Türk-İslam Birliği Atatürk'ün de İşaret Ettiği Büyük Bir Hedeftir

8357
Mustafa Kemal Atatürk: "Türk Birliği`nin bir gün hakikat olacağına inancım vardır. Ben görmesem bile, gözlerimi dünyaya onun rüyaları içinde kapayacağım. Türk Birliği`ne inanıyorum, onu görüyorum. Yarının tarihi, yeni fasıllarını Türk Birliği`yle açacaktır. Dünya sükununu bu fasıllar içinde bulacaktır.

Türk'ün varlığı bu köhne aleme yeni ufuklar açacak, güneş ne demek, ufuk ne demek, o zaman görülecek."


Bilindiği gibi Atatürk'ün milliyetçilik anlayışı, Ziya Gökalp'ın tanımladığı "hars milliyetçiliği" kavramına dayanmaktadır. Buna göre; bu topraklar yüce Türk Milleti'nin topraklarıdır ve bu milleti yaşatan unsur hars, yani kültürdür. Dolayısıyla Türk Milleti'nin bir parçası olmak için, etnik olarak Türk olmak şart değildir. Türk harsını benimseyen ve kendisini Türk addeden herkes bu milletin bir parçasıdır.

Atatürk milliyetçiliği, Anadolu toprağını vatan belleyen ve "Türküm" diyen her ferdi, hangi ırk veya etnik kökenden olursa olsun bir çatı altında birleştirmiştir. Milliyetçilik, temelde, birlik ve beraberlik ortamının tam manasıyla sağlanmasını amaçlayan kilit bir Atatürkçülük ilkesidir. Atatürk milliyetçiliği, Türk Milleti'ne mensup olmakla övünmeyi, Türk Milleti'ne inanmayı ve güvenmeyi esas alır.^

Burada Atatürk'ün Türk milliyetçiliğinin, Türkiye sınırlarını da aşan bir Türklük bilincine dayandığını söylemeliyiz. Büyük Önder, Türkiye sınırları dışında yaşayan Türkler'e her zaman önem vermiş ve açık biçimde gelecekte Türk Birliği`nin kurulacağına yönelik inancını ifade etmiştir:

"Ben herşeyden önce bir Türk milliyetçisiyim. Böyle doğdum. Böyle öleceğim. Türk Birliği`nin bir gün hakikat olacağına inancım vardır. Ben görmesem bile, gözlerimi dünyaya onun rüyaları içinde kapayacağım. Türk Birliğine inanıyorum, onu görüyorum. Yarının tarihi, yeni fasıllarını Türk Birliğiyle açacaktır. Dünya sükununu bu fasıllar içinde bulacaktır. Türk'ün varlığı bu köhne aleme yeni ufuklar açacak, güneş ne demek, ufuk ne demek, o zaman görülecek." (Atatürk'ün Sofrası, İsmet Bozdağ, Kervan Yayınları, 1975, s. 138-143)

Büyük Önderimiz Atatürk`ün görüşleri Türk-İslam Birliği için önemli bir mesaj içermektedir

Mustafa Kemal Atatürk`ün, Türk-İslam dünyasının nasıl bir yapı içinde birlik ve beraberliğini sağlayabileceği yönünde de önemli değerlendirmeleri vardır. Bir devletin en önemli unsurlarından birinin milli sınırlar içinde var olma hakkı olduğunu ifade eden Atatürk`ün tespitlerinin doğruluğu, geçen zaman içerisinde ispatlanmıştır.

Bilindiği gibi, Osmanlı İmparatorluğu`nun yıkılış sürecinde, Osmanlı topraklarında yaşayan halkların bir kısmı yanlış yönlendirmelere kapılarak Osmanlı`nın yanında yer almak yerine, dış güçlerle işbirliği yapmışlardır. Ancak çeşitli imtiyazlar kazanacaklarını umarak bu yolu seçenler iş birliği yaptıkları ülkelerin hegemonyası altına girmişler ve sömürgeleştirilmişlerdir. Bu halklardan bazıları, Cumhuriyetin ilk yıllarında Mustafa Kemal`e temsilciler göndererek, kendilerini sömürge durumuna düşüren liderlerinin basiretsizliğinden şikayet etmiş ve hatta bazıları Türkiye Cumhuriyeti ile birleşme taleplerini dile getirmişlerdir. Atatürk`ün bu tekliflere verdiği karşılık, Türk-İslam Birliği`nin temelinin nasıl olması gerektiğini gösteren önemli bir cevaptır:

``Bütün İslam aleminin manen olduğu kadar maddeten de birlik içinde ve müttefik hale gelmesinden sadece sevinç duyarız. Bunun için de bizim kendi hudutlarımız içerisinde bağımsız olduğumuz gibi, Suriyeliler ve Iraklılar da milli hakimiyete dayalı bağımsız bir güç olarak ortaya çıkabilmelidirler.`` (Mustafa Kemal, 24 Nisan 1920, 4. (gizli) oturum)

Görüldüğü gibi Atatürk`ün belirlediği öncelik, bu ülkelerin de bağımsızlıklarını kazanmalarıdır. Türk-İslam Birliği`nin öneminin bilincinde olan Atatürk, bu birliğin kendisinden beklenen etkiye sahip olabilmesi için, üyelerinin milli sınırları içinde bağımsızlığını kazanmış, milli iradeye dayanan ve kendi ayakları üzerinde durabilen devletler olmaları gerektiğine dikkat çekmiştir. Dolayısıyla, bugün de, kurulacak bu birlikteliğin üyelerinin toprak bütünlüğünü ve bağımsızlıklarını koruması son derece önemlidir.

Türkiye'nin tarihsel kimliği, Osmanlı kimliğidir. Büyük Önder Atatürk de bu gerçeği görmüş ve dönemin şartlarının izin verdiği ölçüde Osmanlı mirasına sahip çıkmıştı. Genç Türkiye Cumhuriyeti'nin Osmanlı borçlarını son kuruşuna kadar ödemeyi kabul etmesi ve tüm ekonomik sıkıntılara rağmen bu borçların ödemelerine sadık kalması, bunun en somut örneğiydi. Atatürk'ün bu politikasının nedeni, henüz o dönemde Osmanlı mirasının Türkiye'nin dış politikası açısından büyük bir stratejik avantaj olduğunu görmüş olmasıydı. Atatürk, öte yandan, Balkan Antantı ve Sadabad Paktı gibi oluşumlarla, eski Osmanlı coğrafyalarında Türkiye'nin nüfuzunu korumaya çalışmıştı. Balkan Antantı, bazı Balkan ülkelerini, Sadabad Paktı ise bazı Ortadoğu ülkelerini Türkiye'nin liderliği altında stratejik işbirliğine taşıma amacını güdüyordu.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti Türk-İslam Dünyasına Örnek Olacaktır

Türk ve İslam devletlerinin bir çatı altında toplanması, adalet, sevgi ve kardeşlik temeli üzerine bir araya gelmesi için, Türkiye Cumhuriyeti'ne önemli görevler düşmektedir. NATO üyesi olan Türkiye'nin Batı Dünyası ile Türk ve İslam devletleri arasında bir köprü işlevi göreceği çok açıktır. Türkiye sahip olduğu tarihi mirası, jeo-politik ve stratejik konumu gereği üstleneceği görev ile Türk-İslam coğrafyasında büyük bir zenginliğin, refahın ve huzurun yolunu açacaktır.

Atatürk Samimi Bir Müslümandı

Atatürk, sadece siyaset adamlığı ve askeri dehasıyla değil, aynı zamanda kişiliği ile de Türk Milleti'nin önünde güzel bir örnektir.

Atatürk, İslam`ı özümsemiş bir Osmanlı beyefendisidir. Mustafa Kemal'in vatanı ve milleti için yaptığı tüm fedakarlıklar, onun inançlı yapısı sonucu ortaya çıkmıştır. Zira dini değerlere inanmayan, vicdanı ile hareket etmeyen bir insanın, tehlike altında olan bu İslam vatanını ve Müslüman milletimizi kurtarmayı düşünmesi, canını bu uğurda ortaya koyması mümkün değildir.

Mustafa Kemal'in sözlerini, izlediği yolu ve politikalarını gözden geçirdiğimizde, Atatürk'ün dinine bağlı bir insan olduğunu görürüz. Örneğin Sabiha Gökçen, Mustafa Kemal ile ilgili bir anısında bu konuyu vurgulamıştır:
"Ata'nın elini öpmek üzere yanına girdim. İşleri ile meşguldü. Bir süre ayakta bekledim. Birden derin bir iç geçirdi. Ve "Allah" dedi. O bunu sık sık tekrarladı
PAYLAŞ
logo
logo
logo
logo
logo