Evrim Teorisi, canlıların sözde ilkelden gelişmişe doğru ilerlediği şeklinde, bugün bilim tarafından yerle bir edilmiş bir iddiayı savunmaktadır. Bugün sayısı 250 milyonu aşkın fosille canlıların milyonlarca yıldır hiç değişmedikleri net şekilde görülmüştür. Kaldı ki Darwinizm; canlılığın başlangıcı, bir proteinin bile tesadüfen oluşmasının imkânsızlığı gibi sayısız konuda cevapsız kalmış ve böylece evrim teorisinin geçersizliği açıkça görülmüştür.
Bilimsel gelişmeler, yalnızca biyoloji alanında değil, evrimci safsatalarla çarpıtılmaya çalışılan tüm bilim dallarında gerçekleri gün yüzüne çıkarmıştır. Bu bilim dallarından biri de antropolojidir.
İnsan yaşamını tarihin ilk yıllarından itibaren inceleyen bu bilim dalında, evrim safsatasını desteklemek uğruna insanlık tarihiyle ilgili pek çok hayali hikayeye başvurulmuştur. Ancak bu hayali hikayeler her bir kazıda, her bir bulguda tekrar tekrar yerle bir olmuştur.
Evrim teorisinin insanın sözde evrimiyle ilgili hayali hikayesine göre yerleşik hayat bundan yaklaşık on bin yıl önce, Neolitik Çağ (Cilalı Taş Devri) adı verilen dönemde oluşmaya başladı. İnsanların birbirleriyle sosyal ilişkiler kurması ve kültürel değerlerin oluşması ise sözde bu tarihten bin yıllar sonra meydana geldi.
Fransa'daki Chauvet mağarasında bulunan 32 bin yıl önce çizilmiş muhteşem mağara resimlerindeki üstün sanat tekniği; bugünkü Batı müziğinin temel formu olan yedi nota ölçüsüyle yapılmış 35 bin yıllık flüt fosili; Urfa Göbekli Tepe'de bulunan, boyları 4-6 metre olan kırk beş heykeli de içinde barındıran, 14 bin yıl önce yapılmış dev yapı; piramitler, sfenksler gibi dünyaca meşhur bulgular vb. sayısız kez insanın hayali evriminin asla yaşanmadığını göstermiştir.
Son keşifler insanın hayali evrimi hikâyesini yıkan delillere bir yenisini daha ekledi. Akdeniz'in doğusunda yapılan kazılarda Natufian adı verilen bir kültürün izlerini buldular. Şaşırtıcı olan ise bu kültürün izlerinin M.Ö. 11.000 tarihine kadar gitmesidir. Evrim hikâyelerine göre hayvanların evcilleştirilmesi, tarım, yerleşik hayat ve hatta ilkel el aletleri bile mevcut olmaması gereken bu dönemde, tüm ayrıntılarıyla bugünün toplumsal hayatının izlerini taşıyan bir kültürün kalıntılarının bulunması evrimcileri tam bir çıkmaza soktu.
Natufian kültürünün bugünün kültürüyle taşıdığı ortak noktalardan biri mezarlıklarda bulunan çiçeklerdir. İsrail'deki Hayfa adlı liman şehrinin Rakafet mahallesinde yapılan kazılarda, mezarlarda renkli ve güzel kokulu çiçeklerin kalıntılarına rastlandı.
Kazılarda bulunan çiçek kalıntıları üzerinde yapılan araştırmalar hakkında Newscientist sitesinden yapılan haberde, çiçeklerin adaçayı ve sırçaotu olduğunun tespit edildiği yer aldı. Bu tarihi mezarlardaki izlerden, çiçeklerin bu mezarlara özenle dizildiği anlaşıldı.
Evrimci kaynaklardaki hayal ürünü çizimlerde bu döneme ait tasvirler insanları güya ağaçtan yeni inmiş, sözde ilkel, maymuna benzeyen bir canlı olarak gösterecek şekildedir. Anlatımlarında da insanları homurtular çıkaran, konuşmayı bilmeyen sözde yarı hayvan yarı insan canlılar olarak anlatırlar. Oysa diğer pek çok delil gibi bu çiçekli mezarlar da o devirde yaşamış insanların bizden hiçbir farkı olmadığını göstermektedir. 'Evrim yalanlarına göre sosyalleşmeye başlamamış, konuşmayı dahi bilmeyen ilkel canlılar nasıl ve neden mezarlıklar meydana getirip bu mezarları çiçeklerle süslediler?' sorusuna evrimcilerden hiçbir mantıklı cevap alamayız.
Bu bulgunun gösterdiği gerçek nettir. Bundan 13 bin yıl önce de insanlar bir arada medeni bir hayat sürüyor, birbirleriyle hayatı paylaşıyor ve birbirlerine değer veriyorlardı. Bundan dolayı ölülerini yabani hayvanlar gibi öylece bırakmak yerine, ruh sahibi insanlara yakışır şekilde gömüyor, mezarları çiçeklerle süslüyorlardı.
Evrimciler mezarları çiçekle süslemek gibi bir ince düşünceyi açıklamak bir yana mezarlığın varlığını dahi açıklayamazlar. Sürekli yiyeceği peşinde giden, yerleşik hayata geçmemiş ve birbirleriyle diyalog kurmayan sözde yabani canlıların, ölülerini bir mezarlıkta düzenli ve çiçeklerle gömmeyecekleri açıktır. Hâlbuki bazı Natufian mezarlarında yüzden fazla iskelet bulunmuştur. Sadece bu bile insanların tarih boyunca, bugün olduğu gibi yerleşik hayata ve sosyal yapıya sahip olduklarını kanıtlamak için yeterli bir delildir.
Natufian medeniyeti yalnızca Hayfa şehri ile sınırlı da değildir. Daha önce yapılan kazılarda bu medeniyete ait kalıntılara Akdeniz'in doğusundaki pek çok ülkede rastlandı. Her ne kadar, köy kadar bir alan olması bile evrim teorisinin iddialarını yıkmaya yeterli gelecek olsa da Natufian kültürüne ait izlerin çok geniş bir alanda yaygın olması, evrimciler için konunun üstünün örtülmesini imkânsız kılar. Türkiye'nin güneyi, Lübnan, Suriye, Ürdün, İsrail, Filistin, Kıbrıs adası, Sina Yarımadası ve Irak'ı da içine alan oldukça geniş bir alanda on binlerce yıl öncesinin medeniyet izleri vardır. Açıkça görülüyor ki 13 bin yıl önce sosyal hayat vardı ve son derece yaygındı.
Kuşkusuz, bu keşiflerde ortaya çıkanlar evrimcilerde büyük bir şaşkınlık meydana getirmektedir. Her keşfin ardından bazı evrimciler panikle bu bulguların üstünü örtmeye çalışsa da, bazılarının kaçınılmaz itiraflarda bulundukları görülür.
Bunun bir örneği, Urfa Göbeklitepe'deki muhteşem anıtın keşfinden sonra, Stanford Üniversitesi'nden Ian Hodder'in yapmış olduğu itiraftır. M.Ö. 11.500 yıllarına ait 40 ton ağırlıktaki, hayvan figürleri işlenmiş onlarca heykelin çember oluşturacak şekilde dizilmiş olmasının ortaya çıkması karşısında Hodder, insanın sözde evrimi ile ilgili şu açıklamayı yapmıştır:
Bütün teorilerimiz yanlışmış.[1]
Natufian kültürünün çiçekli mezarlarının bulunduğu kazıya İsrail'in Hayfa Üniversitesi'nden katılan Daniel Nadel ise şu itirafta bulunmaktadır:
Natufian kültürüyle her şey değişti.[2]
Her yeni buluş evrimciler için yeni bir çıkmaz meydana getirmektedir. Çünkü gerçek tarih evrimcilerin anlattıklarından çok farklıdır. Evrimciler, yeni bir buluş çıktıkça bunu evrime uydurmanın yollarını ararlar.
Oysa ideolojik kaygılarla evrim teorisini zorla ayakta tutmaya çalışmanın hiçbir faydası yoktur. Tüm bilim dalları, evrim teorisinin yanlışlığını bir bir ortaya koymaktadır. Tüm evreni ve canlıları Allah’ın yarattığı gerçeğine karşı, evrim teorisi, canlılığın tesadüfler sonucu meydana geldiğini iddia eder. 'Tesadüf' gibi gülünç bir puta tapan evrim safsatası, bilimsel delillerle yerle bir olmaya mahkûmdur. Kuran'da şöyle buyurulur:
De ki: "Hak geldi, batıl yok oldu. Hiç şüphesiz batıl yok olucudur." (İsra Suresi, 81)
Bugün de olduğu gibi farklı medeniyetler farklı gelişmişlik düzeyinde olabilirler. Örneğin bugün Batı ülkelerinde haberleşme ve ulaşım yok ileri bir teknolojiyle sağlanıyorken bazı Afrika ülkeleri aydınlatma için kullanılan elektrikten bile yoksun olabiliyorlar. Bilimsel bulgular benzer şekilde, ileri medeniyetle geri kalmış medeniyetlerin bundan bin yıllar öncesinde de aynı çağda yaşadığını göstermektedir. Buna karşılık insanların sözde maymunsu atalarının olduğuna dair hiçbir bilimsel delil bulunmamaktadır.
Tüm canlılar gibi insanlar da şimdiki halleriyle Allah'ın "ol" demesiyle yoktan yaratılmışlardır. Yasin Suresi'nde bu durum şöyle bildirilmektedir:
Bir şeyi dilediği zaman, O'nun emri yalnızca; "Ol" demesidir; o da hemen olur. (Yasin Suresi, 82)