarak anında ekrana yansıyor. Çoğu zaman programa katılan gençlerin anlamsız konular üzerine sıkça tartıştığı, ağır hakaretlerin edildiği, öfkenin, nefretin, alaycılığın ve aşağılamanın hâkim olduğu görülüyor. Evdekilerin aşama aşama elendiği programda gruplaşma, birbirinin ayağını kaydırmaya çalışma ve bunun için çirkince yöntemler kullanma olağan olarak görülüyor. Bir süre sonra katılımcıların bazıları sadece karşısındakini nasıl daha iyi ezebileceğini düşünen, merhameti, anlayışı, şefkati, dostluğu ve sevgiyi değersiz gören, bencilliği ön plana çıkaran insanlara dönüşüyorlar.
Çoğunlukla dedikodu ve çekişmelerin hâkim olduğu konuşmalarda Allah’ı anan birine şahit olmak çok zor. Ülkemizde terör saldırılarında onlarca insanın şehit olması, Türkiye’nin üzerindeki iç ve dış baskılar, Suriye’de veya Irak’ta yaşananlar, her gün denizlerimizde onlarca insanın hayatını kaybediyor olması çoğunlukla gündemlerinde yer almıyor. Evdekiler için birilerinin ayağını kaydırıp elenmekten kurtulmak, böylece evde daha uzun süre kalmak, diğer bir deyişle bir süre daha “bedava yaşamak” neredeyse tek amaç oluyor.
Programın eğlendirici olduğunu söylemek de imkânsız. Konuşmalar arasında kaliteli esprilere rastlamak pek mümkün değil. Bu da söz konusu programın bir diğer tahrip edici yönü. “Bedava” ve “düşünmeden” yaşamak üzerine kurulu bir hayat tarzının insanların eğlence, neşe ve espri anlayışını nasıl körelttiğini, hayat kalitesini nasıl düşürdüğünü göstermesi açısından da ibretlik. Görüldüğü gibi bu tür programlar insanlara kültürel, ahlaki ve sosyal katkı sunmuyor. Derinliği olmayan konuşmalara çoğunlukla amaçsızlık hâkim. Söz konusu programlarla insanlara olumsuz davranış örnekleri ve çarpık bir sosyal anlayış telkin ediliyor.
Survivor Programlarının Aşıladığı “Yaşam Mücadelesi” Yanılgısı
Evde geçen biri bizi gözetliyor programlarının bir başka versiyonu bugünlerde bir adada “yaşam mücadelesi” verme formatında ekranlara yansıyor. Program görünüş itibarıyla biri bizi gözetliyor programına nazaran daha güçlü bir amaç içeriyor: En zor koşullarda bile ayakta kalmak.
Yarışmacılar vahşi doğanın içinde, medeniyetten uzak koşullarda yaşamaya zorlanıyor. Etaplar halinde devam eden yarışmada etapları kazananlar güzel yemeklerle, medeniyetle buluşturuluyor.
Hayatta kalma, başarılı olma uğruna mücadele programda adeta kutsallaştırılıyor. Program adeta “Doğada yaşam mücadelesi var, ezmeyen ezilir” felsefesinin bir pratik uygulaması gibi sunuluyor. Bu batıl felsefede; anlayışa, yardımlaşmaya, merhamet etmeye, güzel söz söylemeye yer yok. Yarışmada bencillik, çıkar etrafında gruplaşma, laf sokma, dedikodu, ayak oyunları ve kıyasıya kavga sözde doğal yaşamın bir gereğiymiş gibi sunuluyor.
“Yaşam mücadelesi” felsefesinin düşünce dünyasındaki yerine baktığımızda, toplumları bir savaş meydanı, bir “arena” gibi gören bu son derece tehlikeli batıl düşüncenin temelinin ne olduğunu da kolaylıkla görebiliriz:
Bu felsefe, Darwin’in evrim teorisinin sosyal bilimlere uyarlanmasından ibaret olan “Sosyal Darwinizm”dir. Darwin, hiçbir bilimsel delili olmadığı halde, canlılığın tesadüfler sonucunda ortaya çıktığını ve “yaşam mücadelesi” sayesinde geliştiğini öne sürmüş, insanın bir hayvan türü olduğunu dolayısıyla “orman yasaları” insanlar için geçerli olduğunu iddia etmiştir.
Hiçbir bilimsel dayanağı olmayan bu iddia, bilim maskesine bürünerek yayılmış ve 19. yüzyılın ikinci yarısı ile 20. yüzyıla damgasını vurmuş, geride milyonlarca ölü, yaralı, sakat bırakmış, nesilleri yok etmiştir.
Darwinist çatışma kavramı, Marksistler tarafından “sınıf çatışması”, ırkçılar tarafından “ırk çatışması”, kapitalistler tarafından “bireysel çıkar çatışması” olarak yorumlanmıştır. Darwinizm, özellikle toplumun içindeki eşitsizlikleri, çıkar çatışmalarını sözde meşrulaştırmış ve “büyük balık küçük balığı yutar” batıl düşüncesinin sözde bilimsel dayanağı olmuştur.
Ahlaki dejenerasyon dediğimiz olgunun temelinde de, söz konusu Sosyal Darwinist ideoloji yatmaktadır.
Survivor yarışmasına katılanların bir kısmı, Darwinizm’i duymamış olabilirler. Ama onların yapımcıları, yayıncı kuruluşların ve yöneticileri sahipleri, bilerek veya bilmeyerek, Darwinizm’in acımasız ve vahşi kuramlarının hayata geçirilmesine katkıda bulunmaktadır.
İnsan Darwinizm’in iddia ettiği gibi tesadüflerin ürünü bir hayvan değildir. İnsanı hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah yaratmıştır ve insan Allah’ın öğrettiği ahlaka göre yaşamakla sorumludur. Bilim, Darwinist propagandanın aksine Darwinizm’i değil yaratılış gerçeğini doğrulamaktadır. Günümüz Müslümanlarının “iyiliği emredip kötülükten men etme” görevinin içinde söz konusu Darwinist felsefenin fikren yıkılması, insanların bu aldatmacadan kurtarılmasının büyük bir yeri vardır. Bu sorumluluk, toplumdaki hastalıklara karşı getirilecek çözümlerin başında gelmektedir.
De ki: "Hak geldi, batıl yok oldu. Hiç şüphesiz batıl yok olucudur." (İsra Suresi, 81)
Samimiyetsiz Sevgi Gösterileri Yapılan Evlilik Programları
Evlilik programları toplumdaki ahlaki yozlaşmanın sembolü haline gelmiş programlardan bir diğeri. Programın formatı evlenmek isteyen birinin, karşısındaki kişinin kendi kriterlerine uygun olup olmadığını anlama çabasının üzerine kurulu.
Karşısındaki insanı Allah’ın bir tecellisi olarak sevmeyi ve değer vermeyi bilmeyenlerin evlilik anlayışlarında görülen bir çok çarpıklık bu programlarda da görülmektedir. Bir insan evleneceği zaman ilk ölçüsü, Allah’ın rızasının en çoğunu kazanmak, dolayısıyla o kişide aradığı en temel özellik de güzel ahlak ve takva olmalıdır. Bir insanı ahlakı, takvası, Allah’a olan sevgisi ve korkusuna göre değil de menfaatlerine göre değerlendiren bir kişinin doğru kararlar alması ve doğru tutum sergilemesi mümkün değildir. Bu kişinin sevgiyi bildiğini ya da sevgiyi aradığını iddia etmesi de gerçekçi değildir.
Nitekim söz konusu programlardaki tutum, üslup ve içerik katılımcıların ve izleyicilerin çoğunun sevgiden ne kadar uzak olduğunu göstermektedir. Katılımcıların zaman zaman kaş göz hareketleri zaman zaman iğneleyici ve alaycı bir üslup kullanmaları evlilik programlarının diğer programlarla ortak yönü. Evlilik programına katılan bir kişi eğer karşı tarafın tipini veya giyim tarzını beğenmezse, onunla konuşurken sinirli, sıkılgan tavırlar ve aşağılayıcı bir üslup sergilemekte, bu küçük düşürücü ahlak da son derece olağan karşılanmaktadır.
Programa katılanlar genç yaşlı, muhafazakar modern olsun çoğu karşısındakinin mal varlığını, gelirini sorgulayarak söze başlıyorlar. Karşı tarafın evinin, arabasının olup olmadığı maaşının ne olduğu öğrenilmesi en önemli hususlar oluyor. Bir kadının, erkeğin makul sayılacak geliri için “Benim makyaj masrafıma bile yetmez” demesi aslında programa hâkim mantık bozukluğunun açık ifadelerinden biri.
Programa katılan erkekler ise kadınların daha çocuğunun olup olmadığı, ev işleri yapıp yapamadığını anlamaya çalışıyorlar. Bu haliyle program insanların sevip değer verecekleri birilerini değil, erkeğin evde çalıştıracağı ütü yemek temizlik vs yaptıracağı birini, kadının ise günlük masraflarını karşılayabilecek, kendine bakacak bir erkeği aradığı samimiyetsiz bir ortama dönüşüyor.
Bu haliyle program topluma “evlenmek istiyorsanız zengin olup olmadığınız, ev işlerini iyi yapıp yapamadığınız en öncelikli konudur” çirkin görüşünü sürekli telkin ediyor. Bu programlarda insanın sosyal hayatında ahlaklı mı yoksa ahlaksız mı olduğu ise neredeyse hiç araştırılmıyor, konuşulmuyor. Bu konu sadece basit sorgulama yöntemleri ile çözülmeye çalışıyor. Adaylar genç ise kadının güzelliği, erkeğin yakışıklılığı önemli kriter haline geliyor. Güzel bir kadın eğer yakışıklı ve zengin bir aday ile denkleşememişse kendini boşa harcanmış bir servet gibi görüyor. Aynı yargı güzel bir kızla karşılaşmayan yakışıklı veya zengin bir erkek aday için de geçerli.
Evlilik programlarında tersi telkin edilse de evlilikte mutluluğu sağlayan ana unsur fiziki güzellik, maddi zenginlik değil, Allah sevgisidir. Peki, Allah için sevmek nasıl olur?
Mümin, Allah'a olan sevgisini, Allah'ın sıfatlarını üzerlerinde "tecelli" ettiren ve Allah'ın beğendiği ahlak ile ahlaklanmış müminleri severek gösterir. Bu sevgi, soy, ırk gibi yakınlıklara, bir çıkara dayalı değildir. Allah'ı sevenleri sevmekten kaynaklanır. Müminin sevgisi karşısındaki insanın Allah’a sevgisi, sadakati, vefası ve içli korkusuyla ve güzel ahlakıyla doğru orantılıdır. Bir insanın imana dayalı aklı, vicdanı, derinliği, candanlığı, dürüstlüğü, cesareti, azmi, sabrı, affediciliği, merhameti, sevgi gücü mümin için kıymetlidir. Allah, müminlerin arasındaki bu sevgiyi onlara özel olarak verdiğini ayetlerde şöyle haber vermiştir:
İman edenler ve salih amellerde bulunanlar ise, Rahman (olan Allah), onlar için bir sevgi kılacaktır. (Meryem Suresi, 96)
Müminler, ancak Allah'ı ve Allah'a iman edenleri samimi ve candan severler. Bu nedenle Allah'a karşı başkaldıranlara karşı hiçbir sevgi duymazlar. Allah bir Kuran ayetinde bu konuyu şöyle hatırlatır:
Allah'a ve ahiret gününe iman eden hiçbir kavim (topluluk) bulamazsın ki, Allah'a ve elçisine başkaldıran kimselerle bir sevgi (ve dostluk) bağı kurmuş olsunlar; bunlar, ister babaları, ister çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi aşiretleri (soyları) olsun... (Mücadele Suresi, 22)
Ayetten anlaşıldığı gibi müminin sevgisi "Allah için sevmek" dışında hiçbir kıstasa bağlı değil. Sevgisi ahlak güzelliğine bağlıdır. Para, makam, şöhret gibi sözde değerlerin sahiplerini değil iman sahiplerini sever.
Müminin sevgi anlayışı iman temeline dayalı olduğundan evliliğini aynı temel üzerine kuracaktır. Bu konuda müminler ile Allah'ı inkâr edenler arasında önemli bir farklılık ortaya çıkar.
Kuran ahlakına göre düşünmeyenler evliliklerini genelde maddi çıkarlar üzerine kurarlar. Özellikle kadınların evlilikten beklediği çoğu zaman kendisini rahat ettirecek "zengin bir koca" bulmaktır. Çoğu genç kız, karakterinden hiç hoşlanmadığı halde sırf parası ve şöhreti için bir adamla evlenebilir. Bu, aslında para için yapılan bir nevi ticaret anlaşması gibidir. Tek fark "anlaşma"nın ömür boyu sürecek şekilde yapılmasıdır. Çoğu zaman ise evlilikler kısa süre içinde sona erer.
Vahim olan durum ise bu halin toplumun bazı kesimlerinde çok olağan karşılanmasıdır. Bir çok aile kız çocuklarını küçük yaşlarından itibaren “ideal koca” adayını bulma telkiniyle yetiştirir.
Bu tür evlilik örneklerine sıklıkla rastlanmaktadır. Sadece mal, mülk ve şöhret sahibi olduğu için yaşlı bir zenginle veya kötü ahlaklı bir insanla evlenen çok sayıda genç insan bulunmaktadır.
Kuran ahlakına göre düşünmeyen insanların evliliği sadece para üzerine kurulu değildir. Fiziksel özelliği kıstas alan çok sayıda genç kız vardır. Hayatlarının beyaz atlı prensi sandıkları ve fiziki çekiciliğinin dışında hiçbir özellik taşımayan erkeklerle evlenirler.
Oysa fiziki özelliklerin tamamı kısa sürede yok olacaktır. Evlendiği insan bir süre sonra yaşlanacak, sağlığını gücünü ve güzelliğini yitirecektir. Mutlaka yaşlanmasına gerek yok, kaza geçirip sakat kalabilir, bir hastalığa yakalanabilir. Bu durumda evlilik ne olacaktır? Bu sorunun cevabı söz konusu insanlar için hep aynıdır. Ölümcül bir hastalık, kaza ya da kayıp olduğunda ilginç bir şekilde bu insanların da sevgisi bitiverir. Artık karşılarındaki kişiden “elektrik alamamaya” başlarlar. Kuşkusuz bu son derece samimiyetsiz bir ifade ve durumdur. Gerçek sevgi hiçbir koşulda bitip yok olmaz. Tam tersine imana dayalı sevgi her geçen gün artarak güçlenir.
Kuran ahlakını yaşayan insan ahiretteki sonsuz cennet hayatını hedefler. Tüm çabası Allah'ın rızasını kazanmak üzerine kuruludur. "Namazı, ibadetleri, hayatı ve ölümü" bunlar üzerine kurulu olduğuna göre elbette evliliğini bu temel üzerine kuracaktır.
Allah rızası için evlilik şirk üzerine kurulan evlilikten tümüyle farklıdır. Allah için yapılan evliliğin kıstası mal, şöhret, fizik gibi geçici kıstaslar olamaz. Evliliğini Allah’ın rızasını arayarak yapacaktır. Evlilik için talip olacağı insan Allah rızasını en çok kazanmasına vesile olacak insandır.
Asr-ı Saadet döneminde Allah'ın rızasını arayan mümin kadınlar hep Peygamberimiz (sav) ile evlenmeye talip olmuşlardır. Aksini tercih edenleri Allah ayette "dünya hayatının süslü-çekiciliğini isteyenler" olarak şöyle tanımlamıştır:
Ey peygamber, eşlerine söyle: "Eğer siz dünya hayatını ve onun süslü-çekiciliğini istiyorsanız, gelin sizi yararlandırayım ve güzel bir salma tarzıyla sizi salıvereyim. Eğer siz Allah'ı, Resulü'nü ve ahiret yurdunu istiyorsanız artık hiç şüphesiz Allah, içinizden güzellikte bulunanlar için büyük bir ecir hazırlamıştır." (Ahzab Suresi, 28-29)
Programların Ortak Özelliği: Sevgi Eksikliği
Daha çok yarışma formatında verilen yeni nesil Televole programlarında en göze çapan özelliklerden biri sevgisizliğin hâkim olmasıdır. Kadın erkeği kendine bakacağı için istemekte, ev arkadaşı ya da adadaki takım arkadaşı kendine destek olması elenmemesi için diğerini kollamaktadır. Rakip olana sevgi duyulması, anlayışla yaklaşılması, merhamet edilmesi neredeyse imkânsızdır.
Oysa evrenin yaratılış amacı yalnızca sevgidir. İnsanın çevresindeki bütün güzellikler, Allah’a içli bir sevgi oluşturur. Allah’ın büyüklüğünü yüceliğini gereği gibi takdir etmek için vesiledir. Allah’ın sonsuz rahmetini derinden hisseden müminin kalbine hem Allah’a, hem de yaratılmışlara karşı çok güzel bir sevgi oluşur. Bu sevgiyi büyük bir nimet olarak müminin kalbine yerleştiren de Allah’tır:
“İman edenler ve salih amellerde bulunanlar ise, Rahman (olan Allah), onlar için bir sevgi kılacaktır.” (Meryem Suresi, 96)
Allah Kuran’da Hz. Yahya peygambere sevgi duyarlılığı verdiğini şu ayetle bildirir:
“Katımız’dan ona bir sevgi duyarlılığı ve temizlik (de verdik). O, çok takva sahibi biriydi.” (Meryem Suresi, 13)
Allah’ı sevmeyen ve gereği gibi takdir edemeyen insanın kalbinde gerçek sevgi oluşmaz. Çünkü sevgiyi Allah o insanın kalbine koymaz. Sevgi olmadığında insanın vücudu tamamen hasta olur. Tevekkülsüzlük, merhametsizlik, kıskançlık ve sevgisizlik o insanı tamamen yıkar. Sevgiyi kaybeden insan içten içe çürüyen bir ağaç gibidir. Meyve vermeyen, dalları sararmış, içten çürüyüp mahvolmuş bir ağaç gibidir. Dünyada Allah sevgisini bilmeyen insan dünyada yaşarken azabı başlamış olur. İman etmeyen iman edenin kalbinde duyduğu coşkulu sevgiyi, merhameti ve duyarlılığı tadamayacaktır. Böylelikle kendisine bunca nimeti bağışlayan Rabbimiz’den yüz çevirmesinin karşılığını hem dünyada hem ahirette ruhunun aradığı sevgiyi bulamayarak tadacaktır.
Televizyon Programlarında Allah’ın Rızasının Gözetilmediği Bir Hayat Telkin Ediliyor
Söz konusu televizyon programlarına katılanların bir çoğunun Kuran ahlakından uzak bir hayat tarzını seçmiş oldukları, dolayısıyla Allah’ın rızasını umarak yaşamadıkları görülmektedir.
Programlarda Allah’ın ve yarattıklarının güzelliğinin anlatıldığı bir an neredeyse hiç olmaz. Çünkü bazı insanlara göre bu konulardan ancak dini programlarda bahsedilir. Dini program denildiğinde ise akla sadece, yaşı ilerlemiş kişilerin son derece ağır ve ağdalı bir üslupla menkıbe anlatması, parfüm kullanmanın haram olup olmadığı, kertenkele öldürmenin dinen hükmü gibi suni konuların anlatılması gelir.
Ancak insanların en acil sorunu olan iman zafiyeti ve sevgisizlik gündeme getirilmez. Bir çok arasında sevgi ve yardımlaşma eksiği olduğundan, Allah’ın insanların böyle yaşamasını istemediğinden bahsedilmez. Bu halin nasıl düzeltilebileceği anlatılmaz, çözüm gösterilmez. Bu durum sadece Televole programları ile kısıtlı değildir. Bir çok dizide ve filmde dindar kişiler çoğunlukla süte su karıştıran satıcı, gelinine eziyet eden bağnaz amca olarak karşımıza çıkar. İnsanlara örnek oluşturacak güzel ahlaklı, dindar kişi örneği sunulmaz.
Allah’ın insanların uymasını istediği güzel ahlakın televizyonlarda yer verilmemesi toplumda ahlaki dejenerasyonun şiddetli ve hızlı gelişmesine yol açmaktadır. Bunun neticesinde, entrikanın, bencilliğin, vefasızlığın, yalan söylemenin hayatın doğal bir parçası olduğunu düşünen nesiller yetişmektedir.
Bazı kimseler “Tek bir program ile insan bozulur mu?” diye düşünebilir. Ancak programlarda yer alan bu gizli telkinlerin üst üste gelmesiyle önemli bir negatif etki yaratılır. Daha çocuk yaşta şiddet dolu çizgi filmlerle tanışan çocuklar, dejenere ahlak tiplemeleri ile dolu TV programlarını izleyerek gelişirlerse, tüm bunlar tıpkı radyasyonun sağlıklı bir bedeni bozması gibi, insanların ahlak anlayışını bozar.
Telkin süreci tamamlandığında artık bir çok genç için hayat, akşam yiyeceği yemek, ertesi gün gideceği kafe, hafta sonu izleyeceği maç veya beğendiği kızı elde etmek haline gelir. Genç kızların bazıları için ise okulda popüler olmak, iyi arabalara binmek, lüks eğlence mekânlarına gidebilmek önemlidir. İş adamlarının bir kısmı için tüm rakiplerini ezip piyasa da lider olmak hayatın parçası haline gelmiştir. Oluşturulan bu dünyada arzu edilenlerin elde edilmesi ve bu uğurda kullanılacak yöntemler -gayri ahlaki ya da gayri hukuki de olsa- bir şekilde meşrulaştırılmaktadır.
Daha da önemlisi bir toplum için olabilecek en büyük tehlike ortaya çıkmaktadır: Ufku dar, üretim ve telif gücü olmayan, yüzeysel, milli değerlerden yoksun, günü birlik yaşayan, kendini ifade etmekten aciz, çabuk öfkelenen, kolay galeyana gelen, yönlendirmeye açık ve birlik ruhunu kaybetmiş kitleler.
Yrd. Doç. Dr. Ali Arslan Uluslararası İnsan Bilimi Dergisi’nde yazdığı makalede medyanın insanlar üzerindeki telkininin etkisi hakkında şu tespitte bulunur:
“…sistematik olarak ve periyodik bir şekilde yinelenerek sergilenen görüntü̈ ve imgeler bireylerin, özellikle de çocukların ve gençlerin cinsiyet, meslek ve siyasetle ilgili eğilim, tutum, duygu, değer, beklenti ve davranışlarında yoğun bir şekillendirici ve belirleyici etkiye sahiptir!...” (Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi, “Medyanın birey, toplum ve kültür üzerine etkileri”, Vol. 1, No. 1, 2004, ISSN: 1303-5134, s. 11)
Medya, sinema hatta bilgisayar oyunları üzerinden topluma yapılan olumsuz telkinleri durdurabilecek olan yegâne güç Kuran ahlakıdır.
Burada çok ince bir ayrımı hatırlatmakta fayda var. Temiz, estetik mekânlarda güzel insanlar ile yaşamak, müzik dinlemek, eğlenmek her insanın hakkıdır. Ancak önemli olan bunların önceliği ve elde edilme yöntemlerinin Kuran ahlakına uygun olup olmadığıdır.
Nefsinin her istediğini karşılamak insanın bu dünyadaki varlığının tek gayesi değildir. Bunun farkında olan Müslümanlar Allah'ın varlığının ve büyüklüğünün farkına varan, O'nu çok seven O'ndan "korkup-sakınan" ve hayatlarını farkına vardıkları bu büyük gerçeğe göre düzenleyen insanlardır. Diğerleri ise, Allah'ı inkâr edenler ya da Allah'ın varlığını kabul etmesine rağmen Allah'tan “korkup-sakınmayanlar”dır.
Bu özellikteki insanların yaşamlarını, kendilerini yaratmış olan Allah'ın farkında olmadan geçirirler. Büyük bir akılsızlıkla hayatlarının nasıl ve neden başlatıldığını göz ardı ederler. Kendi zihinlerinde Allah'a ve dinine yer olmayan yeni bir hayat kurmaya çalışırlar. Kuran'da ise böyle bir yaşamın boş ve çürük bir temele dayandığını, yıkımla bitmeye mahkûm olduğunu Rabbimiz şu hikmetli benzetmeyle anlatır:
Binasının temelini, Allah korkusu ve hoşnutluğu üzerine kuran kimse mi hayırlıdır, yoksa binasının temelini göçecek bir yarın kenarına kurup onunla birlikte kendisi de cehennem ateşi içine yuvarlanan kimse mi? Allah, zulmeden bir topluluğa hidayet vermez. (Tevbe Suresi, 109)
Televizyon dizilerinde, filmlerde ölüm kesin bir son gibi gösterilir. Onun için insanın, her ne şekilde olursa olsun, ölene kadar istediklerini elde etmesi gerektiği inceden inceye telkin edilir. Oysa Müslüman Allah'ın her şeye hâkim olduğunu bilen ve ölümün bir son değil asıl hayata (ahiret) geçiş aşaması olduğunu kavrayan insandır. Bu gerçeklerin farkındayken, elbette diğerleri gibi hayatını "yıkılacak bir yarın kenarına" kurmaz. Kendisini ve tüm evreni Yaratan'ın Yüce Rabbimiz olduğunu hayatın, ölümün ve ölüm-sonrası gerçek hayatın asıl sahibinin Allah olduğunu bildiği için Allah'a yönelir. Paranın, makam ve mevkiinin, fiziki güzelliğin Allah'ın yarattığını ve yaratmaya da devam ettiğini, asıl kurtuluş yolu olmadığını görür. Bunlar ancak, Allah'ın koyduğu kurallar sayesinde kısa bir süre işleyecek olan "sebep"lerdir. Allah'ın yaratmış olduğu düzenin temeli ise Allah'ın rızasıdır. Çünkü Allah sadece rızasına uyanları doğru yola iletecektir:
Allah, rızasına uyanları bununla kurtuluş yollarına ulaştırır ve onları Kendi izniyle karanlıklardan nura çıkarır. Onları dosdoğru yola yöneltip-iletir. (Maide Suresi, 16)