Türkiye’nin, güneyindeki 911 km’lik Suriye sınırı boyunca meydana gelen gelişmeler karşısında aktif bir politika izlemesi ve mutlaka risk önleyici tedbirlerini alması gerekiyor. Türkiye için en büyük tehlike, terör örgütü PKK’nın uzantısı olan PYD’nin bölgede askeri bir üstünlük sağlayarak güney sınırımıza tamamen hakim olmasıdır. Böyle bir durum karşısında, meydana gelebilecek başlıca tehlikeleri şöyle sıralayabiliriz:
PKK/PYD’nin bölgedeki ilerleyişi ve meydana getirdiği tehdit elbette ki derin dünya siyasetinden bağımsız oluşmuyor. Meydana gelen bu gelişmeler, aynı zamanda Ortadoğu ülkelerini bölüp parçalara ayırarak kontrol altına almayı amaçlayan Büyük Ortadoğu ve ardından şekillenen ve Ortadoğu’yu daha da küçük parçalara bölme hedefi taşıyan Yeni Ortadoğu Projesi’nin de birer parçasıdır. Böylelikle, başta dünyaya hükmeden bir kısım derin devletler ve İslam ülkelerinin “Avrupa Birliği” benzeri bir birlik kurmasını istemeyen karanlık odaklar amaçlarına ulaşmış olacaklardır. Buradaki en kritik nokta ise, bu birliğe öncülük edebilecek konumda olan Türkiye Devleti’nin içte ve dışta güçsüz bırakılarak tecrit edilmesidir.
İşte bu nedenle, bölgede faaliyet gösteren derin devletler, ihtiyaç duydukları bölücü ve yıkıcı faaliyetin faili olarak PKK/PYD terör örgütünü kullanıyorlar. Bu cinayet şebekesine her türlü askeri, ekonomik, sosyal desteği vererek bölgede suni bir güç oluşturmaya çalışıyorlar. Bu şekilde, PKK/PYD’nin önündeki engelleri kaldırarak bir an önce güney sınırımız boyunca bir hat oluşturmasını istiyorlar. Bir sonraki adımda, bu illegal yapılanmanın Akdeniz’e ulaşarak tamamen etrafımızı çevrelemesi hedefleniyor. Ancak bu şekilde, ülkemizi tarihinden koparmış ve Türkiye’nin İslam coğrafyasıyla bağlantısını tamamen kesmiş olmayı planlıyorlar.
PKK/PYD illegal yapılanmasının güney hattımızda ele geçirmek istediği yer şu an Cerablus ve Azez bölgeleri arasında kalıyor. Bu bölge için Türkiye başından beri güvenli bir alan oluşturmak gayretinde olmasına karşın henüz bir sonuç alamadı. Şu an ise bu çok daha güç gözüküyor. ABD ve İngiliz derin devletleri, PKK’yı Tel Abyad’dan aldı, Kobani’nin güneyinden Tişrin Barajı’na taşıdı, savaş uçaklarıyla destekledi, şimdi söz konusu terör örgütünü Fırat’ın batısına geçirerek Münbiç üzerinden Cerablus-Azez hattına sürüyor. ABD ve İngiliz derin devletleri PKK/PYD terör örgütünün yolunu Rojava’dan Cerablus’a doğru açarken, Rusya derin devleti de aynı örgütü Afrin’den Azez’e taşıyor. Böylelikle, bu tehlikeli ittifak PKK/PYD terör örgütünün önünü açarken Türkiye’nin kendi sınırlarını korumasını da çok güç kılıyor.
PKK/PYD terör örgütünün güney hattımız boyunca hakimiyet kurması ve sonrasında Akdeniz’e açılmasında en büyük engel ise Türkmenler olarak görülüyor. Zira, bin yılı aşkın bir süredir bölgede yaşayan Türkmenler, Akdeniz’e açılan stratejik noktaların üstünde yer alıyorlar. İşte bu sebepten ötürü, başta Türkmen dağı olmak üzere, Türkmen köyleri Suriye rejimi ve Rusya derin devlet güçleri tarafından aralıksız bombalanıyor, kara güçleri ise bölgeye doğru sürekli ilerleme kaydediyorlar.
Türkmen Dağı Hatay’ın Yayladağı İlçesi’nin tam karşısına düşen dağlık ve ormanlık bölge. Bayırbucak olarak da bilinen bölgenin Bucak kısmı Türkmen Dağı’nın sahiline kadar uzanan kesiminden oluşuyor. Bu bölge Suriye rejimine bağlı birliklerin elinde. Bayır bölgesi ise Türkmen Dağı olarak da bilinen tepeler sırasının doğu yakasını teşkil ediyor. Yoğun çatışmaların yaşandığı bu bölge Türkiye’ye sadece 5 kilometre mesafede. Kızıldağ, bölgedeki en yüksek noktası olması sebebiyle stratejik açıdan büyük önem taşıyor. Bölgenin düşmesi durumunda rejim güçleri Türkmen Dağı’nı tamamen kuşatabilir. Böylece, Akdeniz’e açılan kapı olan İdlip ve Halep bölgesi de düşebilir.
Türkmen bölgelerinin yoğun bombardıman altında tutulması, burada IŞİD birliklerinin var olduğu bahanesi ile gerçekleşiyor. Halbuki bu bölgelerde yalnızca Türkmenler yaşıyor ki onların çoğu da göç etmek zorunda kaldılar. Savaştan önce bölgede 72 Türkmen köyü ve 270-300 bin nüfus vardı. Şu an ise bölgede sivil nüfustan bahsetmek çok zor. Açıkça görülebildiği gibi buradaki amaç, Akdeniz’e açılan yol üstündeki Türkmen köylerini yok etmek.
Görüldüğü üzere, Türkmenler de bölgeden çıkarılarak, Türkiye’yi tecrit etme, bölme ve kontrol altına alma planı adım adım ilerliyor. Bu bölgede, sadece Türkmenler de yok. Aynı zamanda, bölgede dindar Kürt ve Arap aşiretler de yer alıyor. Bu insanlar da, eli kanlı terör örgütü PKK’nın yollarını açmak için derin devlet mensuplarınca havadan bombardımanlarla yok ediliyorlar.
Tüm bu olanlar karşısında, Türkiye’nin bir an önce içte ve dışta aktif bir politika izleyerek etrafında dönen bu tuzakları bozması gerekiyor. Bunu yaparken de, Türkiye’den her zaman kucaklayıcı, olayları tırmandırmayan ve barış yanlısı bir tavır içinde olması bekleniyor. Şu bilinmeli ki, ülkeler, devletler ve devlet yöneticileri hiçbir zaman kurgulanan kirli planların doğrudan içinde değildirler. Oyun kurucular, bütün bu unsurların gebe kaldığı derin, gizli devletlerdir. Onlar da yıllar boyunca şiddet ve bölünme senaryoları ile planlarını uygulayabileceklerini düşünmüşlerdir. Bu planları bozmak için, hem sevgi eğiticisi olmak, hem de öfkeyi perçinleyen unsurları mümkün olduğunca yok etmek gerekmektedir.
Ülkemizin, öncelikle dünya devletleriyle iyi ilişkiler kurması, onlara sevgiyle ve dostça yaklaşması elzemdir. Aynı zamanda, İslam ülkeleri ile bozulan ilişkilerimizi de yeniden güçlendirmemiz ve sevgiye dayalı bir İslam Birliği’ni de hayata geçirmemiz en acil konu olarak gözüküyor. Bunun için de, dünya’ya yön veren, Osmanlı İmparatorluğu’nu yeniden tesis etmeye çalışan, etrafındaki ülkelere tepeden bakan bir anlayışla değil, sevgi, şefkat ve tevazu ile yaklaşmamız gerekiyor. İslam’ın kucaklayıcılığını hissettirmemiz, her ülkeye ve her kişiye dost olduğumuzu kanıtlamamız gerekiyor.
Böyle bir doğru strateji, ülkemize yönelik haksız eleştirilerin de sona ermesini sağlayacak ve Türkiye’nin dünyaya derdini anlatmasına imkan verecektir. Bu samimi yaklaşımlarla, dünya kamuoyuna PKK/PYD terör örgütünün Marksist, komünist, Stalinist kanlı ideolojisini detaylı anlatmak mümkün olabilecektir. Bu illegal örgütün işlediği cinayetleri ve bölge insanlarına yaptığı zulmü tüm açıklığıyla göstermeliyiz. Bununla birlikte, dünya devletleriyle teröre karşı güçlü ittifaklar kurup, teröre caydırıcı tedbirler almalı, ama asıl önemlisi terörün yegane çözümü olan eğitimi birlikte gerçekleştirmeliyiz. Terörden dolayı mağdur olan insanların da sosyal ve ekonomik olarak her türlü ihtiyacını karşılamalıyız. Ancak bu şekilde, başta Türkmenler olmak üzere bölgede ezilen tüm insanları kurtarabilir, ülkemizin üniter yapısını koruyabilir ve dünyada kalıcı bir barışın mimarı olabiliriz.
Adnan Oktar'ın Daily Mail'de yayınlanan makalesi: