Önce Osmanlı’dan kopan, sonra Mısır’dan, sonra da Kuzey ve Güney’in birbirinden ayrılması ile gitgide küçülen topraklar. Ne var ki bunca bölünme, ayrışmayı savunanların aksine söz konusu coğrafyaya ne refah, ne huzur, ne de barış getirdi. Şimdi de sadece 3 yıllık tarihi olan Güney Sudan, yine kabileler arası bir savaşa sahne oluyor. Bölünmenin huzur ve refah getireceğine inanlar, acaba şimdi de bu ülkenin kabilelere ayrılmasının mı doğru olacağını söyleyecekler diye merak etmemek elde değil!
450’den fazla kabilenin ve 130’dan fazla dilin konuşulduğu bir devleti en ufak etnik unsuruna kadar bölerseniz, ortada bir ülke bırakmazsınız. Sonra da bölük pörçük olan halkı devletsiz, korumasız, sefalet içinde ve anarşinin hakim olduğu bir ortamda yaşam sürmeye mahkum edersiniz. Güçlünün güçsüzü ezdiği, herkesin silahlara sarıldığı bir çatışma meydana getirirsiniz. Tıpkı şu an Sudan’da olduğu gibi…
BM verilerine göre şu ana kadar Güney Sudan’daki iç savaşta 1000’den fazla insan hayatını kaybetti. Yüz binlerce insan da canını korumak için evini terk edip BM kamplarına sığınmak zorunda kaldı. Sadece 8,5 milyon nüfusu olan bu ülkede etnik gruplar çeşitli sebeplerle birbirlerine karşı kışkırtıldığından, ülke neredeyse kabile kabile bölünme noktasına geldi.
Aslında Güney Sudan, pek çok Batılı devletin ve Afrika ülkesinin bakışlarını üzerine çevirdiği jeostratejik öneme sahip bir ülke. Kuşkusuz ki dikkatleri bu denli üzerine çekmesinin en büyük sebebi, sahip olduğu zengin petrol yatakları.
Petrol havzaları, Güney Sudan’ın kuzey bölgelerinde yer alıyor. Güney bölgeler ise doğal kaynaklar yönünden fakir. İşte ülkedeki kargaşanın ana sebebi, güneydeki kabilelerin petrol gelirlerinden yeterince faydalanamamalarından kaynaklanıyor.
Zaten bir bölgeyi küçük toprak parçalarına ayırmanın en önemli sakıncalarından biri, kimi bölgelerin fakirliğe terk ediliyor olmasıdır. Zira bir ülkenin tüm topraklarının, aynı derece zengin doğal kaynak barındırması çok zor bir ihtimaldir. Yoksulluğa ve sefalete terk edilenlerin de can havliyle diğer bölgelere saldırmaya başlaması kaçınılmaz olmaktadır. Nitekim Güney Sudan’da da böyle bir durum söz konusu. Kendilerini ekonomik olarak güvence altında hissetmeyenler böyle bir çatışmaya itiliyorlar. Bölge insanı genel olarak zaten çok yoksul. Petrol gelirleri de sadece belirli bir bölgede yaşayanlarca alınırsa, diğer insanlar açıkça sefalete ve mahrumiyete terk edilmiş oluyor. Doğru ve adil olan, ülkedeki herkesin doğal kaynak gelirlerden istifade etmesinin sağlanmasıdır.
Sudan’daki çatışmaların bir diğer önemli sebebi de birtakım çevrelerce körüklenen dinsel ve ırksal farklılıklar. Zaten Sudan’ın, Kuzey ve Güney olarak ikiye bölünmesinin sebebi kuzeyde yaşayan ve iktidarı elinde bulunduran Müslüman nüfusun, Müslüman olmayanlara karşı olan hoşgörüsüz ve sert tutumu. Yönetimin, diğer grupları dışlayan karar ve eylemleri ülkedeki huzurun bozulmasına neden oluyor. Şu anda da Güney Sudan’da, farklı etnik grupların savaşı söz konusu ve bu savaş iktidarı elinde bulunduran ve çoğunluk olan kabilenin, diğer gruplara karşı hoşgörülü ve kucaklayıcı bir politika izlememesinden kaynaklanıyor. Ve bu iç çatışma kendisini ezilmiş hisseden diğer kabilelerin silaha sarılıp ayaklanmalarıyla iyice içinden çıkılmaz bir hal aldı. Arap Birliği’nin taraflar arasında diyaloğun oluşması yönündeki çabaları da şu ana kadar yetersiz kaldı.
Sudan’da yaşananlar bize bir kez daha göstermektedir ki, dünyanın genel problemi olan sevgi, hoşgörü ve adalet eksikliğidir. Sevgi, merhamet, şefkat gibi insani duyguların yerini saldırganlık, vahşet ve çatışma almıştır. Bu nedenle de ülkede dirlik, birlik ve huzur kalmamıştır. Aslında tüm sorunların temelinde, söz konusu bu hasletlerin insanlar tarafından artık ön planda tutulmuyor olması gelmektedir. Asrımızın “bencillik” hastalığının bölgeyi de derinden vurduğu çok açık bir gerçektir.
Adnan Oktar'ın Al-Hadath ve News + Rescue'da yayınlanan yazısı: