Suriyelilere vatandaşlık verilmesi konusu, 2016 Temmuz ayında Türkiye gündemindeki en önemli konulardandı. Konuyla ilgili yorum ve tartışmaların ardı arkası kesilmiyordu ki, Türkiye'nin gündemi aniden başka bir boyuta taşındı. Türkiye, 15 Temmuz 2016 akşamında, kanlı bir darbe girişimi ile karşı karşıya geldi. Bu hain saldırının sonrasında Türk halkı, uzunca bir süre artık sadece bu konuyu konuşacaktı.
Geçtiğimiz Şubat ayında, uzun zamandır gündeme gelmeyen Suriyelilere vatandaşlık konusu, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından Bahreyn'de dile getirildi. Türkiye genelinde konuya olumlu bakanlar çoğunluktaydı; ama elbette her toplulukta olduğu gibi tepki gösterenler de seslerini çeşitli şekillerde duyuruyorlardı.
Genel bir değerlendirme dahilinde Türkiye'deki mülteci konusunu özetleyelim. Türkiye'de şu anda resmi kayıtlara göre 2.8 milyon Suriyeli ve 300 bin Iraklı misafir ediliyor. Bu oran ile Türkiye, dünyada en fazla sığınmacıya ev sahipliği yapan ülke unvanını da almış oluyor. Sığınmacılar için şu ana kadar Türk devletinin harcamış olduğu para 25 milyar dolar. Suriye'den gelenler Türkiye topraklarında "sığınmacı" statüsünde bulunuyorlar. Çünkü Türkiye, 1951 yılında BM'nin Mülteci Sözleşmesine imza atarken, zamanın şartlarına göre sadece Avrupa'dan gelenleri mülteci olarak kabul edeceğini açıklamıştı. 1994'te ise Türk Hükümeti, Avrupa dışından gelenlere geçici sığınma statüsü verileceğini açıkladı. Son gelişmelerden sonra 2013 yılında ise yeni bir düzenleme gerçekleşti. Bu düzenleme, Suriye ve Irak'tan gelenlere kolaylıklar sağlıyordu, fakat yine de onların mülteci olarak kabul edilmesine olanak vermiyordu.
Türkiye, misafir ettiği Suriyelilere her ne kadar tüm imkanlarını seferber etse de, bu kişilerin mülteci sıfatı taşımamaları, uzun vadede onları vatandaşlık, ikamet ve iş imkanı gibi olanaklardan mahrum bırakmaktadır. Suriye'deki elim savaş tüm acımasızlığıyla devam ettiğine ve bu insanlar yurtsuz, vatansız ve güvensiz kaldıklarına göre, Türk Hükümetinin şu an almış olduğu karar oldukça doğru bir karardır. Hükümet, her ne kadar nitelikli Suriyelilerin peyderpey vatandaşlığa kabul edileceğini belirtse de, asıl yapılması gereken ülkemizdeki tüm Suriyelilere vatandaşlık vermek olmalıdır. Bu konuda özellikle güvenlik üzerinde durulmakta ve vatandaşlığa alınacakların terör sabıkalısı olmaması ve güvenlik soruşturmalarından geçmesi esas alınmaktadır. Bu soruşturmaların tamamlanmasının ardından, yıllardır misafir ettiğimiz kardeşlerimizi kendi ülkemizin vatandaşı yapmak bizim din ve kardeşlik borcumuzdur.
Türkiye demokratik bir ülkedir; elbette herkes fikrini özgürce söyleyebilmelidir. Bazı kişiler Suriyelilere vatandaşlık verilmesi konusunda kendilerince çekinceler taşıyabilir ve bunu diledikleri gibi dile getirebilirler. Ama bu çekincelerin kitle psikolojisinin bir ürünü olmaması, bu konudaki tepkilerin akılcı ve vicdani bir zemine oturabilmesi önem taşımaktadır. Her toplumda olduğu gibi Türkiye'de de toplu telkin ve kitlesel provokasyonlar kullanılarak benzer reaksiyonlar gerçekleşebilmektedir. Oysa Türkiye, kitlesel, egoist veya siyasi hesaplara göre değil vicdanına göre davranmakla sorumludur.
Suriyelilere vatandaşlık konusunu siyasi bir mesele gibi göstermeye çalışanlara bir cevap olarak hükümet yetkilileri, vatandaşlığa alma uygulamasının Mart ayında yapılacak Anayasa referandumundan sonra gerçekleşeceğini belirtmişlerdir. Dahası, vatandaşlığa alınan Suriyeliler bir yıl süreyle oy kullanamayacaklar. Bu durum, söz konusu kararın siyasi çıkar hesaplarına dayanmadığını açıkça ortaya koymaktadır.
Vatandaşlığa alınan Suriyelilerle birlikte kendi imkanlarının kısıtlanacağı zannına kapılanlar ise boş bir endişe yaşamaktadırlar. Türkiye, özellikle son yıllarda gerek sağlık, gerekse sosyal güvence gibi konularda yaptığı ataklarla hiçbir vatandaşını mağdur etmeyecek bir ülke olduğunu kanıtlamıştır. Suriyelilerin vatandaşlığa alınması ile hiç kimse işinden olmayacak, hiçbir işyeri kapatılmayacak, hiç kimsenin sosyal ve eğitimsel hakları kısıtlanmayacaktır. Misafir daima bereketiyle gelir. Muhtemeldir ki, Suriyeli kardeşlerimizin Türkiye'de iş dünyasına katılmalarıyla İslam dünyasıyla ticaret bağlantıları ve iş imkanları daha genişleyecektir.
Şu gerçeği sürekli akılda tutmak gerekmektedir: Dünyada eğer herhangi bir Müslüman zorluk içindeyse, onun bu durumu tüm Müslümanların sorumluluğundadır. Eğer Müslümanların bir kısmı acı çekiyorsa, bu, zulme karşı sessiz kalan ve birlik olamayan diğer Müslümanların kusuru ve mesuliyetidir. Dolayısıyla "mültecilerden bana ne?" diyen bencil yaklaşım, özellikle zulmün yaygınlaştığı şu günlerde, daha büyük felaketlere kapı açabilecek korkunç bir bakış açısıdır.
Türkiye, topraklarında barınan ve siyasi ve adli olarak risk taşımayan tüm Suriyelilere, ayırt etmeksizin Türk vatandaşlığı vermelidir. Zor durumda olan insanlar, Müslümanların koruma kalkanı altında olmalıdır. Türkiye ve Suriye'nin bundan sadece 100 yıl önce tek bir vatan olduğunu da hatırlamak gerekmektedir. Aynı vatanın evlatları olan Araplar ve Türkler, Çanakkale'de tek bir satıhta, ittifak içinde mücadele etmişlerdir. Bizim vatandaşımız, kardeşimiz ve akrabalarımız olan Suriyeli kardeşlerimiz, cetvelle çizilen bir sınır ile, kendi rızaları dışında, cebren bizden ayrılmak zorunda bırakılmışlardır. Şu anda onları yine tek bir vatan içinde görmek, Osmanlı ruhunu taşıyan her Türk için bir gurur vesilesi olmalıdır.
Dünyayı yönlendiren mekanizma, zannedildiği gibi, siyasi manevralar ve çıkar hesapları değildir. Dünya, metafizik işler. İyilerin ittifakı daima kazanacak, daima güçlü ve muktedir olacaktır. Yaşadığımız olayları değerlendirirken bu gerçeği daima hatırlamak ve iyilerden olmak için elimizden geleni yapmak bize düşen görevdir. Suriyelilere sahip çıkmak, bunun için çok güzel bir fırsattır.
Adnan Oktar'ın Gulf Times & EKurd Daily & Jefferson Corner'da yayınlanan makalesi:
http://www.gulf-times.com/story/538861/Syrian-refugees-should-become-Turkish-citizens
http://ekurd.net/syrian-refugees-turkish-citizens-2017-03-17
http://www.jeffersoncorner.com/syrian-refugees-should-become-turkish-citizens/