Almanya, Danimarka, Hollanda, Fransa, İtalya, Belçika, İngiltere ve Avusturya gibi ülkeler başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesinde son 15-20 yıl içinde göçmenlere, özellikle de Müslüman nüfusa yönelik ırkçı politikalar güç kazanmakta, faşist eğilimli partilerin oy oranları artış göstermekte ve ırkçı gruplar gizli ya da açık bir şekilde destek görmektedir. 2012 yılında halen 27 AB ülkesinden 16 tanesinin parlamentosunda ırkçı-faşist partiler yer almakta, özellikle de seçim dönemlerinde ırkçı söylemler çok büyük taraftar toplamaktadır. Katliam denebilecek büyüklükteki bazı şiddet olayları ise bu durumun ciddiyetini ortaya koymaktadır. Örneğin 2011 yılının Temmuz ayında Norveç’te faşist militan Anders Behring Breivik 77 insanı vahşice katletmiştir. Breivik’in Nisan ayında başlayan duruşması ise, Avrupa’da süregelen ırkçı yükselişi bir kez daha gözler önüne sermesi bakımından son derece önemlidir.
www.dunyaninmehdiyeteihtiyacivar.com
Faşist Söylemleri Yaygınlaştırmanın Zararları Göz Ardı Edilmemelidir
Breivik’in davası, Avrupa’daki birçok televizyon kanalından canlı olarak yayınlandı, gazeteler ve radyolar bu gözü dönmüş katilin Müslüman ve göçmen düşmanı faşist propagandasına bilerek ya da bilmeyerek aracı oldular.
Katliamın ardından amacının “sapkın ideolojisini tüm dünyaya duyurmak, ırkçı düşüncelerini yaygınlaştırmak ve dikkat çekmek” olduğunu sürekli vurgulayan; “faşist düşüncelerini açıkladığı videonun ve manifestosunun yaygınlaşması” gibi akılalmaz bir isteiği olan bu cani amacına ulaşmış görünüyor. Çünkü bir yıla yakın bir süredir devam eden yoğun propaganda sayesinde, şu anda Breivik Müslüman ve göçmen düşmanı olan ırkçı faşist gruplar tarafından sözde kahraman ilan edilmiş durumda. Hazırladığı manifesto binlerce internet sitesinde bulunuyor; katilin resimleri, konuşmaları, videoları ve mahkeme sırasında yaptığı ırkçı söylemler, Avrupalı faşistler tarafından büyük bir heyecanla takip ediliyor, yaygınlaştırılıyor.
Avrupa ve dünya medyası bu psikopat katilin ve savunduğu sapkın ideolojinin çirkin propagandasına istemeyerek de olsa alet olmakta, 77 tane gencecik insanı vahşice katleden bir suçlunun bir nevi tanıtımcısı haline gelmektedir. Özellikle de manevi boşluk içindeki ve halihazırda ırkçı, ayrımcı görüşlere eğilimi olan gençlere adeta özendirici bir tutum sergilemektedir.
Yapılanları “fikir özgürlüğü” gibi mantıklarla açıklamak mümkün değildir. Bu, farkında olmadan ırkçı faşizmi ve bu vahşeti teşvik etmek anlamına gelmektedir. Böylesi bir propaganda ile, Avrupa’nın ve dünyanın dört bir yanındaki ırkçı faşistlere, gözü dönmüş katillere, gözünü bile kırpmadan onlarca insanı zevk alarak öldüren sapıklara, “siz de böyle bir katliam yapın, bu kadar çok insanı öldürün, sizi de ünlü yapalım, 20 sene lüks otel gibi bir hapishanede kalırsınız, hatta deli taklidi yaparsanız hapis cezasından da kurtulursunuz” mesajı verilmektir. Tüm bu nedenlerden ötürü Avrupa medyası kendini sözde vatansever bir kahraman gibi göstermeye çalışan bu caninin propagandasına istemeyerek de olsa alet olmaktan bir an önce vazgeçmelidir.
Breivik gibi canilerin propagandasının önlenmesi için yapılması gereken, yargılama sürecinin mutlaka basına kapalı bir şekilde devam etmesidir. Bu katilin her celseyi bir faşist şov haline getirmesine izin verilmemelidir. Çünkü o duruşmalarda söylenen her sözün, yapılan bir hareketin toplumdaki yıkıcı etkisi kaçınılmazdır. Şu an internet üzerinde bu gözü dönmüş katili kendilerince kahraman ilan etmiş, televizyondaki tavırlarına övgüler yağdıran, duruşma sırasında verdiği ırkçı selamı bir mesaj olarak algılayan çok sayıda cahil insan bulunmaktadır.
Şimdiye kadar yapılan faşist propaganda -karşıt açıklaması da yapılmadığı için- halihazırda çok olumsuz bir etki ve çok büyük bir yıkım oluşturmuş durumdadır. Avrupa medyası daha da geç olmadan bir an önce sorumlu davranmalı, bu çok geniş kapsamlı faşist propagandaya alet olmaktan hemen vazgeçmeli, gerekirse yaptırımlar yoluyla kararlılık göstermelidir. Tarihte yaşanmış olaylara bakıldığında ve faşizmin gerçek yüzü hatırlandığında bunun aciliyeti daha iyi anlaşılacaktır.
Adnan Oktar Faşist Propagandaya Göz Yumulmasının Yanlışlığını Anlatıyor
ADNAN OKTAR: “İki saat konuşturmaya gerek yok. Neyse cezası versin göndersinler. Ne uzatıyorlar. Sürekli adama faşist propaganda yaptırıyorlar. O da çenesi bozuk, dikkati çekmek istiyor. Mesajını duyurmak istiyor. Basın da ona alet oluyor. Bunun bütün yargılama safahati basına kapalı olması lazım. Versinler cezası neyse gitsin yatsın. Böyle geniş çaplı propaganda unsuru haline getirmek, bir de böyle manyakları teşvik etmek çok ayıp ve çirkin. Şimdi öyle bir şey oldu ki siz böyle cinayet işlerseniz, böyle psikopatlık yaparsanız sizi de öyle ünlü yaparız, hiçbir şey de olmaz. İster deli takılın kurtulun, isterseniz 20 sene hapis cezası alın, yatıp çıkın. Zaten orada lüks hapishaneler. Sizi dünyanın en ünlü kişisi haline getiririz gibi mantık geliştiriyorlar. Çok ayıp, çok çirkin. Adam gece gündüz faşist propaganda yapıyor ve aylarca yankısı devam ediyor faşist propagandanın. Bu hareketi bıraksınlar. Avrupa basınını uyarmak lazım.” (18 Nisan 2012 A9 TV)
www.dinsizligindiniilemucadele.com
Faşizm İnsani Değerleri Hedef Almış Bir Vahşet Politikasıdır
Çeşitli yöntemler ile meşrulaştırılmaya çalışılan faşizm, gerçekte insanlığa büyük felaketler getirmiş kanlı bir ideolojidir. Yalnızca geçtiğimiz asırda on milyonlarca insanın sadece ırkları nedeniyle öldürülmesine, işkenceye uğratılmasına ve II. Dünya Savaşı gibi bir vahşetin yaşanmasına sebep olmakla kalmamış, ortaya çıktığı her yerde bir “korku toplumu” meydana getirerek tüm insani değerleri yok etmeye girişmiştir.
Adı tam olarak koyulmasa da aslında dünyanın pek çok ülkesinde perde arkasında yaşanan rejim faşizmdir. Yaşanan kargaşaların, iç savaşların, katliamların sebebi olan faşist kültür, pek çok ülkede “sokaklara” yayılmakta, şiddetten ve kan dökmekten hoşlanan barbar, öfkeli kitleler meydana getirmektedir.
Faşizmin Yok Edilmesinin Temelinde Eğitim Sisteminin Değiştirilmesi Vardır
Faşizmi yenmek için, öncelikle faşizmin ne olduğunun anlaşılması şarttır. Faşizm asıl olarak bir kültürdür. Bu kültürün temelinde; paganizm, Darwinist “çatışma” kavramı ve Darwinist ırkçılık vardır. Faşizmin ortadan kaldırılması için, asıl olarak bu hurafelerin yok edilmesi zorunludur. Oysa sistem aksi yönde işlemektedir. Bugün ülkelerindeki faşist çeteler ile mücadele eden, onları takip etmek, yakalamak, tutuklamak, yargılamak ve cezalandırmak için milyonlarca doları terörle mücadeleye ayıran Batılı devletler, aslında bu faşistleri kendi elleriyle imal etmektedirler. Çünkü bu devletler okullarında gençlere Darwinist bir eğitim vermektedirler. Yani okullarda hayatın kanlı bir arena, bir savaş alanı olduğu yalanını anlatmakta, ayakta kalabilmek için acımasız olmak ve sürekli çatışmak gerektiği gibi sapkın Darwinist mantıkları gençlere öğretmektedirler. Dahası, insanların maymun benzeri canlılardan türemiş bir hayvan türü olduğunu ve bu sözde evrim sürecinde “ileri” ve “geri” ırklar bulunduğunu telkin etmektedirler. Bu eğitimi almış bir insanın faşist olmaması için bir neden yoktur. Darwinizmin geniş halk kitlelerine empoze edilmesiyle faşizm -gerek örgütlü biçimde, gerekse kültürel düzeyde- hızla yayılmaktadır.
Bu nedenle, tüm dünya için “faşizme karşı etkili bir ilmi mücadele” gerekmektedir. Faşizmin ortadan kaldırılması için, bu ideolojinin sözde bilimsel temeli olan Darwinizm çürütülürken, bir yandan da insanlara sevgi, şefkat, merhamet, tevazu, anlayış, adalet gibi temel ahlaki kavramların öğretilmesi ve aşılanması gereklidir.
Faşizm gibi kanlı ideolojilerin tarihten silinmesinin tek yolu anti-Darwinist, anti-materyalist eğitimdir.
Darwinizmin sapkın öğretileri, Breivik örneğindeki gibi çok kanlı ve acımasız sonuçlar doğmasına sebep olmaktadır. Terörün son bulması, akan kanın durması isteniyorsa, bunun en etkili yolu Darwinizm’in geçersizliğinin anlatılması, Darwinizm’in kesin bilimsel delillerle bir safsata olduğunun açıkça gösterilmesidir.
Faşizm ırkçılığı benimser. Faşistler daima kendi ırklarının, milletlerinin diğerlerinden üstün olduğu iddiasıyla yola çıkmışlar, üstelik bu iddiaya dayanarak diğer milletlerin toprakları ve malları üzerinde hak iddia etmişlerdir. Bu ırkçı iddia birçok savaşın, çatışmanın, katliamın, “etnik temizliğin” çıkış noktasıdır. Oysa Kuran’a göre üstünlük ırka, renge ya da diğer başka bir özelliğe göre değil sadece Allah’a yakınlığa, güçlü iman ve güzel ahlaka bağlıdır.
Bu gerçek Kuran’da şöyle bildirilir:
“Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır.” (Hucurat Suresi, 13)
Faşizmin Sinsi Yöntemleri
Dünyada bugüne dek var olan faşist sistemlerin sahip oldukları ortak noktalardan biri din ahlakına karşı riyakar tutumlarıdır. İlk bakışta, tüm faşist sistemlerin halkın sahip olduğu dini inançları savunduğu görülür. Ancak, faşistler dini samimi olarak savunmazlar. Tek amaçları, dini kurumlardan ve inançlı halktan destek almak, dini terim ve kavramları kullanarak halkı kendilerine bağlayabilmektir. Bu dinin İslam, Hristiyanlık veya Yahudilik olması ya da Budizm gibi batıl bir inanç olması faşistler için fark etmez. Asıl amaç aynı inançla birbirine bağlı olan bir toplumun, kitlesel olarak istenilen şekilde yönlendirilebilmesidir. Hitler, Mussolini, Franco gibi faşist diktatörlerin ve hatta çağdaş faşistlerin politikaları ve uygulamaları incelendiğinde, din ahlakına karşı tutumlarının içyüzü de kolaylıkla görülebilmektedir.
Herşeyden önce faşistlerin samimi olarak din ahlakını savunmaları imkansızdır, çünkü faşistlerin sahip oldukları karakter ve hayata bakış açıları dinin insanlara kazandırdığı güzel ahlakla tamamen zıttır. Yüce Allah’ın insanlar için seçtiği dinde barış ve huzur varken, faşizmde savaş ve huzursuzluk vardır. Allah insanlara güzel söz söylemeyi, affetmeyi ve sevgiyi emrederken, faşistler kin ve nefreti, bitip tükenmeyen mücadeleyi ve savaşı emreder. Dolayısıyla, faşistler din ahlakının samimi olarak yaşanmasını ve topluma güzel ahlakın hakim olmasını istemezler. Çünkü böyle bir durumda kendileri topluma hakim olamayacaklardır. Bu nedenle, hem sözde dindar görünür, hem de hak dinin yaşanmasını gizlice ve sinsi tedbir ve uygulamalarla engellemeye çalışırlar. 20. yüzyılın kanlı tarihi, bunun kanıtlarıyla doludur.