Savaşlar sadece askeri unsurları değil; çocuk, kadın, yaşlı dinlemeden sivilleri vurmaya, şehirleri yerle bir etmeye, ülkelerin alt yapısını yok etmeye neden oluyor. Sevgisizlik ve nefretle insanların birbirine yaklaşması ise zulmün en büyüğü. İnsanın yaşam gıdası olan “sevgi” olmadığında ortalığı sadece yıkıcı bir şiddet ve acı sarıyor. Suriye’de de Mart 2011’de başlayan iç savaş, binlerce can almaya ve yıkılmış “ölü şehirler” ortaya çıkarmaya devam ediyor.
Bir yandan rejim uçakları şehirleri varil bombalarıyla yerle bir etmeye devam ederken, diğer taraftan da çeşitli muhalif grupların kendi aralarındaki alan kazanma amaçlı çatışmaları devam etmekte. Şimdi buna bir de IŞİD’i yok etmek için başlatılan uluslararası koalisyonun bombalamaları eklendi.
Suriye’de 3 milyonun üzerinde bina yıkıldı, 160 bini sivil olmak üzere 200 binin üzerinde insan öldü. En az 6 bin kişinin işkence gördüğü tespit edilirken açlık, susuzluk ve sağlık şartlarının kötüleşmesi ise yaşam koşullarını iyice zorlaştırıyor. Ölen sivillerin 18 bininin çocuk, 16 bininin kadın olduğunu düşünürsek ülkedeki dehşet ortamının boyutlarını da daha iyi anlayabiliriz. İşte bu can pazarından kaçmaya çalışan yaklaşık 10 milyon mazlum Suriyeli evlerini terk etti. Bunların 4 milyona yakını da yurt dışındaki ülkelere mülteci olarak sığınmak zorunda kaldı.
Suriye’yle 911 km sınıra sahip olan Türkiye ise yaklaşık 1,5 milyon mülteciye kapılarını açarak onlara ev sahipliği yapmaya başladı. Türkiye bu insanlara her biri bir ilçe büyüklüğünde olan 24 çadırkent kurarken, bu süre zarfında 3,5 milyar dolar da para harcadı. Mülteci sayısının ise sene sonuna kadar 2 milyona yaklaşabileceği öngörülüyor.
Son dönemde, sadece IŞİD saldırılarından kaçan 170 bin Suriyeli çok kısa bir sürede Türkiye’ye sığındı. Hatta bunların 138 bini iki-üç gün içerisinde yoğun bir göç dalgasıyla ölümden kaçarak geldi. Bu rakam Avrupa’nın 3,5 yılda kabul ettiği mülteci sayısıyla eşdeğer. Suriye’den 2 milyona yakın insan can havliyle kaçarken onları sınırda bekletmek olacak iş değil. Çünkü ölüm hemen enselerinde. Aynı şekilde, sınır bu şekilde kontrolsüz durumdayken gelen insanları kontrol etmek de çok zor. Eğer gelenler arasında uluslararası terör suçlusu varsa bu ortamda onları tespit etmenin de bir imkanı yok. Ülkeye giren insanların tekrardan Suriye’ye dönmek istemeleri durumunda da kimin ne için ülkesine geri dönmek istediğinin tespitinde de büyük zorluklar var. Dolayısıyla oradaki mevcut güvensiz sınır hattı sadece bir can pazarının yaşanmasına sebebiyet vermiyor, dünyayı da tehdit eden bir şiddet sarmalının bölgede kolaylıkla yerleşmesine sebebiyet veriyor.
Savaştan, kavgadan, ölümden kaçan insanların güven içinde yaşayacakları bir bölgeye ihtiyaçları var. Bu noktada insaniyet namına alınacak en isabetli uluslararası karar, Suriye’nin Türkiye sınırı boyunca bir “güvenli bölge” oluşturulması. Esad rejiminden, IŞİD’den, PKK’dan ve diğer tüm çetelerden insanları koruyacak, oradaki halkın güven içinde yaşayacağı bir alan oluşturmak en acil gereksinim. Dolayısıyla BM’nin kararıyla alınacak bir tampon bölge kararı ile milyonlarca insanın güvenle ve huzurla sığınabileceği bir ortam da oluşturulmuş olacak. İnsanlar tüm dünyada sevginin yok olmadığını, sevginin nefrete galip geldiğini görmüş olacak. Dolayısıyla bütün insanlığı rahatlatıcı bir karar olacak bu.
ABD Genelkurmay Başkanı Dempsey tampon bölgenin bir noktada bir olasılık olabileceğini ancak sürmekte olan kampanyanın bir parçası olmadığını belirtiyor. ABD Kongresi’nin Dış İlişkiler Komitesi üyesi ve Cumhuriyetçi vekil Adam Kinzinger ise, Suriye-Türkiye arasındaki sınırı ziyaretinin ardından Suriye’de insani nedenlerden dolayı ‘uçuşa yasak bölge ilan edilmesi gerektiğini’ belirtiyor. Akılcı ve acil olanı da bu. Şimdi artık Suriyelilere sevgimizi/şefkatimizi, zalimlere de dünyanın sahipsiz olmadığını gösterme vakti.
Adnan Oktar'ın Arabian Gazette'de yayınlanan makalesi:
http://www.arabiangazette.com/buffer-zone-safe-haven-syrians/