Evrim teorisinin özellikle son birkaç yıldır aldığı ağır darbeler ve taraftarlarını hızla yitirmesi, bazı evrimcileri panik halde harekete geçirdi. Evrimcilerin son çırpınışlarından biri Scientific American dergisinin Eylül 2009 sayısında görüldü. Dergi, Eylül sayısını “köken” konusuna ayırdı ve bilinen, defalarca bilimsel delil ve açıklamalarla çürütülen evrimci iddiaları, ilk kez yeni bulunmuş gibi okuyucusuna sundu. Aşağıdaki yazıda, Alonso Ricardo ve Jack W. Szostak tarafından kaleme alınarak “Life on Earth” (Yeryüzünde Yaşam) başlığı ile söz konusu dergide yeralan yazıya bilim ve mantığın verdiği cevapları bulacaksınız.
Evrim teorisinin özellikle son birkaç yıldır aldığı ağır darbeler ve taraftarlarını hızla yitirmesi, bazı evrimcileri panik halde harekete geçirdi. Evrimcilerin son çırpınışlarından biri Scientific American dergisinin Eylül 2009 sayısında görüldü. Dergi, Eylül sayısını “köken” konusuna ayırdı ve bilinen, defalarca bilimsel delil ve açıklamalarla çürütülen evrimci iddiaları, ilk kez yeni bulunmuş gibi okuyucusuna sundu.
Aşağıdaki yazıda, Alonso Ricardo ve Jack W. Szostak tarafından kaleme alınarak “Life on Earth” (Yeryüzünde Yaşam) başlığı ile söz konusu dergide yeralan yazıya bilim ve mantığın verdiği cevapları bulacaksınız.
Scientific American’ın İtirafları ve “Olmuş Olmalı” Üslubu
“Yeryüzünde Yaşam” başlıklı yazının içeriği, yaşamın ilk yapı taşlarının nasıl ortaya çıktığı sorusuna getirilen evrimci demagojik açıklamalardan oluşuyordu. Ancak, evrim teorisinin bu konuya bilimsel bir açıklaması ve delili olmadığı için, tüm Darwinist yayınlarda olduğu gibi burada da Darwinist yazarlar makale boyunca hikaye üslubu kullanmışlardı.
Hikaye üslubunun yanı sıra, diğer Darwinistler gibi, bu yazarlar da ilk olarak canlılığın yeryüzünde kendiliğinden ve tesadüfen oluştuğu iddiasını mutlak bir gerçekmiş gibi kabul etmişler, sonra bunun nasıl gerçekleşmiş olabileceğine dair tezler, olasılıklar, daha doğrusu hikayeler anlatmışlardır. Yani delillerden sonuca varmak yerine, önce kendi istedikleri evrimci ve materyalist sonucu yazmışlar, sonra da bu sonuca nasıl gidilebilir diye kendilerince hikayeler uydurmuşlardır. Makaleye “böyle olması gerektiğine göre, demek ki böyle olmuş olabilir” tarzında bir anlatım hakimdir.
Yazıda ayrıca, farklı bilim adamlarının yeryüzünde yaşamın nasıl oluştuğu ile ilgili yaptıkları deneyler anlatılmakta, ancak anlatılan her deneyin ardından söz konusu deneylerin sonuçlarının aslında canlılığın yapıtaşları olan proteinlerin kendiliğinden nasıl oluştuğunu açıklayamadıkları itiraf edilmektedir. Şimdi bu itiraflardan ve “olmuş olmalı” üslubundan bazı örnekler verelim.
Tek Bir Protein Darwinizm’i Çökertti
Yazıda adı geçen Darwinist yazarlar, söz konusu yazıya şöyle başlamaktadırlar:
Her canlı hücresi, en basit bakteriler bile, nanoteknologların kıskanacağı kadar çok garip moleküler makinalarla doludur. Aralıksız olarak hücrenin çevresinde sallanan, turlayıp dolaşan bu makinalar genetik molekülleri keser, yapıştırır ve kopyalar, çevredeki besinleri getirip götürür veya enerjiye dönüştürür, hücre zarını inşa eder ve onarırlar, mekanik, kimyasal veya elektrik mesajlarını iletirler – bu liste böyle devam eder ve yeni keşiflerle listeye sürekli olarak yeni şeyler eklenmektedir. Aslında, çoğunluğunu enzim denilen protein bazlı katalizörlerin oluşturduğu bu hücre içindeki makinaların 3.7 milyar yıl önce, cansız maddelerden kendiliğinden oluştuğunu düşünmek imkansızdır.
Görüldüğü gibi söz konusu Darwinist yazarlar önce önemli bir itirafta bulunmakta ve hücre gibi muazzam kompleks bir yapının kendiliğinden, tesadüfler sonucunda ortaya çıkmasının İMKANSIZ OLDUĞUNU SÖYLEMEKTEDİRLER.
Ne var ki bu itirafın ardından proteinin yapı taşları olan amino asitlerin basit kimyasallardan kolaylıkla oluştuğunu iddia ederek, buna sözde delil olarak Urey-Miller deneyini göstermektedirler. Oysa Urey-Miller deneyinin evrim teorisini aslında tamamen çökertmiş olduğu, bu deneyde 3,7 milyar yıl önceki atmosfer koşullarının gerçekçi olarak yansıtılmadığı, soğuk tuzak gibi doğal koşullarda bulunmayan tekniklerle deneye müdahalede bulunulduğu bilinmektedir. Bu durumu deneyi yapan Miller’in kendisi de itiraf etmiştir. Aynı zamanda elde edilen amino asitler sağ elli amino asitlerdir. Oysa canlı organizmalarda yalnızca sol-elli amino asitler bulunmaktadır. Bütün bu faktörler Darwinist bilim adamları tarafından da çok iyi bilinmektedir. Miller deneyi, Darwinistlerin, hayatın başlangıcına dair hiçbir açıklamalarının olmadığını teyid eden, bir başka deyişle evrim teorisinni temelden geçersiz olduğunu belgeleyen tarihi bir başarısızlık deneyidir.
(Urey-Miller deneyinin geçersizliği ile ilgili detaylı bilgi için bkz. “Başarısız Bir Girişim: Urey Miller Deneyi,” http://www.harunyahya.org/evrim/hy_evrim_aldatmacasi/evrim10.html )
Daha da önemlisi, söz konusu deney ilk atmosfer koşullarına bağlı olarak yapılsaydı ve sonucunda doğru aminoasitler elde edilseydi bile, bu evrim teorisinin canlılığın kendiliğinden oluştuğu iddiasına bir delil oluşturmazdı, çünkü amino asitlerin varlığı protein gibi son derece kompleks bir yapının kendiliğinden, tesadüfler sonucunda meydana gelmesi için yeterli değildir. (Burada önemli bir noktayı hatırlatmak gerekir: Deney sonucunda amino asitler oluşsaydı bile, atmosferde bulunan oksijen tarafından hemen yok edileceklerdi. Tüm jeolojik delillere rağmen, Darwinistlerin iddia ettikleri şekilde ortamda oksijenin olmadığını varsaysak bile bu durumda ozon tabakası olmayacak ve bu defa amino asitleri Güneş’ten gelen ultraviyole ışınlar parçalayacaktı.)
Nitekim Scientific American dergisinde de bu gerçek itiraf edilmiş ve Urey-Miller deneyinden söz edildikten sonra şu yorumda bulunulmuştur:
Ancak buradan [aminoasitlerden] proteinlere ve enzimlere gitmek başka bir sorundur. Bir hücrenin protein yapma süreci, genlerdeki bilgiyi (proteinin taslağını) almak için DNA’nın çift sarmalının iplerini çekip ayıran ve bu bilgiyi son ürüne dönüştüren birçok kompleks enzim içerir. Bu nedenle, yaşamın nasıl başladığını açıklamak ciddi bir paradoksu beraberinde getirir: protein üretmek için DNA’da kayıtlı bilgiyle beraber proteinlere de ihtiyaç vardır.
Görüldüğü gibi amino asitler doğaya hazır olarak bırakılsa bile, bunların kendiliğinden proteinleri oluşturmaları mümkün değildir. Günümüzde laboratuarlarda, üstün bir teknoloji ve bilim kullanılarak, bilim adamları tarafından dahi bu gerçekleştirilememiştir.
- Tek bir proteinin oluşması için DNA gerekir
- Protein olmadan DNA oluşamaz
- DNA olmadan protein oluşamaz
- Protein olmadan protein oluşamaz
- Tek bir proteinin oluşması için 60 ayrı protein gerekir
- Bu proteinlerin bir tanesi bile eksik olsa protein var olamaz
- Ribozom olmadan protein oluşmaz
- RNA olmadan da protein oluşmaz
- ATP olmadan protein oluşmaz
- ATP’yi üretecek mitokondri olmadan da protein oluşmaz.
- Hücre çekirdeği olmadan protein oluşmaz
- Sitoplazma olmadan da protein oluşmaz
- Hücredeki organellerden bir tanesi eksik olsa protein oluşamaz
- Hücredeki bütün organellerin var olması ve çalışması için de proteinler gereklidir
- Bu organeller olmadan da hiçbir şekilde protein olmaz.
Bu sistem, bir arada çalışmak zorunda olan iç içe bir sistemdir. Biri olmadan diğeri olamaz. Tek bir parçası var olsa bile, sistemin diğer parçaları olmadan bu parça hiçbir işe yaramaz.
Kısacası,
BİR PROTEİNİN VAR OLMASI İÇİN HÜCRENİN TAMAMI GEREKİR.Hücre, bugün incelediğimiz ve çok az bir kısmını anlayabildiğimiz mükemmel kompleks yapısı ile var olmadığı sürece, TEK BİR TANE BİLE PROTEİN MEYDANA GELEMEZ.
“Yağ Asitlerinden Hücre Oluştu” İddiası, Darwinistler Açısından Son Derece Küçük Düşürücü Bir İddiadır
Scientific American dergisinin yazı boyunca sürdürdüğü masalsı anlatıma bir örnek, ilk yaşamın yağ asitlerinde meydana gelmiş olabileceği iddiasıdır. Bu iddia bilimsel bir delile dayanmadığı, akla ve mantığa ise tamamen aykırı olduğu gibi, kullanılan üslup da Darwinistler açısından son derece küçük düşürcüdür:
“İlk yaşam formları yağ asitlerinden oluşan basit zarlar olmuş olabilir....”
Bu cümle tamamen bir fikir yürütmedir ve bilimi açıkça hiçe saymaktır. Bu, bir delile veya bilimsel bulguya ya da hesaplamaya dayanan bir fikir yürütme değildir. Tamamen evrimcilerin hayal gücüyle üretilmiştir. Canlılığın cansız maddelerden nasıl meydana geldiğini bir türlü açıklayamayan evrimciler, Scientific American dergisindeki söz konusu yazıda da görüldüğü gibi, sürekli tahminlerde bulunup, hayal güçlerinin sınırlarını zorlamaktadırlar. Kendileri de bu izahların komikliğini çok iyi bilmelerine rağmen, Darwinist ideoloji uğruna yine de kendilerini küçük düşürmekten çekinmemektedirler.
“Bilim Canlılığın Kökenini Bilemez” Yalanı
Canlılığın kendiliğinden tesadüfler sonucunda meydana geldiği iddiasını önce kabul edip, sonra bu akıl dışı iddiayı bilimsel olarak açıklayamayan Darwinistler, bu kez de canlılığın kökenini “belki de hiç bilemeyeceğiz” diyerek, bilimi aciz gibi göstermeye çalışmaktadırlar. Scientific American konuyla ilgili olarak şu iddiada bulunmaktadır:
İlk organizmaların gerçek doğası ve yaşamın kökeninin tam koşulları sonsuza kadar bilim için bir bilinmeyen olarak kalabilir.
Oysa bilim için canlılığın kökeninin bilinmeyen olarak kalması söz konusu değildir. Bilim adamları, bilimin gösterdiği yöntemlerle delilleri inceler, araştırır ve gördükleri ve elde ettikleri sonuçlardan yola çıkarak bir sonuca varırlar. Örneğin canlılığın kompleks yapısını gören, ortalama bir protein molekülünün tesadüfen kendiliğinden oluşmasının imkansızdan da öte imkansız olduğunu gören bir bilim adamı, CANLILIĞIN KENDİLİĞİNDEN, TESADÜFLER SONUCUNDA OLUŞMADIĞINI açık ve kesin olarak anlar. Bunun üzerine artık, “acaba kendiliğinden nasıl olmuş olabilir”kadar diye spekülasyonlardan bulunmaz, yalanlar uydurmaz.
Ancak söz konusu bilim adamları eğer illaki “bilim kendi materyalist, Darwinist düşüncelerini teyit etsin, onların kendi istedikleri sonuca varsın” istiyorlarsa, işte o zaman dedikleri gibi, bu “sonsuza bilim için bir bilinmeyen olarak kalacaktır.” Nasıl ki sonsuza kadar ara geçiş formu fosili bulamayacaklarsa, sonsuza kadar da canlılığın tesadüfen ve kendiliğinden oluştuğu yalanını ispatlayamayacaklardır.
RNA Dünyası Yalanı
Scientific American dergisi canlılığı meydana getiren moleküllerin, yani proteinlerin kendiliğinden, tesadüfler sonucunda ortaya çıkmasının imkansızlığını anlattıktan sonra, RNA dünyası iddiasını bütün bu sorunları ortadan kaldıran bir olasılıkmış gibi sunmuştur. Oysa RNA Dünyası tezi, evrimcilerin büyük bir çoğunluğunun dahi mantık ve imkan dışı bulduğu, bazı evrimcilerin çaresizlikten sığındıkları bir iddiadır.
(“RNA Dünyası” iddiasının geçersizliği için bkz http://www.harunyahya.org/evrim/hy_evrim_aldatmacasi/evrim10.html)
Bütün Moleküller Ellerine Hazır Olarak Verilse Dahi Canlılığı Oluşturamazlar
Scientific American dergisindeki yazının asıl amacı, Darwinistlerin çaresizlikle savunup durdukları, canlılığın yapı taşı olan nükleotidlerin ve proteinlerin kendiliğinden ve tesadüfen nasıl oluştuğu aldatmacasına bir açıklama getirebilmekti.. Dergi, evrim teorisinin bu en büyük açmazlarından birini açıklayamadığı gibi, yazı boyunca laboratuarlarda yapılan; zeki, bilgili, Nobel ödüllü profesörlerin üstün teknolojik imkanları kullanarak yürüttükleri deneylerde dahi BU MOLEKÜLLERİN HİÇBİR ŞEKİLDE OLUŞTURULAMADIĞINI GÖZLER ÖNÜNE SERMİŞTİR. Laboratuar koşullarında, her türlü teknoloji ve bilgi kullanılarak, zeki insanların tasarım ve müdahaleleriyle bile oluşturulamayan moleküllerin, doğa koşullarında, yağmurun, şimşeklerin, ultraviyole ışınlarının, volkanlardan akan lavların arasında oluşmasını beklemek, çok büyük bir akıl ve mantık çöküntüsüne işaret eder.
Dahası, Darwinistler bu molekülleri (nükleotidleri veya proteinleri) oluşturmuş olsalar bile bu evrim teorisini kurtaracak bir durum değildir. İsterlerse Darwinistlerin elinde bir okyanus dolusu protein hazır olarak bulunsun, yine de bu proteinlerden canlılığı oluşturamayacaklardır. Hatta dilerlerse bir canlı hücresini alsınlar, hücreyi oluşturan tüm parçaları, elementleri, organelleri hücrenin dışına çıkarsınlar. Ellerinde yaşam için gereken tüm elementler olsun. Hatta amino asitler tam da istedikleri gibi sol elli olsunlar, gerekli olan maddeler ne fazla ne eksik miktarda, tam gerektiği, ihtiyaç olduğu kadar olsun. Darwinist profesörler hücrenin içinden çıkarılan bu malzemeleri istedikleri gibi kullansınlar. Bunları istedikleri mutasyona uğratsınlar; ısıtsınlar, elektrik versinler, ultraviyole ışınına tutsunlar, sallasınlar, dondursunlar, tekrar çözsünler, isterlerse de milyarlarca yıl birbirlerine vasiyet edip bu karışısın başında beklesinler. Bu hazır malzemelerle dahi hiçbir şekilde hayat, tek bir hücre dahi meydana getiremezler. Hücrenin içindeki olağanüstü kompleks fabrikayı yeniden inşa edemezler. Bu bilim adamlarının bu kadar teknoloji ve bilinçle yapamadığını, şuursuz doğanın asla yapamayacağı açıktır.
Nasıl ki bir fabrikanın tüm malzemeleri hazır olsun, tahtalar, suntalar, inşaat makineleri, çimento, kum, su, tuğlalar vs., bunları bir araya getirip, işleyen, üretim yapabilen bir fabrika kurabilmek için zeki, bilgili insanlara ihtiyaç vardır. İstenirse bütün malzemeler hazır olsun, hatta ihtiyaç duyulanın 1 milyon fazlası kadar malzeme bir araya getirilsin ve bunlar kendi haline bırakılsın, milyarlarca yıl beklense dahi, bu malzemeler kendi kendilerine bir fabrika meydana getiremezler. Akıl ve bilgi olmadıkça malzemeler kompleks ve işler bir yapı oluşturamazlar. İşte bu gereken akıl ve bilgi, canlılığı yoktan var eden Yüce Allah’ın sonsuz aklı ve ilmidir.
O, gökleri ve yeri hak olarak yaratandır. O"nun "ol" dediği gün (herşey) oluverir, O"nun sözü haktır. Sur"a üfürüldüğü gün, mülk O"nundur. O, gaybı ve müşahede edilebileni bilendir. O, hüküm ve hikmet sahibi olandır, haberdar olandır. (Enam Suresi, 73)
Not:
Evrim Teorisinin Moleküler Çıkmazı hakkında detaylı bilgi için bkz: http://www.harunyahya.org/evrim/hy_evrim_aldatmacasi/evrim10.html