Tarih boyunca, din ahlakına karşı olan kişiler, din ahlakının yayılması için çaba harcayan müminleri engellemek için birtakım yöntemlere başvurmuşlardır. Uyguladıkları bu yöntemlerden biri de, onları iftiralarla, haksız suçlamalarla, sahte delil ve yalancı şahitlerle halkın ve hukukun önünde suçlu duruma düşürmek ve bunların sonucunda hapse atılmalarını sağlamaktır. İnkar edenlerin bu yöndeki kışkırtmaları ve yarattıkları infial sonucunda hapisle cezalandırılan müminler, olayları yüzeysel değerlendiren bir kişiye göre cezaevindedirler. Ancak özünde, suçsuz olduğu halde yıllar yılı hapiste kalan Hz. Yusuf gibi Allah'a daha çok yakınlaşarak ilimde derinleştikleri ve pek çok yönden güçlendikleri bir "terbiyehane"dedirler. Bu açıdan bakıldığında, müminlere zulmetmek, imani hizmetlerine engel olmak isteyenler, onları hapse atarak gerçekte büyük bir hayra vesile olmaktadırlar.
"... Yusuf daha nice yıllar zindanda kaldı" (Yusuf Suresi, 42) ayetinin ihbarı ve sırrıyla Yusuf Aleyhisselam mahpusların piridir. Ve hapishane bir nevi Medrese-i Yusufiye olur."1
Bu sözler, hayatı boyunca Kuran ahlakını insanlara anlatan ve sadece bu nedenle bazı çevrelerin düşmanlığını kazanarak suçsuz yere 30 yılını sürgünlerde ve hapishanelerde geçirmiş olan, 20. yüzyılın en büyük İslam alimlerinden Bediüzzaman Said Nursi'ye aittir.
Bediüzzaman'ın bu sözünde hapishane için Medrese-i Yusufiye tanımını kullanmasının nedeni şudur: İnsanları yalnızca Allah'a kulluk etmeye ve güzel ahlaklı olmaya çağıran samimi Müslümanlar için, hiçbir suçları bulunmadığı halde zaman zaman yaşamak zorunda bırakıldıkları hapishaneler, manevi açıdan çok güzel birer eğitim ve nefsi terbiye yeridirler. Diğer bir deyişle, müminler için hapishaneler birer medrese hükmündedirler.
Bu medreselerin Yusuf ismiyle anılmalarının nedeni ise, -Kuran'da bildirildiği üzere- Allah'a imanı ve güzel ahlakı ile tanınan Hz. Yusuf'un suçsuz yere hapis yatmış olmasıdır. Hz. Yusuf, kendisinin suçsuz olduğuna dair deliller apaçık ortada olmasına rağmen, Allah'ın bildirdiği din ahlakını anlatan bir insan olduğu için iftiraya uğramış, ardından hapse atılmış ve yıllar yılı hapiste kalmıştır. Ancak bu olaylar esnasında, başına her gelenin Allah'tan bir hayır olduğunu bilmiş, hapiste dahi tebliğ vazifesine devam ederek diğer mahkumlara Allah'ın varlığını ve güzel ahlakı anlatmış, hapis hayatı boyunca asla bir şikayette bulunmamıştır. İşte onun bu tavrı, kendisinden sonra gelen tüm müminlere de güzel bir örnek teşkil etmiştir.
Hz. Yusuf’un İftiralar Nedeniyle Hapsedilmesi
Çocukluğundan itibaren birçok imtihanla karşılaşan, ancak sabrı ve tevekkülü ile daima insanlara örnek olan Hz. Yusuf'un hapisle cezalandırılmasına, evinde kaldığı Mısırlı Aziz’in karısı tarafından iftiraya uğraması sebep olmuştur. Bu mübarek peygamberimiz, suçsuz olduğuna neredeyse tüm bir şehir halkı şahitken ve apaçık deliller mevcutken, iffetinden dolayı onların isteklerini yerine getirmediği için zindana atılmıştır. Bir ayette bu durum şöyle haber verilir:
Sonra onlarda (Yusuf'un iffetine ilişkin) delilleri görmelerinin ardından, mutlaka onu belli bir vakte kadar zindana atmak (görüşü) ağır bastı. (Yusuf Suresi, 35)
İftiraya uğrayarak hapsedilmek, tarih boyunca Yüce Allah’a iman eden ve yaşamlarını yalnızca O’na hizmet ederek geçiren müminlerin en büyük imtihanlarından biri olmuştur. Üstün ahlak sahibi bu insanlar, karşılaştıkları her zorluk gibi bunu da tevekkül ile kaşılaşmışlardır. Yüce Allah’ın kaderlerinde yazdığı bu imtihanın birçok hikmeti olduğunu ve büyük hayırlara vesile olacağını bilerek sabretmişlerdir. Sonuçta bu yerler onlar için, Allah’ın pek çok ilmine vakıf olup imanda derinleştikleri ve çevrelerindeki insanları doğru yola davet ederek eğittikleri birer okula dönüşmüştür. |
Hz. Yusuf'un suçsuzluğunu bilmelerine ve buna ait deliller bulunmasına rağmen, onu hapisle cezalandırmalarının nedeni aslında, onun Allah'a olan imanı ve gönülden bağlılığıdır. Hz. Yusuf, imanından ve güzel ahlakından dolayı, bazı kimselerin düşmanlığını kazanmıştır. Tüm bu haksız suçlamaların, iftiraların, cezalandırmaların karşısında Hz. Yusuf'un gösterdiği üstün ahlak, tevekkül ve kararlılık ise Kuran'da şöyle bildirilmektedir:
(Yusuf) Dedi ki: "Rabbim, zindan, bunların beni kendisine çağırdıkları şeyden bana daha sevimlidir. Kurdukları düzeni benden uzaklaştırmazsan, onlara (korkarım) eğilim gösterir, (böylece) cahillerden olurum." Böylece Rabbi, duasını kabul etti ve onların hileli düzenlerini kendisinden uzaklaştırdı. Çünkü O, işitendir, bilendir. (Yusuf Suresi, 33-34)
Tarih boyunca Allah yolunda olup da, haksız iftiralar sonucunda hapse atılan veya çeşitli zorluklarla karşılaşan müminler, daima Hz. Yusuf'un bu güzel tavrını örnek alarak, üstün ahlaklarından asla taviz vermeyeceklerini göstermişlerdir. İman etmeyenlerin bir eziyet ve ceza olarak gördükleri hapsedilmeyi, salih müminler zevk ve neşe ile karşılamışlardır. Allah'ın rızasını kazanmak için çaba gösterirken karşılaştıkları tüm zorluklar, sıkıntı ve ezalar onların şevklerini ve heyecanlarını artırmıştır.
Hz. Yusuf'un Hapishane Günleri
Hz. Yusuf hapishanede kaldığı süre içinde de daha önce olduğu gibi sabrı, tevekkülü, dirayeti ve metanetiyle çok üstün bir ahlak göstermiştir. Hapishanedeki arkadaşlarına Allah'ın varlığını ve birliğini anlatmış, onları yalnızca Allah'a yönelmeye davet etmiştir. Ayrıca Allah'ın kendisine bir lütuf olarak verdiği rüyaların yorumunu yapabilme ilmini kullanarak hapis arkadaşlarının rüyalarını yorumlamıştır. Ancak rüya yorumlarını yaparken de mutlaka onlara Allah'ı hatırlatmıştır.
Hz. Yusuf'un hapishaneden çıkışı ise, Allah'ın yarattığı kaderin kusursuzluğunun en açık delillerinden biridir. İlmi ve güvenilirliği, hapisten çıkan arkadaşı aracılığı ile Mısır hükümdarına kadar ulaşmıştır. Kendisine iftira atanlar itirafta bulununca da suçsuzluğu kesin olarak anlaşılmış ve ardından Mısır'ın hazinelerinin başına getirilmiştir. Ayetlerde bu olay şöyle haber verilir:
“Hükümdar dedi ki: "Onu bana getirin, onu kendime bağlı kılayım." Onunla konuştuğunda da (şöyle) dedi: "Sen bugün bizim yanımızda (artık) önemli bir yer sahibisin, güvenilir (bir danışman-yönetici)sin." (Yusuf) Dedi ki: "Beni (bu) yerin (ülkenin) hazineleri üzerinde (bir yönetici) kıl. Çünkü ben, (bunları iyi) bir koruyucuyum, (yönetim işlerini de) bilenim." İşte böylece Biz yeryüzünde Yusuf'a güç ve imkan (iktidar) verdik. Öyle ki, orada (Mısır'da) dilediği yerde konakladı. Biz kime dilersek rahmetimizi nasip ederiz ve iyilik yapanların ecrini kayba uğratmayız. Ahiretin karşılığı ise, iman edenler ve takvada bulunanlar için daha hayırlıdır.” (Yusuf Suresi, 54-57)
Bu ayetlerde de görüldüğü gibi tüm zorluklardan, sıkıntılardan, inkarcıların ezalarından sonra Allah inanan kullarını güzel bir hayata kavuşturmaktadır. Bu, hem dünya hayatındaki bir güç ve zenginlik, hem de sonsuz ahiret yurdundaki cennet nimetleri olabilir. Hz. Yusuf da yaşadığı tüm zorluklardan sonra hem dünyada hem de ahirette çok güzel nimetlerle karşılık bulmuştur. Bu değerli peygamberimiz, önce zorluk ve sıkıntılarla, ihanet ve iftiralarla karşılaşmış, ardından bir nevi "medrese" olan hapishanede derin bir manevi eğitimden geçmiştir. Sonunda da Allah'ın vaadiyle karşılaşmış ve Allah onu tüm iftiralardan temizlemiş, yeryüzünde yerleşik kılmış, malca ve ilimce güçlendirmiştir.
Salih Bir Müminin Hz. Yusuf Medresesi'nde Bulunmasının Hayır ve Hikmetleri
1- Müminlere haksızlık yapıldığı halk tarafından anlaşılır, güzel ahlaklı, doğru ve güvenilir insanlar oldukları ortaya çıkar.
Hangi dönemde yaşarsa yaşasın, iman etmeyenler dinsizlik üzerine kurulu düzenlerine bir tehdit olarak gördükleri iman sahiplerini karalamaya çalışmış ve onlara karşı suçlamalarda bulunmuşlardır. Çünkü bir mümini etkisiz hale getirme konusunda, halkın ikna edilmesi ve yapılması hedeflenen uygulamanın kitlelerden destek bulması için yaptıkları plan gereği bir kılıf hazırlanması gerekmektedir. Nitekim Hz. Yusuf'un örneğinde, vezirin karısının iftirası Hz. Yusuf'un elçiliğini engellemek için bir kılıf ve hapse atılması için bir bahane olarak kullanılmış, ancak Hz. Yusuf'un zindana atılması; dönemin hükümdarı tarafından suçsuzluğunun açıklanması ve onun güzel ahlakının, temizliğinin, doğruluğunun ve Allah'a olan imanının tanınmasıyla sonuçlanmıştır. (Yusuf Suresi, 50-53)
Bu iftira ve hapis dönemi ilk meydana geldiğinde, olayı duyan ya da gören insanlara bu durum bir şer gibi gözükmüş olabilir. Ancak aksine Hz. Yusuf gibi önemli bir görev alabilecek kadar doğru ve güzel ahlaklı bir insanın suzsuzluğunun, tüm insanların şahitliğinde kabul edilmesi, onun gücünü ve insanların gözündeki güvenilirliğini artırmıştır. Bu sayede çok önemli bir makama tereddüt edilmeden seçilebilmiştir.
Haksız nedenlerle hapishanede bulunan bir mümin en başta haksızlığa uğramaya sabredip tevekkül eder. Ancak içinde bulunan şartlar, imkanlar, ortam, süre düşünüldükçe sabrın ve tevekkülün mümine kazandırdığı faydalar da tek tek ortaya çıkar. Günler, aylar hatta seneler burada geçebilir. Ancak sabreden ve Allah’a güvenip dayanan bir mümin için bunun önemi Allah katındadır. Çünkü müminler orada geçirdikleri, sabrettiği her saat, her dakika, hatta her saniyenin ahirette sonsuz nimetlerle donatılmış cennetle karşılık bulmasını umut ederler. |
2- Halk müminlerden haberdar olur, onları tanıdıkça yakınlık ve sevgi duymaya başlar
Bir müminin Hz. Yusuf Medresesi'nde bulunmasının ve bununla bağlantılı olayların çok önemli bir hikmeti de, insanların dikkatlerinin müminlerin üzerine çekilmiş olmasıdır. Bu hapis olayları olmasa belki müminler daha az bilinecekler, halk onların işledikleri hayırlardan pek fazla haberdar olmayacaktır. Ancak bu olaylar neticesinde halkın büyük bir kısmı, müminleri tanır ve onların ahlaklarına şahit olur.
İnsanların karakterlerinin en doğru olarak anlaşıldığı ortamlar, zorluk ve sıkıntı anlarıdır. Haksızlığa uğrayan, iftira atılan, birçok yönden zorluk yaşayan bir insanın sabırlı, tevazulu, sükunetli, efendi, affedici, uzlaşmacı ve asla şikayette bulunmayan tavrı, elbette ki olayları izleyen insanlara pek çok şey gösterecek, samimi insanları tanımalarına vesile olacaktır. Nitekim Said Nursi'nin her Hz. Yusuf Medresesi'ne girişi veya sürgün edilişi, benzeri hayır ve hikmetlerle sonuçlanmıştır. Bu olaylar neticesinde, Bediüzzaman, Nur talebeleri ve Nur risaleleri halkın dikkatini fazlasıyla çekmiş ve böylece insanlar Risale-i Nur'a yönelmişlerdir. Said Nursi bu konudaki düşüncelerini şöyle aktarır:
İkinci hikmet ve fayda: Bu zamanda Nurlarla iman hizmeti, her tarafta ilan vererek ve muhtaç olanların nazar-ı dikkatlerini çekmekle olur. İşte hapsimizle Nurlara dikkat çekilir, bir ilân hükmüne geçer. En ziyade inatçı veya muhtaç olanlar onu bulur, imanını kurtarır ve inadı kırılır, tehlikeden kurtulur ve Nur'un dershanesi genişlenir.2
3- Müminlerin Hz. Yusuf Medresesi'nde birbirlerine olan bağlılıkları, dayanışmaları pekişir, eksikliklerini giderme olanağı bulurlar
Hz. Yusuf Medresesi'nin bir diğer hayırlı yönü ise, burada yaşayan müminlerin birbirlerine olan faydasıdır. Yirmi dört saat boyunca, gece gündüz demeden, küçük bir mekanın içinde birbirlerinin her hallerine tanık olan Müslümanlar, birbirlerine hep güzel gözle bakar ve birbirlerinin en güzel yönlerini kendilerine örnek alırlar. Birinin temizliği, birinin aklı, birinin çalışkanlığı, birinin Kuran bilgisi, bir diğerinin fedakarlığı, başkasının mütevazi hareketleri diğer müminlere güzel bir hal verir. Herkes birbirinin bir yönüne gıpta edip onun halini alsa, Hz. Yusuf Medresesi'ndeki eğitim sona erdiğinde, müminler manevi yönden büyük bir olgunluğa erişmiş ve ahlaklarını misliyle güzelleştirmiş olurlar. Böylece bu dönem onların manevi olarak derinleşmelerine, pek çok eksikliklerinden arınmalarına vesile olur.
Müminler kardeşliğin ve dostluğun ne denli kıymetli ve değerli olduğunu da burada hakkıyla görürler. Tesanütleri ve dostlukları artar. Allah yolunda, güzel ahlakın yayılması için gece gündüz durmaksızın çalışan mümin kardeşlerini etraflıca düşünme ve takdir etme imkanı bulurlar ve her defasında Allah'ın tecellilerini görüp, sevgileri kat kat artar. Mümin, yanında bulunan mümin kardeşine hapishane şart ve imkanlarında sunabileceğinin en güzelini sunar. Kardeşinin güvenliğini, rahatını, sağlığını, imanını düşünür, ona öncelik verir. Tüm bunlar ancak Kuran ahlakını ve eğitimini almış insanların gösterebileceği üstün vasıflardır. Allah Kuran'da müminlerin bu güzel ahlakını, birbirlerine olan sevgilerini, zor şartlarda dahi kardeşlerinin nefsini kendi nefislerine tercih ettiklerini bir ayette şöyle bildirir:
“... Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin 'cimri ve bencil tutkularından' korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır.” (Haşr Suresi, 9)
“Yusuf Medresesi” Makamı ile Şereflenen İslam Alimlerimiz
Hz. Yusuf’tan başka İmam-ı A'zam, İmam-ı Ahmed İbn-i Hanbel ve yakın tarihimizden Bediüzzaman Said Nursi, Süleyman Hilmi Tunahan ve Gönenli Mehmet Efendi gibi samimi Müslümanlar da, Allah'ı ve din ahlakını inkar eden (Yüce Allah’ı tenzih ederiz) ve müminlerin samimiyetlerini takdir edemeyen kişiler tarafından haksız yere suçlanmışlar ve bu iftiralardan dolayı da hapisle cezalandırılmışlardır. Ancak Kuran ahlakını anlatmak için yaptıkları mücadele ile bilinen bu değerli İslam büyükleri, aynı Hz. Yusuf gibi başlarına gelen zorluk ve sıkıntıyı kendileri için bir nimet bilmişler, ahiretteki karşılığını düşünerek sevinmişlerdir. Hapis hayatındaki zorlukların kendileri için manevi bir eğitim, bir nevi inzivaya çekilme olduğunu düşünerek, hapiste değil de Medrese-i Yusufiye'de olduklarını kabul etmişlerdir. Üstad Said Nursi kendisi gibi zorluklara maruz kalan ilim sahiplerini şu cümleleriyle anmakta ve diğer Müslümanlara örnek göstermektedir:
"Hem kalbime geldi ki, madem İmam-ı A'zam gibi azım-ı müçtehidîn (Büyük içtihad alimi) hapis çekmiş ve İmam-ı Ahmed İbn-i Hanbel gibi bir mücahid-i ekbere (büyük mücahid), Kur'anın bir tek mes'elesi için hapiste pek çok azab verilmiş. Ve şekva (şikayet) etmeyerek kemal-i sabır ile sebat edip(direnip) o mes'elelerde sükût etmemiş. Ve pek çok imamlar ve allâmeler (ilim sahipleri), sizlerden pek çok ziyade azab verildiği halde, kemal-i sabır içinde şükredip sarsılmamışlar. Elbette sizler, Kuran'ın müteaddit (birçok) hakikatleri için pek büyük sevap ve kazanç aldığınız halde pek az zahmet çektiğinize binler teşekkür etmek borcunuzdur." 3
İmam-ı Azam Ebu Hanife: Hanefi mezhebinin kurucusu olan ve hayatının bir bölümü Emevilerin, bir bölümü de Abbasilerin iktidar olduğu dönemde geçen Ebu Hanife, her iki siyasal iktidar devrinde de bütün zorlamalara rağmen hükümet ve siyaset işlerine karışmamıştır. Her iki dönemde de halk nezdindeki itibarından yararlanmak için kendisine teklif edilen kadılık görevini ve şahsi menfaatleri reddetmiştir.4 Bu sebeple, ikinci Abbasi Ebu Cafer Mensur tarafından hapsettirilerek işkenceye maruz bırakılmıştır.
İmam-ı Ahmed İbn-i Hanbel: Hanbeli mezhebinin kurucusu olan değerli İslam alimimiz, yaşadığı devirdeki Abbasi Halifesi Me’mun’un Kuran’ı Kerim hakkındaki sapkın düşüncelerine karşı çıkmış ve Kuran’ın ezeli ve ebedi olduğuna ayet ve hadislerden deliller getirmiştir. Bu asil tavrı nedeniyle de, din ahlakına karşı olan Halife tarafından hapse atılmış ve işkenceye uğratılmıştır. Tüm bu zalim uygulamalara rağmen inancından taviz vermeyen İmam-ı Ahmed İbn-i Hanbel, iki yıldan fazla süren hapis ve işkence hayatından sonra serbest bırakılmıştır.
Süleyman Hilmi Tunahan: Ömrünü Kuran eğitimine adamış bir İslam alimi olan Süleyman Hilmi Tunahan, bu yolda türlü zorluklarla karşılaşmıştır. Bu değerli İslam alimimizin verdiği derslerin ve gerçekleştirdiği değerli faaliyetlerin zamanla daha da fazla ilgi görmesi, bazı kişileri rahatsız ettiği için toplantıların düzenlendiği evlere baskın yapılmıştır. Bunun sonucunda talebeleri tutuklanmış ve işkence görmüştür. Süleyman Efendi uzunca bir dönem sonunda çıktığı davalardan suçsuz görülerek beraat etmiştir. Fakat 1946 yılında vaizlik belgesi elinden alınarak yaptığı her konuşmanın kanunen suç olduğu kendisine tebliğ edilmiştir.
Gönenli Mehmet Efendi: Hayatı boyunca süren İslam ahlakını anlatma görevini yerine getirirken hiçbir zaman bunu bir zorluk olarak görmemiş, ilim yolunda yerine getirilmesi gereken önemli bir vazife olarak değerlendirmiştir. Ancak onun tüm özverili yapısına rağmen Gönenli Hoca'nın hizmetlerinden rahatsız olan bazı kesimler, aslı olmayan haberler çıkartmış, yanlış yönlendirmelerde bulunmuşlardır. Bunların sonucu olarak Gönenli Hoca zaman zaman Medrese-i Yusufiye'de bulunmuştur.
Baskı içerisinde ve yasaklarla geçen 1940'lı yıllarda bile hiçbir zorluğa yenilmeden öğrenmek isteyen herkese Kuran ve ilim dersleri vermeye devam etmiştir. Yine o yıllarda diğer güzide şahıslarla aynı zor şartlarda, son nefesine kadar devam ederek, Yusuf Medresesi'nin hocası olmuştur. Nitekim, 1943 yılında Bediüzzaman Said Nursi ile Denizli hapishanesinde beraber kalmışlar ve bu esnada Said Nursi'den "kahraman hoca" nitelendirmesiyle iltifat görmüşlerdir.
Bediüzzaman Said Nursi: Bediüzzaman için, Medrese-i Yusufiye adını verdiği hapishaneler, manevi açıdan çok güzel birer eğitim ve nefsi terbiye yerleridir. Bu yüzden Bediüzzaman hapishaneye her girişinde orada bulunuşunun hayır ve hikmetlerini düşünmüş, bunları da tüm inananlarla paylaşmıştır.
Said Nursi, Nur Risalelerini önlerindeki en büyük engel olarak gören çevreler tarafından 1934 yılında Isparta’ya getirilmiş, eserlerinde suç unsuru bir şeye rastlanmayınca serbest bırakılmış ancak birkaç yeni tutuklamayla birlikte 1935 yılında, 120 Nur talebesi ile askeri araçlarla Eskişehir Hapishanesine gönderilmiştir. Daha sonra ise Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi'nin verdiği kararla, Said Nursi'ye 11 ay hapisle birlikte Kastamonu'da mecburi ikamet; on beş talebesine de altışar ay hapis cezası verilmiştir.
Daha sonraki yıllarda yürüttüğü ilmi mücadelesi boyunca 1943, 1944, 1948, 1951, 1952’de de defalarca tutuklanan, sürgün edilen ve suçsuzluğu her defasında mahkeme kararıyla ispatlanan Bediüzzaman, bu şerefli mücadelesinin büyük kısmını tecrit altında geçirmek zorunda kalmıştır. Bu şartlara rağmen hapisteyken yazdığı mektuplarla öğrencilerine çok değerli tavsiyelerde bulunmuş, bu dönem boyunca kaleme almayı sürdürdüğü Risale-i Nur ismiyle anılan eserleriyle de insanlara Kuran ayetleri ışığında yaptığı çok kıymetli tefekkürlerini aktarmıştır. Her fırsatta talebelerine, karşı karşıya kaldıkları bu zorlukların kendileri için çok hayırlı olduğunu, birçok güzelliği beraberinde getirdiğini ve gelişen her olaya hayır gözüyle bakılması gerektiğini hatırlatmıştır. Özellikle de yaşının çok ilerlediği dönemlerde, tüm hastalıklarına rağmen, kışın en şiddetli günlerinde soğuk ve sobasız hücrelerde tutulan, hatta kimi zaman tecrit edilerek insanlarla görüşmesi dahi yasaklanan Said Nursi, en ağır koşullarda da herşeyin kaderde olduğunu ve teslimiyetle karşılanması gerektiğini düşünmüş; bunu bir mektubunda şöyle dile getirmiştir:
“Sonra bu sırada, bu soğukta, en ziyade istirahata ve üşümemeğe ve dünyayı düşünmemeğe muhtaç olduğum bir zamanda, garazı (kini) ve kasdı (niyeti) hisseder bir tarzda, beni tahammülün üzerinde bu sürgün ve tecrid ve tevkif (tutuklama) ve sıkıntıya sevkedenlere, fevkalade kızmak geldi. Bir yardım imdada yetişti. Manen kalbe ihtar edildi ki: İnsanların sana ettikleri ayn-ı zulümlerinde, ayn-ı adalet olan kader-i İlahinin büyük bir hissesi var ve bu hapiste yiyecek rızkın var. O rızkın seni buraya çağırdı. Ona karşı rıza ve teslim ile karşılık vermek lazım. Hikmet ve Rabbin rahmetinin dahi büyük bir hissesi var ki, bu hapistekileri nurlandırmak ve teselli vermek ve size sevap kazandırmaktır. Bu hisseye karşı, sabır içinde binler şükretmek lazımdır.” (Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Yirmialtıncı Lema, s.260)
Müslümanların Tarih Boyunca Karşılaştıkları Her Zorluk Takdir Edilmiş Bir Kaderdir
Olayları dışarıdan izleyen bir kişi bir müminin hapishaneye girmesine zincirleme birçok olayın neden olduğunu zannedebilir. Oysa derinlemesine düşünüldüğünde ve tüm olaylar Kuran ahlakına göre değerlendirildiğinde gerçekler bambaşkadır. Bir müminin hapse girmesi, hapiste kaldığı süre ve çıktığı an ancak Allah’ın dilemesi ile gerçekleşir. Hiçbir olay veya hiçbir kişi, Allah’ın dilemesi dışında bir insanın hapse girmesine neden olamaz. İnsan ancak kaderinde olduğu için böyle bir durumla karşılaşır. Bir ayette bildirildiği gibi, "... Allah'ın emri, takdir edilmiş bir kaderdir." (Ahzab Suresi, 38) Eğer Allah bir Müslümanın hapiste bulunmasını dilemişse, bu kişi için orada geçirdiği günlerde birçok güzellik ve hayırlar var demektir. Bu ise, ancak derin bir kavrayışa ve güçlü bir imana sahip bir insanın görebileceği bir gerçektir.
Allah'ın Elçilerinde Güzel Örnekler Vardır
Andolsun, onların kıssalarında temiz akıl sahipleri için ibretler vardır. (Bu Kur'an) düzüp uydurulacak bir söz değildir, ancak kendinden öncekilerin doğrulayıcısı, herşeyin 'çeşitli biçimlerde açıklaması' ve iman edecek bir topluluk için bir hidayet ve rahmettir." (Yusuf Suresi, 111)
Allah'ın bu ayetinde de bildirdiği gibi, Kuran'da peygamber kıssalarının anlatılmalarının nedeni, insanların, peygamberlerin hayatlarına bakarak ibret almalarıdır. Bu kıssalardan öğrendiğimize göre, bulundukları toplumları Allah'ın bildirdiği din ahlakına çağıran elçiler ve salih müminler daima, o toplumun din ahlakına karşı cephe alan önde gelenleri ile karşı karşıya gelmişlerdir. Müminler insanları iyiliğe ve güzelliğe çağırmalarına rağmen, bu kesim tarih boyunca müminlere, özellikle de elçilere düşman olmuş, onları etkisiz hale getirmeye çalışmıştır. İnananların yaptıkları hayırları engellemek, Allah'ın dinini ve güzel ahlakı anlatmalarını durdurabilmek için kullandıkları yöntemlerse yüzyıllardır hiç değişmemiştir. Bu mübarek insanlara, "delilik", "büyücülük", "menfaatçilik" gibi (Tüm peygamberlerimizi tenzih ederiz.) olmadık iftiralar atarak, onları halkın gözünde küçük düşürmeye yeltenmişler, onları bulundukları yerden sürmekle veya ölümle tehdit etmişler, tuzak kurarak, baskı altına alarak veya hapse atarak çalışmalarını engellemeye çalışmışlardır. Bu çevrelerin salih müminlere karşı giriştikleri bu haksız mücadelede kullandıkları yöntemleri ve çeşitli iftiraları bildiren ayetlerden biri şöyledir:
“Hani o inkar edenler, seni tutuklamak ya da öldürmek veya sürgün etmek amacıyla, tuzak kuruyorlardı. Onlar bu tuzağı tasarlıyorlarken, Allah da bir düzen (bir karşılık) kuruyordu. Allah, düzen kurucuların (tuzaklarına karşılık verenlerin) hayırlısıdır.” (Enfal Suresi, 30)
Sayın Adnan Oktar’ın Fikri Mücadelesi Boyunca Karşılaştığı Komplolar
Yürüttüğü fikri mücadele boyunca Sayın Adnan Oktar aleyhinde birçok karalama kampanyası düzenlenmiştir. Şahsına yöneltilen pek çok iftira ve asılsız ithamlar sonucunda, aleyhinde büyük komplolar kurulmuş, birçok kez gözaltına alınmış ve Allah’ın izniyle her defasında suçsuzluğu ortaya çıkmıştır.
* Sayın Oktar'ın milliyetçi ve mukaddesatçı çalışmalarından rahatsız olan bazı çevrelerin etkisiyle 1986 yılında düzenlenen ilk komplo, Adnan Oktar'ın büyük yankılar uyandıran "Yahudilik ve Masonluk" adlı eserini yazıp yayınladığı günlere denk geldi.
Adnan Oktar 1986 yılının yazında, bir gazete röportajında yer alan "Türk Milletindenim, İbrahim ümmetindenim." sözlerinden ötürü tutuklandı. Önce tutuklanıp cezaevine konan Sayın Oktar, sonra Bakırköy Akıl Hastanesi’ne nakledildi ve akıl sağlığı yerinde olmadığı iddiasıyla en tehlikeli hastaların bulunduğu "14A" koğuşunda tutuldu.
Sayın Oktar hapishanede ve akıl hastanesinde toplam 19 ay tutuldu ve sonra savcılığın, "ifadelerinde suç unsuru bulunmadığını" belirtmesiyle beraat etti ve mahkemece serbest bırakıldı.
* Adnan Oktar 1991’in ortalarında, yeni bir komployla karşı karşıya kaldı. Bu dönemde kendisi, masonluk tarihi ve dünya masonluğunun örgütlenmesiyle ilgili son derece önemli bir kitap çalışması yapıyordu. Sayın Oktar'ın annesiyle birlikte yaşadığı Ortaköy'deki evine gelerek arama yapan polisler, yaklaşık iki bin kitaptan oluşan kütüphanede, ellerini attıkları üçüncü kitabın içinde bir paket kokain buldular. Bu olaydan hemen sonra, Adnan Oktar tutuklandı. 62 saat sonunda kokain testi için Adli Tıp Kurumu’na gönderilen Adnan Oktar’ın kanında kokainin bir yan ürününün çok yüksek miktarlarda bulunduğu açıklandı.
Ancak daha sonra ortaya konulan delillerin tümü, bu iftiranın sadece bir komplo olduğunu kanıtladı. Öncelikle Adnan Oktar’ın evinde bulunduğu iddia edilen kokainin komplonun bir parçası olduğu ve kanında çıkan kokainin ise Adnan Oktar’a gözaltındayken yemeğine karıştırılarak verildiği ortaya çıktı.
* 1999 yılının Kasım ayında, Adnan Oktar yeni bir baskıyla karşı karşıya kaldı. Bu, tam olarak üç ciltlik büyük kitabı "Global Masonluk"un yayınlanmak üzere olduğuyla ilgili haberlerin yayıldığı zamana denk geliyordu. 12 Kasım 1999’da, Bilim Araştırma Vakfı mensuplarının evlerine ve iş yerlerine bir polis baskını düzenlendi. Operasyonda hiçbir suç unsuruna rastlanmadı, hiçbir gayri ahlaki durumla karşılaşılmadı. Buna rağmen tümü birbiriyle çelişen akıl dışı yalanlar ve iftiralar her gün basında yer aldı. Bu operasyon neticesinde hiçbir hukuki delil öne sürülmeksizin, Adnan Oktar 9 ay cezaevinde tutuldu. Daha sonra gündeme gelen suçlamaların hepsinden, mahkeme aşamasında elde edilen delillerle aklandı.
* Son olarak 2008 yılının Mayıs ayının başında, Ergenekon Çetesi – Masonluk bağlantısı hakkında iki ciltten oluşan “Ergenekon: Masonluğun Kılıncı” isimli kitabını yayınlayacağını açıklayan Sayın Oktar, 9.Mayıs.2008 tarihinde daha önce beraat ettiği davadan yeniden hüküm giydirilerek mahkeme tarafından 3 yıl hapis cezasına çarptırılmıştır. Ancak hiçbir delile dayanmayan bu karara her fırsatta saygı duyduğunu ve bunu çok hayırlı gördüğünü belirten Sayın Adnan Oktar, gündemdeki bu olayları şöyle yorumlamaktadır:
Sayın Adnan Oktar’ın Mayıs Ayında Haber5.com ile Yaptığı Röportajdan…
Muhabir: Efendim siz daha önce birçok ceza aldınız. Hapis hayatı yaşadınız, hatta akıl hastanesi cezası bile aldınız. Ceza almaya alışıksınız. Tabiri caizse bedel ödediniz. Nedir sizi yolunuzdan alıkoyamayan şey?
Adnan Oktar: Şimdi Allah’ın yaratmasında kusur olmaz. Hücreye bakıyoruz mükemmel, göze bakıyoruz mükemmel, dünyanın yaratılışına bakıyoruz mükemmel. Kaderi de mükemmel yaratır Allah. Yani atomda nasıl hata yoksa beyinde nasıl hata yoksa kaderi de mükemmel yaratır Allah…
Bizim burada yapmamız gereken nedir? Hepsindeki o hayır ve güzelliği görüp, sevinçle karşılamalıyız. Sonuna kadar buna sabredip, Allah’ın buradaki inceliklerini görmeye gayret etmemiz. Mesela beraat etseydim ben, kimseyi ilgilendirmez, dikkat çekmezdi. Ama ceza alınca şok etkisi yaptı. Acayip hayret meydana getirdi. Çünkü o kadar açık ki; beraat etmemiz gerektiği. Buna rağmen ceza alıyoruz. Bunu yaratan kimdir? Allah. Peki, bunun hikmeti nedir? Müminlerin birbirini daha çok sevmesi, kaynaşmaları, kardeş olmaları, azimlerinin, şevklerinin artması, manevi derinlik, müminin kendi tevekkül gücünü görmesi ve dolayısı ile onun, İnşaAllah cennetine vesile olması. Bütün Müslümanların. Yoksa sen beraat edersin, evine gider oturursun, yemeğini yersin, suyunu içersin, normal yaşar, ölür gidersin; ama hayatta bir hareketlilik olmaz.
Muhabir: Peki, efendim hapis cezası herkesin katlanabileceği bir ceza diyebiliriz. Ama sizin mahkûm edildiğiniz öyle bir ceza var ki; o da akıl hastanesi cezası. 10 ay akıl hastanesinde tedaviye mahkûm edildiniz. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Yani suçsuz olduğunuzu bildiğiniz halde akıl hastanesine gönderiliyorsunuz. Bu nasıl bir duygu?
Adnan Oktar: Allah bazı insanlara gümüş ikram eder, kimilerine altın. Allah bize altın ikram etti. MaşaAllah, Elhamdülillah. Yani herkese verilmeyecek bir nimet. Mesela kolay bir imtihan verebilirdi, alelade bir mahkûmiyet verebilirdi. Ama böyle adam öldürmüş, 300 tane akıl hastasının içerisine koydu Allah… Bu tarz imtihanlar olmazsa hayat dümdüz olur, boş ayna gibi, boş duvar gibi olur yani. Bunlarla Allah hayatı renklendirir. Bunlarla biz Allah’a sevgimizi gösteririz. Çünkü sen seviyorsan, Allah’ı aşkla seviyorsan, aşığın sevgisini göstermesi lazım. Bu nasıl olur, sevdiği için bütün çileye ve zorluğa katlanmasıyla olur. Sadece seviyorum demekle olmaz. Bu insanlarda da böyledir. Yani sen seviyorum diyeceksin ama bir zorlukla karşılaştığında birden sevdiğine ters dönüyorsa insan, aksileşiyorsa, onu terk edip bırakıyorsa bu sevgi değildir. Ama sevdiği için her türlü çile ve zorluğa katlanıyorsa Allah rızası için sabredilirse o aşkın en güzel ifadelerinden biri olur.
Mümin, Hz. Yusuf Medresesi'nde Hem Öğrenci Hem de Öğretmendir
Hz. Yusuf Medresesi'nde bulunan bir mümin, oradaki zorluklarla eğitildiği gibi kendisi de çevresindekileri eğitir. Çünkü mümin, bulunduğu her yere asayiş, güven, huzur ve güzellik getirir. Müminin güzel ahlakı ve üstün tavrı da, tıpkı bir elektrik akımı gibi yayılır ve çevresindekileri de etkisi altına alır. Hiç konuşmasa bile hali, tavrı, bakışı, duruşu, kanaatkarlığı, onurlu olması, alçakgönüllülüğü, temizliği, samimiyeti, hiçbir dünyevi hırsının bulunmaması, her durumda neşeli, canlı, şevkli ve güler yüzlü olması onu gören her insanın üzerinde olumlu bir etki bırakır. Örneğin hapiste bulunmaktan dolayı şikayet eden, ağlayan, ümitsizliğe kapılan bir kişi, müminin hapishanede bulunmanın sayısız hayrı ve hikmeti olduğu, asıl hayat ahiret hayatı olduğu için dünyada kaybedilenlerin bir öneminin olmadığı yönündeki sözlerini duyduğunda, mutlaka bu sözler üzerinde düşünür ve belki de vicdanlı davranarak tavrını değiştirir. Bu nedenle en güç koşullarda dahi gülümsemesini yüzünden eksik etmeyen, tevekkülünü ve Allah'tan daima razı olduğunu bu şekilde mümin kardeşlerine ve onu gören tüm insanlara hissettiren bir Müslümanın hal ve tavırları büyük önem taşır.
Sonuç: “…Galip Gelecek Olanlar Allah'ın Taraftarlarıdır." (Maide Suresi, 56)
Allah’ın varlığını anlatan, tüm kötülüklerin ve sorunların tek çözümü olan din ahlakının yayılması için üstün bir çaba harcayan Allah’ın elçilerine ve salih müminlere, tarih boyunca zarar verilmek istenmiştir. Kimi zaman dışarıdan bakıldığında müminlerin karşı karşıya kaldığı bu olaylarda, zahiren iman etmeyen ve din ahlakının yayılmasına karşı olan kişiler, üstünlük sağlamış gibi görünebilirler. Oysa bu, sadece Allah'ın inananlara yönelik bir denemesidir ve müminler dünya hayatında yaşanan imtihanların, sonsuz güç sahibi Allah’ın Kuran’da bildirdiği vaadinin bir gereği olduğunu bilirler. Bu durum, bir Kuran ayetinde şu şekilde bildirilir:
“Andolsun, mallarınızla ve canlarınızla imtihan edileceksiniz ve sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve şirk koşmakta olanlardan elbette çok eziyet verici (sözler) işiteceksiniz. Eğer sabreder ve sakınırsanız bu emirlere olan azimdendir.” (Al-i İmran Suresi, 186)
Tevekkül eden, sabreden ve olaylara hayır gözüyle bakan müminler, Rabbimiz’in Kuran’da bildirdiği bu tarz iftira ve tuzaklarda hiç şüphesiz Allah'a olan güvenlerini ve sadakatlerini açıkça ortaya koyarlar. "Şer" gibi görünen olayları dahi hayır gözüyle değerlendirmelerinin ve Allah'ı vekil edinmelerinin karşılığını ise, hep en güzel şekilde alırlar. Ayetlerde şöyle buyrulur:
“Onlar, kendilerine insanlar: "Size karşı insanlar topla(n)dılar, artık onlardan korkun" dedikleri halde imanları artanlar ve: "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" diyenlerdir. Bundan dolayı, kendilerine hiçbir kötülük dokunmadan bir bolluk (fazl) ve Allah'tan bir nimetle geri döndüler. Onlar, Allah'ın rızasına uydular. Allah, büyük fazl (ve ihsan) sahibidir.” (Al-i İmran Suresi, 173-174)
Sonuç olarak da; “... Gerçekten Allah, kafirlerin hileli düzenlerini boşa çıkarıcıdır.” (Enfal Suresi, 18) ayetiyle bildirildiği üzere, müminlerin aleyhinde kurulan tuzaklar ne kadar zekice, ne kadar sinsice ve ne kadar büyük olursa olsun herşeyin Yaratıcısı olan Allah tarafından yıkılırlar. İşte bu nedenle dünyada ve ahirette Allah'ın rızasını kazanarak galip ve üstün gelecek olanlar, her zaman samimi iman sahipleridir:
“Kim Allah'ı, Resulü'nü ve iman edenleri dost (veli) edinirse, hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar, Allah'ın taraftarlarıdır.” (Maide Suresi, 56)
1 Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Onbirinci Şua, Meyve Risalesi, s.193
2 Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Yirmialtıncı Lema, s.267
3 Lemalar, sayfa 265
4 Ibnü'l-Esir, el-Kâmil fi't-Târih, V, 559