Bazen ülkeler arasındaki ilişki ve meseleler, Türkiye’nin istenmeden düşürülen Rus uçağı olayında olduğu gibi ortak ve mantıklı beklentilere ters düşebilir ve tahmin edilmedik şekilde sonuçlanabilir. Her ülke için her şey yolunda giderken, Rus uçağının düşürülmesi iki ülkenin içerisinde olduğu tüm projeleri neredeyse durma noktasına getirdi. Dokuz ay süren bu kriz süreci her iki tarafı da büyük zarara uğrattı.
Normalleşme süreci esnasında üst yetkililer birbirlerine karşılıklı ziyaretlerde bulunarak enerji, ticaret ve askeri alanlarda olumlu sonuçları olan pek çok anlaşma imzaladı. İki ülkenin üstlendiği en önemli misyon hiç şüphesiz Suriye krizine barışçıl bir çözüm bulmaktı. Önemli karşılıklı ziyaretler sonucunda İran’ın da katkılarıyla Suriye için bir yol haritası belirlendi. İlk olarak Halep’te insani yardım ulaştırılamayan sivillerin çıkarılması için bir koridor açıldı. Rus-Türk ilişkilerini bozmak için provokatörler hedefleri doğrultusunda sinsi planlarını uygulamaya koydular. Ankara’nın Rus büyükelçisine Moskova’da yapılacak planlı toplantıdan bir gece önce suikast yapıldı. Ne var ki bu sefer her iki ülkenin de liderleri komplocuların ilişkilerini sabote etmesine izin vermeyerek Moskova zirvesini planladıkları gibi gerçekleştirdiler. Toplantıdan sonra düzenlenen basın konferansı sırasında Suriye için çözüm sürecini içeren ortak bir bildiri açıklandı. Bu bildiride tarafların Suriye’nin egemenlik, bölgesel bütünlük ve birliğinin barış süreci açısından son derece önemli olduğu konusunda hemfikir oldukları belirtiliyordu.
İkinci bir başarı da Astana görüşmeleri oldu. BM’in Suriye Özel temsilcisi Steffan de Mistura, Astana görüşmelerini, “silahlı grup temsilcileri ile Suriye hükümetini, İran, Rus, Türk, BM delegasyonları ve ABD Astana Büyükelçisi George Krol ile bir araya getiren daha önce yapılmamış bir toplantı” olarak nitelendirdi. Buna ek olarak BM daimi elçisi ve Suriye Arap Cumhuriyeti delegasyon başkanı Beşer Cefari, Kazakistan’ın başkentinde Suriye kriziyle ilgili yapılan iki günlük konferans sırasında görüşmelerin başarılı geçtiğini şu sözlerle belirtti: “Astana görüşmelerinin Suriyeliler arasında diyaloğa yol açacak şekilde belli bir süre için düşmanlıkları sona erdirdiğine inanıyoruz.”
Son zamanlarda Suriye’de bir Rus jetinin Türk Silahlı Kuvvetlerini kazara vurarak üç Türk askerinin şehit olmasını, on birinin de yaralanmasına neden olan istenmeyen bir kaza meydana geldi. Rus lider Putin hemen Cumhurbaşkanı Erdoğan’a taziyelerini ileterek önceden tahmin edilmeyen böyle olayların ilişkilerine zarar vermesine izin vermeyecekleri mesajını iletti.
Şüphesiz bunlar Suriye konusundaki ilk olumlu ve umut verici başarılar. Elde edilen bu sonuçlar anlaşmazlıklar üzerinde durup diğer tarafı suçlamak yerine işbirliği içerisine girmenin bölgeye barış getirmek için ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Acil yardım ihtiyacı içinde olanların durumunu iyileştirmek amacıyla kucaklayıcı bir tutum sergileyerek fedakarlık yapması oldukça önemli.
20. yüzyıl ülkelerin iki dünya savaşı ile yakıp yıkıldığı korkunç bir dönem oldu. Kontrol edilemeyen bir çok ülke benimsedikleri çarpık ideolojiler sonucunda şiddet yanlısı zihniyetlere gömüldüler. Günümüzde de benzer bir terör çeşidi farklı bir biçimde toplumları esir almış durumda. Dünyadaki hemen hiç kimse kutuplaşmış bir dünyanın daha iyi olduğunu ileri süremez. Dünyayı saran sorunların ana nedeni kutuplaşmış ve parçalara ayrılmış olmak. Bu gerçeğin gayet iyi farkında olan Türkiye, Rusya ve İran, sonuca yönelik olarak bölgedeki komşularıyla ittifak içerisinde hareket etmeye çalışıyor. Moskova Zirvesi sırasında bölgedeki bu üç güçlü ülke ittifakının getirdiği olumlu sonuçları gören Rusya’nın BM elçisi Vitaly Churkin, söz konusu ittifakın Suriye’deki krizi sona erdirmek için Suudi Arabistan’ın da işbirliği içerisine girmesi gerektiğine inandığını söyledi. Moskova ortak bildirisinin diğer etkin ülkelerin de güç birliği yapmasına imkan sağladığını söyleyen Churkin, “Suudi Arabistan’ın da benzer bir tavır içerisine girerek aynı doğrultuda çalışmasının önemli olduğunu düşünüyorum” demiştir.
Gerçekten de Orta Doğu’da önemli bir oyuncu olan Suudi Arabistan’ın ittifağa katılarak Suriye savaşı için çözüme katkıda bulunması çok önemli. Geçen hafta Suriye muhalefeti Yüksek İstişare Komitesinin Riyad’da yapılacak olan Cenevre görüşmelerini gündeme alması umut verici oldu. İran ve Suudi Arabistan arasında hala mezhep çatışmaları olsa da aynı ligde olmaktan çekinmemelidirler. Türkiye, savaşın başlangıcından beri Suriye konusunda Rusya ve İran ile karşı görüşte olmasına rağmen bu durum onu, en somut adımları atan başarılı bir garantör olmaktan geri koymadı.
Bölgenin sorunlarına çözüm yine bölgeden gelmelidir. Müslümanlar sorunlarını kendi formüllerini oluşturarak çözmelidir. Başbakan Ruhani’nin 2013 yılında göreve gelişinden beri çarşamba günü Kuveyt ve Umman’a yaptığı ilk ziyaretle Körfez ülkelerindeki komşularıyla olan ilişkilerini iyileştirme girişimi Müslümanları birleştirme yönünde önemli bir hamleydi. Bu ziyaretle ilgili olarak Ruhani, “İran İslam Cumhuriyeti politikasının temeli her zaman komşularıyla iyi komşuluk ilişkileri içerisinde olması ve İran Körfezinin güvenliği olmuştur” demiştir. IRNA’nın bildirdiğine göre Ruhani ayrıca yüzlerce yıldır yan yana huzur içerisinde yaşayan Şiilerle Sünnilerin daha fazla birlik olması gerektiğini söyledi.
Müslümanların birliğinden doğan güce inanan Türkiye gerçekten de her iki ülkeyle de iyi ilişkiler içerisinde olduğundan İran ile Suudi Arabistan arasındaki sorunların çözülmesinde önemli bir rol oynayabilir.
Suriyede’ki çözüm açısından Rusya’nın rolü ve etkisi yadsınamaz. Bu nedenle Rusya, İran ve Türkiye’nin kurmuş olduğu hali hazırdaki ittifağın etkisi ve gücü Suudi Arabistan’ın katılımıyla iki katına çıkabilir. Bu ittifak Batı’ya olan bağımlılığı azaltacak ve Yemen’i etkileyen mezhepsel anlaşmazlıklara son verecek yapıcı Sünni-Şii diyaloğun önünü açacaktır. Böyle bir birlik savaş bölgelerinin tekrardan yapılandırılmasına büyük bir katkı sağlayacak ve bölgeye istikrar getirecektir. Dört ülke de bu ilişkiden büyük yarar sağlayacak ve diğer ülkelerin de barış yolundaki çabalarına ivme kazandıracaktır.
Adnan Oktar'ın The Daily Star'da yayınlanan makalesi: