Balkanların çatışmalar ve savaşlarla dolu tarihini belirleyen üç ana unsur vardır:
- Zaman zaman faşist eğilimlere dönüşen kuvvetli milliyetçi akımlar,
- Bu akımların bazen itici bazen de kesici gücü olan Balkanlar dışında kalan ülkeler,
- Bugün eski gücünden çok şey kaybetmiş de olsa hala varlığını hissettiren komünist akımlar.
Milliyetçi akımlar Balkan uluslarının tek tek isyan ederek Osmanlı İmparatorluğu’ndan kopuşlarında etkinliğini göstermiş, ancak sonra bu uluslarının birbirine düşmesine de yol açmıştır.
Nazi Almanyasının Balkanlardaki etkisi kırılınca diğer iki unsur hızla etkili olmaya başlar: Balkan dışı ülkeler ve Komünizm. 9 Ekim 1944’de İngiltere Başbakanı Winston Churchill ve Sovyetler Birliği lideri Stalin bir kâğıt parçası üzerinde kimin hangi Balkan ülkelerine hükmedeceği konusunda anlaşırlar. Tarihe “Yüzdeler Anlaşması” olarak geçen bu anlaşma aslında Balkanların yakın geçmişte yaşadıklarının bir özeti gibidir.
Bölgenin eski güçlerinden olan Rusya artık eskisi kadar etkin ve güçlü değil. Eskiden Ortodoks-Slav kartı üzerinden Balkanlarda etkinlik kurmaya çalışan Rusya’nın eli Bulgaristan ve Yunanistan’ın NATO’ya dâhil olması ve bunlara bir süre sonra Romanya’nın katılmasıyla iyice zayıfladı. Şimdilerde sadece Sırbistan üzerinde eskisi gibi etkili olmaya çabalıyor. Ancak bu çabasının karşılığında arzu ettiği etkinliği tekrar yakalaması zor görünüyor. Çünkü Sırbistan da Ukrayna gibi giderek Avrupa Birliği’ne yanaşıyor. Eski müttefiklerini kaybetmesi, NATO’nun burnunun dibine kadar girmesi Rusya’nın en istemediği şey.
Rusya’nın Balkanlardaki en büyük tedirginlik kaynağı ABD’nin giderek artan etkisi. Aslında Rusya’nın bu tedirginliği pek de boş yere değil. ABD’nin izlediği Balkan stratejisindeki ana hedeflerinden birisi Rusya’nın bölgedeki etkinliğini olabildiğince sınırlamak. ABD bunun için bölgede işbirliği yapabileceği yönetimler arayışında. ABD bunun için bazen NATO’yu, bazen de ekonomik ve siyasal araçları kullanıyor.
ABD, Balkan ülkelerinin AB standartlarına kavuşmasını benimsiyor. Ancak bölgenin hepten AB kontrolüne girmesine güç dengeleri açısından pek razı görünmüyor. Kaldı ki Avrupa’nın Bosna Savaşı’nı engellemede acze düşmesi ve Bosna, Kosova ve Makedonya’daki iç karışıklıklarda öncü rol oynaması ABD’nin elini güçlü kılıyor.
ABD’nin Balkanlara ilgisinin bir diğer nedeni ise enerji. Orta Asya ve Hazar bölgelerinden bulunan enerji kaynaklarının Avrupa’ya aktarımında Balkanlar kilit rol oynuyor. ABD, Ukrayna’daki çatışmadan sonra Balkanlarda kontrolü elde tutmayı Rusya’nın enerji yollarına hâkimiyetini azaltmak için gerekli görüyor.
ABD’nin Balkanlara olan ilgisinin bir diğer nedeni Karadeniz. ABD’nin Lozan Anlaşması’ndan bu yana istediği gibi etkin olamadığı Karadeniz’de, Türkiye, Bulgaristan ve Romanya’nın NATO üyeliği sayesinde artık eskisinden daha etkin.
Balkanlardaki dış aktörler sadece Rusya ve ABD’den ibaret değil. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’nda başrolü oynayan Almaya Balkanların günümüzdeki en güçlü aktörlerinden. Balkanlar Birinci Dünya Savaşı öncesinden beri Almanya’nın ilgisini çekiyor. Bu ilgi bugün Almanya’nın takip ettiği “güç politikası”nın bir parçası niteliğinde.
Almanya bölgede artacak yoksulluk, işsizlik, organize suçlar ve yozlaşma, insan haklarının ihlali, uyuşturucu ticareti gibi tehditler nedeniyle doğrudan zarar göreceğini düşünüyor. Bunun için AB vasıtası ve güçlü ekonomisi ile bölgede etkinlik kurmaya çalışıyor. Almanya, Avrupa’da yaşanan kriz nedeniyle azalma gösterse de Balkanlarda en çok yatırım yapan ülkelerden biri. Sürekli artan ticaret hacmi Balkanları Almanya için vazgeçilmez bir pazar durumuna getiriyor.
Balkan ülkelerinin tamamı huzur, istikrar ve refah bekliyor. Bu huzurun da kimi Rusya’ya ya da ABD’ye yakınlaşarak, kimi de Almanya ya da AB vasıtası ile sağlanacağını düşünüyor. Ancak bu ülkelerin Balkan ülkeleriyle yakınlaşmaları, bölgede hâkimiyet kurmak amaçlı bir güç mücadelesine dönüştüğünde bundan en çok bölge ülkeleri zarar görüyor.
Balkan ülkelerinin gerçek huzur bulabilmesi için süper güçlerin bölgedeki rekabetlerinde savaşı ve çatışmayı bir yöntem olarak kullanmaktan vazgeçmeleri gerekiyor. 1. Dünya Savaşı ve yakın geçmişte Bosna’da yaşananlar bu tarz bir mücadelenin nasıl büyük felaketlerle sonuçlandığını bizlere gösterdi.
Bölgede barışın kalıcı olarak tesis edilebilmesi için Balkan ülkeleri arasındaki işbirliği çok daha fazla geliştirilmeli. Sadece hükümetler arasında imzalanan; ahlaki gelişim ve dayanışmaya yer vermeyen, sevgiyi esas almayan işbirliği anlaşmaları yeni etnik ve mezhepsel çatışmaları engellemede başarılı olmayacaktır. Çünkü benzer anlaşmalar tarihte defalarca imzalanmasına karşın bölgedeki iç çatışmaları engelleyememiştir.
Bu işbirliğinin geliştirilmesinde hükümetler ile yetinilmemeli, sivil toplum kuruluşları, düşünce kuruluşları, üniversiteler ve medya da rol oynamalıdır. Örneğin bir ülkenin müfredatında bir diğer Balkan ulusunu karalayan, nefret uyandırıcı ifadeler temizlenmeli, çatışmayı değil sevgiyi, barışı, kardeşliği, ortak yaşamın güzelliklerini esas alan ifadelere yer verilmelidir. Medyada kışkırtıcı ifadelerin kullanılmaması sağlanmalı, devlet adamlarının verdikleri demeçler de son derece özenli olmalıdır.
Balkan ülkelerinde, toplu halde başkasını yok etmekten öte, hoşgörüyü ve beraber yaşamayı esas alan politikalar izlendiği takdirde bölgede yaşanan güncel sorunlar çözülecek, barış, güvenlik ve demokrasinin tesis edilip geliştirilmesi sağlanacak, kalkınma süreci sağlıklı biçimde yürütülebilecektir.
Adnan Oktar'ın The Bosnian Times'da yayınlanan makalesi:
http://www.thebosniatimes.com/en/power-struggles-collaboration-balkans/