Birleşmiş Milletler’e göre dünya üzerinde yaklaşık 50 milyon mülteci bulunuyor. Bu mültecilerin çok büyük bir bölümünü ise Müslümanlar oluşturuyor... Filistin halkının üçte ikisi mülteci konumunda... ABD müdahalesinin ardından çok sayıda Iraklı, zulüm gördükleri Burma’da evlerini terk eden Arakanlılar, 2 milyona yakın Afgan, Keşmirli, Somalili, Rohingyalı kısacası milyonlarca mülteci... Bu mültecilere son birkaç yılda Suriyeliler de eklendi....
Suriye’deki iç savaş dördüncü yılına girdi, bu savaşın zorunlu göçe maruz bıraktığı insan sayısı ise milyonlarla ifade ediliyor. Birleşmiş Milletler Mülteci Örgütü (BMMYK-UNHCR)’ne göre örgüt kurulduğundan bu yana şahit olunan en büyük göç Suriye’de yaşanan. Çünkü savaştan önce 22 milyonluk Suriye nüfusunun yarısı zorunlu olarak başka ülkelere göç etti. Mülteci durumundaki Suriyelilerin yüzde 75’i kadın ve çocuklardan oluşuyor. Suriyelilerin büyük çoğunluğu ülke içerisinde yer değiştirirken 2 buçuk milyon Suriyelinin yüzde 97’si komşu ülkelere sığındı. Bu komşu ülkeler içinde en çok göçmen alan ülke ise Türkiye....
Aslında Türkiye tarihinde ilk defa bu kadar kapsamlı bir göç olayı ile karşılaştı. Ülkemize sadece üç yıl içinde 1 milyon 200 bin mülteci giriş yaptı. Gelen Suriyeli mültecilerin yaklaşık 250 bini kamplarda yaşıyor, geri kalanlar ise çeşitli şehirlerde. 2014 sonlarına doğru bu sayının bir buçuk milyona ulaşacağı varsayılıyor.
Geçmişe dönersek Türkiye topraklarının asırlardır göçmenlerin sığındığı bir kucak olduğunu görürüz. 1917 Bolşevik devriminden sonra Ruslar, Nazi zulmünden kaçan Museviler, Ermeniler, 1979’dan sonra İranlılar, Afganlar, Saddam’dan kaçan Iraklılar Türkiye’ye sığındılar hep... Türk halkının vicdanı, merhameti ve misafirperverliği tarih boyunca ülkemiz kapılarını mazlumlara, yolda kalmışlara açık tuttu. Üstelik en derin ekonomik yaralar aldığı zamanlarda bile ülkemiz insanın bu güzel ahlakı hiç değişmedi.
Ülkemizin misafirperverliği aslında uluslararası ortamda da onaylandı. Türkiye’deki mülteci kampları, New York Times tarafından “mükemmel” sıfatıyla tanımlandı. Mülteci kamplarını gezen her yetkili takdirlerini belirtti. Kamplara maddi ve lojistik destekler sürerken, durumu iyi olan mültecilerin şehirlere yerleştikleri ve örneğin sadece İstanbul’daki sayının 67 bini bulduğu belirtildi. Fakat kuşkusuz aralarında durumları iyi olmayanlar ve metropollerde sefalet içinde yaşayanlar da var. Özellikle çadır kentlerin kışın soğukta daha soğuk, yazın sıcakta daha sıcak olması, altyapı ve güvenlik sorunları, su ve gıda sıkıntısı, temizlik ve hijyen gibi sorunlarla elbette karşı karşıya. Devlet yetkilileri Türkiye’nin imkanları doğrultusunda bu konuda tedbirler alınacağını bildiriyorlar.
Fakat son zamanlarda ülkemize gelen Suriyeli kardeşlerimizle ilgili olarak rahatsız edici bazı sesler duyuluyor. Bu kardeşlerimizle ilişkimizi politika, siyaset veya ülke ekonomisi çerçevesinde düşünen, “konjonktür, jeopolitik, reelpolitik” gibi kavramların arkasına sığınarak ülkelerine geri dönsünler gibi soğuk açıklamalar yapanlar var. Oysa bu tür açıklamalar Türk insanının geleneksel misafirperverliği, vicdanı ve merhameti ile asla bağdaşmıyor.
Merhametsiz, bencil ve acımasız küçük bir camianın provokatörlüğünde geliştiği anlaşılan bu ürkütücü tepkilerden yola çıkarak, ülkesindeki mültecileri kendince fazlalık gören veya rahatını ya da demografisini bozmamak için “mültecilere kapılar kapansın, mülteciler evlerine geri gönderilsin” diyenler bir an için kendilerini bu insanların yerine koysunlar. Düşünün ki bu insanların çok büyük bölümü meslek sahibi, geniş imkanlara sahip, evi, arabası, geçim kaynakları olan insanlardı. Ancak Suriye’deki zulüm o kadar şiddetli hale geldi ki, ölüm korkusuyla arkalarına dahi bakmadan kardeş topraklara iltica ettiler. Bombalanmak, tecavüze uğramak, dipçiklerle öldürülmek yerine mülteci olmayı tercih ettiler. Yıllardır emek emek kurdukları hayatlarına dair hiçbir şeyi akıllarının ucuna dahi getirmeden sadece ailelerini koruyabilmek için topraklarımıza sığındılar. Unutmayın! Hiç kimse zor durumda kalmadıkça ülkesini, evini, düzenini, ailesini terk edip tanımadığı bir ülkede sokaklarda sefalet içinde yaşamak istemez. Dolayısıyla ölümden kaçan insana kapıyı kapatmak, içeri almak için BM onayı beklemek, onları geri gönderelim, demek herşeyden önce, vicdansızlıktır ve büyük bir insanlık ayıbıdır.
Ölümden kaçan insana kapıyı kapatıp sonra "ne güzel imkânlarımız bize kaldı" gibi bir vicdansızlığı Türk halkı asla kabul etmez. “Mültecileri almayalım ya da geri gönderelim” diyenlerin bu önerilerini açıklığa kavuşturmaları gerekir. Bu insanların geri döndükleri yerde yiyecekleri olacak mı? Kalacakları yerler var mı? En önemlisi onların güvenlik içinde yaşayacakları yerler hazır mı? Yoksa onları cehennem gibi bir ortama mı geri göndermek istiyorlar? Bir çözüm buldular mı, yoksa sadece vicdansızlar mı? Bu soruların cevaplarını öncelikle Türk halkına vermemeliler. Aksi takdirde onları geri gönderen, onların katledilmesinden de sorumlu olur. Bir mülteciyi “ülkesine geri gönderelim” demek, onu katilin eline teslim edip “Buyrun, öldürün” demektir. Eğer bu yapılırsa katilin kanı, “gönderelim” diyen kişinin de eline bulaşır. Dünyada hiçbir gerekçe katile insan teslim etmeyi makul hale getiremez. Bu, açıklanamaz, tarif edilemez bir ruh boşluğudur.
Eğer ülke yönetimindeki kişiler arasında bu mantıkta olanlar varsa durum daha da vahimdir. Zorluk içindeki o insanlara acımayan, kendi insanına da acımaz. Mazlumu zor zamanda korumayan kendi halkına da yardım etmez. Merhametsiz bir ruhun tezahürü her yerde ve her koşulda daima aynıdır.
Sayıları ne olursa olsun Suriyeli mülteciler Türk halkının kardeşidir. Bizim topraklarımıza sığındığı andan itibaren bizim vatandaşımızdır. Bizler onlara sahip çıkmakla mükellefiz. Bu uğurda zorlukları göğüsleriz. Bizler katile insan teslim edemeyiz, çünkü bizler kurtarıcıyız. Allah’ın misafirlerinin mutlaka bereketleriyle geleceklerini unutmayız. Dolayısıyla mültecilere yönelik sevgisiz ve acımasız sesler ülkemizde asla yandaş bulmaz, tam tersine Türk halkının vicdanını hareketlendirir, Anadolu misafirperverliğini daha da geliştirir. Tarih boyunca Türkiye, dini, etnik kimliği ve ırkı ne olursa olsun, kendisine sığınan mazlumlara özenle ve sevgiyle sahip çıkmıştır. Suriyeli kardeşlerimiz endişelenmesinler; bu sistemi bozacak, onları katliamın ortasına geri gönderecek bir zihniyetin bu ülkede barınmasına izin yoktur.
Biz Türk halkı olarak kapılarımızı sonuna kadar mağdur durumdaki kardeşlerimize açık tutarız, onlara bakar, onları koruruz. Fakat bu konuda ülkemizin yalnız bırakılmaması da son derece önemlidir. Bu yönde yapılacak en güzel adım öncelikle Müslüman devletlerin Avrupa Birliği’ni andıran bir birlik kurmalarıdır. Birbirlerine Avrupa Birliği’ndeki gibi serbest dolaşım hakkı tanıyacak olan ülkelerin vatandaşları bu şekilde zor bir durum oluştuğunda kolay bir çıkış yolu ve bir insani koridor bulabileceklerdir. Bu durumda eş vatandaşlık hakkı, vizesiz çalışma hakkı gibi haklar tanınarak, mültecileri kısıtlayan ve hayatlarına insani koşullarda devam etmelerine engel olan koşullar da ortadan kalkacaktır. Unutmayalım! bir ülkeyi refaha götürecek olan sanayisi veya etnik egoizmi değil, insanlığıdır.
Adnan Oktar'ın Voix Magazine'de yayınlanan makalesi: