"Hayır, biz hakkı batılın üstüne fırlatırız, o da onun beynini darmadağın eder. Bir de bakarsın ki, o, yok olup gitmiştir. (Allah'a karşı) Nitelendiregeldiklerinizden dolayı eyvahlar size." (Enbiya Suresi, 18)
21. yüzyılın hemen başında ortaya çıkan bilimsel gelişmelerin tümü Allah''ı inkar eden ateist dünya görüşünü yerlebir ederken modern bilim, her alanda "Yaratıcı"nın varlığını kabul ediyor.
Ateizm düşüncesi, eski çağlardan beri var oldu. 18. yüzyıl'da Diderot, Baron d'Holbach gibi materyalistler, evrenin sonsuzdan beri var olan bir madde yığını olduğunu ve madde dışında bir varlık alemi bulunmadığını öne sürdüler. 19. yüzyılda ateizm daha da yaygınlaştı. Feuerbach, Marx, Engels, Nietzsche, Durkheim, Darwin, Freud gibi düşünürler, ateist düşünceyi farklı bilim ve felsefe alanlarına uyguladılar. Bu yazıda günümüzde farklı bilim dallarının bu yönde ortaya koydukları sonuçları kısaca analiz edecek ve önümüzdeki "ateizm sonrası" dönemin insanlığa neler getireceğini inceleyeceğiz.
Astronomi: Sonsuz Evren Kavramının Çöküşü
Big Bang teorisine bir dizi keşif sonunda varıldı. Amerikalı astronom Edwin Hubble, 1929 yılında, evrendeki galaksilerin birbirlerinden sürekli olarak uzaklaştıklarını ve dolayısıyla evrenin genişlemekte olduğunu fark etti. Hubble'ın buluşunu yorumlayan astronomlar, bu "tek nokta"nın sonsuz bir çekim gücü ve sıfır hacme sahip "metafizik" bir durum olduğu gerçeğiyle karşılaştılar. Madde ve zaman, bu hacimsiz noktanın dışarıya doğru "patlamasıyla" ortaya çıkmıştı. Bir başka deyişle, evren yoktan yaratılmıştı ve evrenin bir başlangıcı vardı... Tüm gerçekler karşısında ateistler köşeye sıkışmış durumdadırlar. "Ateistik Hümanizm" kitabının yazarı, ateist felsefe profesörü Anthony Flew, ilginç bir itirafta bulunur: "İtiraflarda bulunmanın insan ruhuna iyi geldiğini söylerler. Ben de bir itirafta bulunacağım: Big Bang modeli, bir ateist açısından oldukça sıkıntı vericidir."
Çünkü bilim, dini kaynaklar tarafından savunulan bir iddiayı ispat etmiştir: Evrenin bir başlangıcı olduğu iddiasını... Sonuçta maddeyi ve zamanı, her ikisinden de bağımsız olan, sonsuz güç sahibi bir Yaratıcı var etmiştir. İçinde yaşadığımız evreni var eden, sonsuz güç ve akıl sahibi olan Allah'tır.
Doğa Bilimleri: "Bilinçli Tasarım"ın Zaferi
19. yüzyılda zirveye tırmanan ateizmin en önemli dayanağı, Darwin'in evrim teorisidir. Darwinizm, insanın ve tüm diğer canlıların kökeninin bilinçsiz doğa mekanizmaları olduğunu ileri sürmekle, ateistlere asırlardır aradıkları bir fırsatı sağlamıştır. Nitekim Darwin'in teorisi hemen devrin en koyu ateistleri tarafından benimsenmiş, Marx ve Engels başta olmak üzere, ateist düşünürler bu teoriyi felsefelerinin temeli olarak belirlemişlerdir. O devirden bu yana da Darwinizm ile ateizm arasındaki ilişki değişmeden devam etmektedir.
Ateizmin bu en büyük dayanağı, aynı zamanda 20. yüzyıldaki bilimsel bulgulardan en büyük darbeyi alan dogmadır. Fosil bilimi, biyokimya, anatomi, genetik, astronomi gibi farklı bilim dallarının ortaya koyduğu bulgular, evrim teorisini çok farklı yönlerden çürütmüştür.
Bugün başta ABD olmak üzere pek çok Batılı ülkede bilim adamları arasında "bilinçli tasarım" tespiti yaygınlaşıyor. Bilinçli tasarım'ın savunucuları, Darwinizm'in bilim tarihinde büyük bir yanılgı olduğunu ve "materyalist felsefenin zorla bilime empoze edilmesi"nin sonucunda doğduğunu anlatıyorlar. Bilimsel bulgular canlılarda "tasarım" bulunduğunu gösteriyor ve bu da yaratılışı kanıtlıyor. Bilim, Allah'ın tüm canlıları yarattığı gerçeğini bir kez daha tasdikliyor...
Psikoloji: Freudizmin Çöküşü ve İnancın Kabulü
Ateist dogmanın psikoloji alanındaki temsilcisi, Avusturyalı psikiyatrist Sigmund Freud idi. Freud, ruhun varlığını reddeden, insanın tüm ruhsal dünyasını cinsel ve benzeri dünyevi dürtülerle açıklamaya çalışan bir psikoloji teorisi ortaya attı. Freud'un en büyük saldırısı ise dine karşıydı. 1927'de yayınlanan "Bir İllüzyonun Geleceği" adlı kitabında, dini inancın sözde bir tür akıl hastalığı (nevroz) olduğunu ileri sürüyor ve insanlığın ilerlemesiyle birlikte dini inançların tamamen ortadan kalkacağı iddiasında bulunuyordu. Freud'dan sonra da psikoloji bilimi ateist bir temelde gelişti. Sonuçta psikoloji dünyası ateizmin alanı oldu
Ama psikologların çoğunun içine düştüğü bu büyük aldanış, bizzat yürüttükleri psikoloji araştırmaları tarafından çürütüldü. Öncelikle Freudizm'in temel varsayımlarının hemen hiçbir bilimsel dayanağı olmadığı ortaya çıktı. 20. yüzyılın sonunda modern psikoloji, dinin yerini almak bir yana, dinle yeniden tanışmaya başladı ve "insanın zihinsel yaşamı hakkındaki salt seküler bir bakış açısının hem teorik hem de pratik düzeyde çöktüğü ortaya çıktı. Yani ateizm, psikoloji alanında da hezimete uğradı.
Tıp: İnananların Kalplerinin "Mutmain" Olmasının Keşfi
Amerikan Sağlık Araştırmaları Ulusal Merkezi'nden David B. Larson ve ekibi tarafından derlenen araştırma sonuçlarına göre; Amerikalılar arasında dindar ve inançsız kişiler arasında yapılan karşılaştırmalar çok ilginç sonuçlar vermiştir. Dindarların, dini yönü zayıf veya hiç olmayan kişilere göre; kalp hastalıklarına % 60 daha az yakalandıkları; intihar oranlarının % 100 daha düşük olduğu; tansiyon bozukluğuna çok daha düşük oranlarda yakalandıkları; sigara içenler arasında bu oranın 7'ye 1 olduğu gibi ilginç sonuçlar ortaya çıkmıştır. (www.harunyahya.org)
Allah'a olan inanç, başka herhangi bir moral etkiden çok daha güçlüdür. Harvard Tıp Fakültesi'nden Dr. Herbert Benson Allah'a olan inancın ve ibadetlerin insan sağlığı üzerinde başka hiçbir şeyde görülmeyecek derecede olumlu bir etki meydana getirdiğini ve "diğer hiçbir inancın, Allah'a olan inanç gibi zihne huzur vermediği sonucuna" varmıştır.
Toplum: Komünizmin Çöküşü
Komünist ideolojinin kurucuları olan Marx, Engels, Lenin, Troçki veya Mao, ateizmi en temel prensip olarak benimsemişlerdir. Komünist rejimler ateizmin topluma benimsetilmesini ve dini inançların yok edilmesini öncelikli bir hedef olarak belirlemişlerdir. Rusya, Kızıl Çin, Kamboçya, Arnavutluk ve Doğu Bloku Ülkeleri'nde dindarlara karşı büyük baskılar uygulanmış, toplu kıyımlar gerçekleştirilmiştir.
Bu kanlı ateist sistem, 1980'lerin sonunda çökmüştür. Bu çöküşü incelediğimizde ise, aslında çöken şeyin ateizm olduğunu görürüz. Patrick Glynn, konuyu şöyle açıklamaktadır: "Seküler tarihçiler komünizmin en büyük hatasının ekonominin kanunlarını reddetmek olduğunu söyleyeceklerdir. Ama başka kanunlar da vardır, bu çöküşte rol oynayan...
Tarihçiler komünizmin çöküşüne giden faktörleri detaylı inceledikçe, Sovyet elitinin bir tür ateist "inanç krizi"nin sancıları içinde olduğu açığa çıkmaktadır. "Büyük Yalan"a dayalı başka yalanlardan oluşan ateist bir ideolojinin etkisinde yaşadıklarından dolayı, Sovyet sistemi çok radikal bir demoralizasyon yaşamıştır, bu terimin her anlamında. Yönetici sınıf da dahil olmak üzere, Sovyet halkı her türlü ahlaki duyguyu ve her türlü umudu yitirmiştir."
İdeoloji: Faşizmin ve ateist anlayışın yenilgisi
20. yüzyıl sadece komünizmin değil, 19. yüzyıldaki din aleyhtarı felsefelerin bir diğer meyvesi olan faşizmin de çöküşünü belgelemiştir. Faşizm, ateizm ile putperestliğin karması sayılabilecek ve İlahi dinlere şiddetle düşman olan bir felsefenin ürünüdür. Faşizmin fikir babası sayılan Friedrich Nietzsche, putperest barbar toplumların ahlakını övmüş, başta Hıristiyanlık olmak üzere İlahi dinlere saldırmış, hatta kendini "Deccal" (Antichrist) olarak tanımlamıştır. Nietzsche'nin takipçisi olan Martin Heidegger koyu bir Nazi destekçisi olmuş, bu iki ateist felsefecinin düşünceleri Nazi Almanyası'ndaki korkunç vahşetleri doğurmuştur. 55 milyon insanın yaşamına mal olan II. Dünya Savaşı, ateizmin insanlığa getirdiği felaketlerin bir örneğidir. Ateizmin bir diğer toplumsal sonucu ise, Batı'nın emperyalizm, ahlaki dejenerasyon, despotizm gibi olumsuz özelliklerinin kaynağı söz konusu ateist unsurdur.
Amerikalı yazar Patrick Glynn, God: The Evidence adlı kitabında bu konuya dikkat çekmekte, Batı'daki inançlı ve ateist unsurları karşılaştırmak için, Amerikan ve Fransız Devrimlerini örnek göstermektedir. Amerikan Devrimi, Allah'a inanan insanlar tarafından gerçekleştirilmiştir; Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi insan haklarınının "Yaratıcı tarafından verildiğini" bildirmektedir. Fransız Devrimi ateistler tarafından gerçekleştirilmiş, Fransız İnsan Hakları Bildirgesi ise ateist (ve kısmen putperest) bir mantıkta kaleme alınmıştır. İki devrimin fiili sonuçları ise çok farklıdır: Amerikan modelinde dine ve dini inançlara saygılı, barışçıl ve toleranslı bir ortam gelişmiş, Fransa'daki koyu din düşmanı anlayış ise ülkeyi kana boğmuş, o döneme kadar eşi görülmemiş bir vahşet uygulamıştır. Patrick Glynn'in ifadesiyle, "ateizm ile ahlaki ve siyasi felaketler arasında ilginç bir tarihsel korelasyon (doğrusal ilişki) vardır." Yazar, Amerika'yı ateistleştirmek için yürütülen çabaların da her zaman için toplumsal tahribat meydana getirdiğini, örneğin 60'lı ve 70'li yıllarda (68 kuşağı döneminde) yaygınlaşan "cinsel devrim" hareketinin çok büyük toplumsal yaralar açtığını ve bunun artık seküler tarihçiler tarafından da kabul edildiğini anlatmaktadır.
SONUÇ: Ateizm Çöktü
Buraya kadar kısaca özetlediğimiz bilgiler, ateizmin kaçınılmaz bir çöküş içinde olduğunu açıkça göstermektedir. Bir diğer ifadeyle insanlık Allah'a yönelmektedir. Bu gerçeğin ifadesi, sadece burada aktardığımız bilim veya siyaset alanlarıyla sınırlı değildir. Ünlü devlet adamlarından sinema yıldızlarına veya pop sanatçılarına kadar, Batı toplumunun pek çok "kanaat önderi" eskisine göre çok daha dindardır. Uzun yıllar ateist olarak yaşadıktan sonra, gördüğü gerçekler karşısında Allah'a iman eden pek çok insan vardır.
Yaşadığımız dönem, önemli bir dönemdir. Asırladır insanlara "akıl ve bilimin yolu" gibi gösterilmek istenen ateizmin büyük bir akılsızlık ve cehalet olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır. Bilimi kendisine araç edinmek isteyen materyalist felsefe, bilimin kendisi tarafından çürütülmektedir. Ateizmden kurtulan dünya, Allah'a ve dine yönelecektir. Bununla birlikte "hangi din" sorusu gündeme gelecektir. Bu süreçler çoktan başlamış durumdadır zaten.
Kuşkusuz bu dönemde Müslümanlara önemli görevler düşmektedir. Müslümanlar; dünyadaki bu büyük fikri değişimin farkında olan, onu yorumlayan, globalleşmenin vesile olduğu fırsat ve imkanları çok iyi kullanan, bu yolla hakikati en iyi ve etkili şekilde temsil eden insanlar olmalıdırlar.