İnsanın özel yaşamında olduğu kadar toplum içinde de huzura kavuşması için Kuran’da bildirilen ahlak özellikleri nelerdir?
“Gezi Parkı” benzeri olaylar karşısında çıkartılacak dersler neler olmalıdır?
Kin ve nefretle sizi kışkırtmaya çalışan birine karşı vereceğiniz şefkatli bir cevap, saatlerce ona İslam’ın güzel sözü emrettiğini anlatmaktan daha anlamlıdır. Sizden farklı yaşamak isteyen bir insana, gülümseyerek “olur” demeniz, ona “seni ne zaman rahatsız ettim ki” demenizden çok daha etkilidir. Kavga etmek niyetiyle sizi eleştiren bir insana, sevecen bir dille “dediklerin doğru, bundan sonra dikkat edeceğim, ama gel sen de şöyle düşünmeye çalış” demeniz, ona “ben kavga etmek istemiyorum” demenizden çok daha kıymetlidir. Özetle, sabırlı, sevecen, güler yüzlü, kalender, neşeli bir yüzün ve dilin anlattıkları, binlerce kelimenin söylediğinden daha anlamlıdır. Müslüman bu ruh dilini bilmeli, her durumda Kuran ahlakına uymak için çaba harcamalıdır.
İnsan bazen çok iyi anladığından emin olduğu bir konuyu farklı bir açıdan değerlendirdiğinde bambaşka sonuçlara varır. “Başka yolu yok” dediği kararlarının aslında çok yolu olduğunu, üstelik de daha iyi, etkili ve kolay yollarının olduğunu sonradan görür. “En baştan bunu bilseydim, farklı davranırdım” dediği olaylar yaşar, her birinden bir kader dersi alır. İnsanın kazandığı bu derslerin her biri şüphesiz çok kıymetlidir.
Tüm o güzel kader dersleriyle birlikte müminlerin sahip olduğu en büyük nimetlerden biri de samimiyetle doğruyu gösteren candan mümin kardeşleridir. Hiçbir menfaati olmadan, sadece karşısındakinin ahiretini düşünerek “bunu şöyle mi yapsan acaba” diyen bir dostun her sözü, her yönlendirmesi can kulağıyla dinlenmelidir. Çünkü Allah insana kendi vicdanıyla olduğu kadar, mümin dostlarının diliyle de doğruyu ilham eder. Bu nedenle müminler Allah’ın ilhamı olan vicdanlarına ve yine vicdanlarına uyarak yol gösteren mümin kardeşlerine büyük bir titizlikle kulak vermelidirler. Allah korusun yapılan hatada ısrarcı olmak, kişinin sonunda çok mahcup olacağı durumlara sebep olabilir.
İnsanın günlük hayatındaki bireysel tecrübeleri kadar toplumsal olaylardan aldığı dersler de önemlidir. Olayların siyasi yönlerini bir kenara bırakıp toplumsal olaylardan çıkarılması gereken derslerden bazıları şöyledir:
Öncelikle toplumun öfke hastalığına karşı tedavi olması önemlidir. Öfkeli, galeyana gelmeye açık bir kitle değil, akılcı değerlendirme yapabilen, olayları çok yönlü düşünen, atacağı adımın birkaç aşama sonrasını hesaplayabilen bir toplum olmak gereklidir. Bazı insanlar samimi bir yanılgıyla “takva olmakla”, “öfkeli olmak” arasındaki farkı görememektedirler. Akılcı bir değerlendirme yapmadan her şeye düşman olmak, bağırıp çağırıp sonra iş kararlılık gerektirdiğinde ortadan yok olmak, küçük düşürmek, alay etmek, yok saymak takva değildir. Takva zorla adam etmek, bakımsızlık, sanata, bilime, estetiğe karşı olmak, dünyayı boz, gri, zevksiz, yaşanmaz bir yer haline getirmek de değildir. Takva; affedici, merhametli, ince düşünceli, nezaketli, yumuşak huylu, itidalli, anlayışlı, sabırlı, kalender, neşeli, sevgi dolu, olgun olmaktır. Mümin hamiyet sahibi olmalıdır. Ama öfke ile hamiyetin arasında dağlar kadar fark olduğunu görecek bir akla da sahip olmalıdır. Dışlayarak değil kucaklayarak, aşağılayarak değil değer verdiğini hissettirerek, yok sayarak değil varlık hakkı tanıyarak, sadece kendisine değil herkese yaşam alanı sağlayarak yaşamak Kuran’ın ruhunun gereğidir.
Din ahlakını yaşamanın temel şartı samimiyet ve doğallıktır. Bir insanın İslam ahlakını yaşaması ve dolayısıyla gerçek mutluluk ve kurtuluşa ulaşması, ancak Allah’a, kendisine ve diğer insanlara karşı son derece samimi olmasıyla mümkün olabilir. Çünkü iman, ancak samimiyet zemini üzerine kurulabilir. Ahiretteki sonsuz hayata karşılık dünyada geçirilen sürenin kısalığı, insanın kendisini kandırmasını değil, son derece açık bir şuurla ve dikkatle kulluk görevini yerine getirmesini gerektirir. Bu da, kişinin her an vicdanının sesini dinlemesi ve Kuran ahlakına uyması ile mümkündür.
Kendisinin Değil Tüm Müslümanların Menfaatini Düşünmek
Mümin karşılaştığı her olayın tüm Müslümanların lehine veya aleyhine olabilecek yönlerini gören insan olmalıdır. Her gelişmeden tüm Müslümanların en iyi şekilde istifade etmesini sağlamak kadar, Müslümanları zora sokabilecek bir duruma engel olmak da önemlidir. Müminin tavrı “evimde sorun yok, işimde sorun yok, ticaretim aksamıyor, çocukların okullarında da mesele yok” deyip bir kenara çekilmek olmamalıdır. Sessiz kaldığı fırtınanın, fikren engel olmadığı fitnenin bir gün devleşip kendisine de büyük zarar verebileceğini unutmamalıdır. Ucu kendisine dokunmayan fitneye sessiz kalmak büyük vicdansızlık olur. Özellikle de önemsiz meselelerde binlerce defa “aslan” kesilenlerin ciddi bir toplumsal olayla karşı karşıya kalınca ürküp ortadan yok olmaları, tüm sorumluluğu tek bir kişiye bırakmaları ciddi bir ahlak bozukluğudur. Müslüman camianın, vakfın, gazetenin, derginin, televizyonun itidale davet eden, sağduyuyu teşvik eden, yatıştıran, sevgiyi ve kardeşliği pekiştiren bir yol izleme imkanı vardır. Allah rızası için gayret etmek gerekirken, Müslümanları tek başına bırakmaya çalışmak, “bir de sen vur” mantığıyla ateşe körükle gitmek, bir köşeden ürkekçe olayların durulmasını beklemek samimi ve gerçek Müslümanlık değildir. Eğer bazı Müslümanlar hamiyet duygularını yönlendirecek bir alan arıyorlarsa kendilerinden farklı düşünenlere anlamsız bir şekilde öfke duymak yerine, kendileriyle ortak değerleri olanlar gösterilen vefasızlığa öncelik vermeli, bu vefasızlığı ortadan kaldırmaya gayret etmelidir. Bunun tek yolu da Allah’ın Kuran’da bildirdiği kardeşlik ruhunun, sadakatin, azmin, kararlılığının pekiştirilmesi, asla yılgınlık duymadan sabırla doğrunun anlatılmasıdır.
İslam’ın Hayatın Tüm Güzelliklerini Kuşattığını Yaşayarak Göstermek
Bugün tüm dünya göz önüne alındığında İslam’a ve Müslümanlara karşı bir ön yargının olduğu açık bir gerçektir. Üstelik ön yargı sahibi kişilerin söz konusu ön yargılarını pekiştirmelerini sağlayacak oldukça fazla örnek de vardır. Bu durumda, “bu bir ön yargıdır”, “anlamsızdır” demek yeterli olmaz. Ön yargıların her birinin temelsiz olduğunu somut delillerle ortaya koymak gerekir. Herkesi ikna etmek mümkün olmasa bile, aleyhte imaj oluşmasına sebep olabilecek hususların bertaraf edilmesi önemlidir. “İslam sevgi dinidir” diyen birinin, bir kare sonrasında öfkelendiğini görmek, “İslam hoşgörü dinidir” diyen birinin, karşısındakinin düşüncesine saygısızlık yaptığına şahit olmak oldukça olumsuz bir izlenime sebep olur. İslam güzel olan her şeyi kuşatan bir dindir, bu güzelliklerin hepsinin herkesten önce Müslümanlarda tecelli etmesi gerekir. Yani Müslümanların genel kültür birikimleriyle, görgüleriyle, nezaketleriyle, kalite anlayışlarıyla, giyim zevkleriyle, sanat anlayışlarıyla, bilim ve teknolojiye hakimiyetleriyle, ince mizah zevkleriyle tüm insanlara örnek olabilecek bir derinlikte olmaları son derece önemlidir. İnsanlar Müslümanlara baktıklarında imrenecekleri bir hayat görebilmelidir. Bu güzellikleri gören bir insana İslam’ın güzelliklerini kısa ve özlü şekilde anlatmak Allah’ın izniyle yeterli olacaktır.
İslam ahlakının hakim olduğu bir toplumda gerek maddi gerekse manevi açıdan büyük bir huzur ve rahatlık yaşanır. Böyle bir toplumda insanlar, ihtiyaç duyduklarında çevrelerindeki insanlardan mutlaka yardım görürler. Çocuklar sevgi ve merhametin hakim olduğu ortamlarda yetişirler. Zayıf olanlar kuvvetliler tarafından korunur kollanırlar. Hiç kimse başkasının hakkına tecavüz etmez. Toplumda adaletsizlik, kargaşa, baskı, zulüm hiçbir şekilde görülmez.
Toplumsal Sorunlar Din Ahlakının Yaşanmasıyla Çözülür
Sonuçta din ahlakı hiçbir katıp karıştırma olmadan, samimi olarak Kuran’da tarif edildiği şekilde yaşandığında dünya bir nevi cennet ortamına dönüşür. İnsanların asırlardır özlemini duydukları, ulaşmak için gayret ettikleri fakat çok uzak gördükleri toplumsal saadetin gerçekleşmemesi için hiçbir neden kalmaz. Aşağıdaki ayette, Allah’ın insanlara bildirdiği ahlaki ölçüler çok açık olarak yer almaktadır:
“Şüphesiz Allah, adaleti, ihsanı, yakınlara vermeyi emreder; çirkin utanmazlıklardan (fahşadan), kötülüklerden ve zorbalıklardan sakındırır. Size öğüt vermektedir, umulur ki öğüt alıp-düşünürsünüz.” (Nahl Suresi, 90)
Kuran’ın bu ve benzeri ayetlerindeki hükümleri bilen Müslümanların bu sınırların dışına çıkması mümkün değildir. Bu nedenle inanmış insanlardan oluşan bir toplumda ahlaksızlıkların yaşanmasına imkan olmaz.
Elbette insan hata yapmaya müsait bir yapıya sahiptir ve istisna olarak kişilerden kaynaklanan olumsuzluklar görülebilir. Fakat her türlü yanlış tavrın, Kuran’ın hükümleriyle ve Müslümanların şefkatli yaklaşımıyla üstesinden gelinmesi kolay olacaktır. Din ahlakından uzak toplumlarda olduğu gibi ahlaksızlıkların teşvik görmesi, yaygınlaşması ve buna karşı duyarsızlaşılması söz konusu dahi olmayacaktır. Çünkü gerçek Müslümanların en önemli özelliklerinden biri, Kuran’da sıkça bildirildiği gibi, birbirlerine iyiliği emredip, kötülükten men etmeleridir. Allah Kuran’da, din ahlakını yaşayan insanlardan meydana gelen bir toplumun özelliklerini şöyle bildirir:
“Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz; maruf (iyi ve İslam’a uygun) olanı emreder, münker olandan sakındırır ve Allah’a iman edersiniz…” (Al-i İmran Suresi, 110)
Kuşkusuz böyle bir toplumun ahlaki yönden din ahlakını yaşamayan toplumlara göre ne derece üstün ve seçkin olacağı son derece açıktır.