8 Aralık 2016 tarihine Science Dergisinde, evrimin sözde kanıtı olarak sunulan bir makale yayınlandı. Buna göre, kuzeydoğu ABD sahillerinde yaşayan yıllık balıklarının (Fundulus heteroclitus), son yıllarda artan sanayileşme ile, atıkların (aromatik hidrokarbonlar) deniz sularına karışması sonucu bir kısmının, oluşan kirlenmeye karşı evrimsel değişim süreci ile uyum sağladığı iddia edildi. Yine iddiaya göre bu sözde evrimsel süreç hızlı olarak gelişmişti ve farklı bölgelerde birbirinden bağımsız olarak tekrar etmiş ve aynı sonuca ulaşmıştı.
Yıllık balıkları, New York şehrine komşu yaklaşık 300 km’lik kıyı şeridinde yer alan 8 noktadan toplanmıştı. Balıklar zehire duyarlı ve dirençli gruplar olmak üzere eşleştirilmişti. Bu eşleşmelerde örneklemler arası uzaklık bir kaç kilometreye kadar düşüyordu. Yazıda dirençli balıklarda oluşan sözde değişimlerle, Aril Hidrokarbon reseptörlerine (AHR) bağlı sinyal yollarının etkisizleştirildiği, böylece direnç kazanıldığı öne sürülmüştü; Atlantik yıllık balıklarının bu hızlı ve öldürücü değişime karşı sözde evrim geçirerek uyum sağlamak için oldukça uygun bir yerde yaşadıkları iddia edildi.
Şimdi bu makalede yer alan tutarsızlıklara ve yanlış çıkarımlara cevap verelim.
Yukarıda da bahsettiğimiz gibi balık örneklemleri çok küçük bir bölgeden alınmıştır; hatta zehire duyarlı ve dirençli balık örneklerinin yaşadığı söylenen bölgeler birbirine çok yakındır. Bu kadar yakın yaşayan yıllık balıklarının birbirinden izole olması söz konusu değildir. Bir bölgede yaşayan balıklar bir müddet sonra diğer bölgede tespit edilebilir. İzole olmadıklarına göre örnek alınan balıklar, aslında aynı türün farklı fiziksel özellik (fenotip) gösteren bireylerinden başka bir şey değildir. Bu bize araştırmanın baştan yanlış kurgulandığının da göstergesidir. Aslında dünyanın neresinden örnek alınırsa alınsın sonuç fark etmeyecektir. Yıllık balığının her bireyi türünün tüm özelliklerini üzerinde taşır. Ama farklı bireylerin farklı fenotipleri olabilir. Bu fiziksel yansımalar da çeşitli zorluk durumlarında ölümcül sonuçlara neden olabilir.
Bunu şöyle bir örnekle açıklayabiliriz. Bir enfeksiyon olan gribe her yıl milyonlarca insan yakalanmaktadır. Bu insanlardan küçük bir oranı yaşamını yitirirken diğerleri hastalığı atlatmaktadır. Ölen insanlar, gerek bağışıklık sisteminden, gerek diğer sebeplerden kaynaklanan zayıflıkları sebebiyle bu sonuçla karşılaşırlar. Ama genel olarak baktığımızda hastalığı atlatanlar da ölenler de aynı DNA’ya sahiptir. Birbirlerinden hiç farkları yoktur. Oluşan fark ise bu genlerin okunması sonucu oluşan fenotiplerden kaynaklanmaktadır. Yaşayan insanların çocukları da aynı virüsle tekrar hasta olmaktadır. İşte yıllık balıklarında da durum benzerdir; zehire karşı dirençli olanların genetik olarak duyarlı olanlara göre üstün olduğu anlamını taşımayacaktır.
AHR Sinyal Yolları Hayati Fonksiyonlara Sahiptir
Makalede yer alan iddialardan biri, AHR sinyal yollarının duyarlı ve dirençli balıklarda farklılık gösterdiğidir. AHR işlevi, dirençli balıklarda azaltılırken, duyarlı balıklarda normal seviyede devam etmektedir. Burada evrimleştirici bir mekanizma asla yoktur. Tüm yıllık balıklarında AHR genleri mevcuttur; fark ise bu genlerin düzenlenmesinden kaynaklanmaktadır. Burada önemli noktalardan biri şudur; AHR sinyal yolları bir çok hayati hücresel faaliyetin devamından da sorumludur. Bağışıklık sistemi, hücre bölünmesi, hipoksi alarmı bunlardan bazılarıdır. Zehire karşı koruma sağlarken bunun dengeli yürütülmesi de gereklidir. Çünkü AHR yolunun kapatılması demek, hayati diğer fonksiyonların aksaması ve ölüm olacağından çok hassas ayarlanması gereklidir. Bunun başarılabilmesi de ayrıca bir akıl gerektirir.
Hızlı ve Tekrarlayan Bir Değişim Sözde Evrim Mantığına Aykırıdır
Evrimcilerin temel iddiası, tesadüfe dayalı ve uzun zaman içinde meydana gelen mutasyonlar sonucu yeni özelliklerin canlılara eklendiği şeklindedir. Bu şekilde canlının basitten komplekse doğru gelişim gösterdiği gösterilmiş olmalıdır ki evrimin varlığı kanıtlanabilsin. Oysa yıllar içinde canlılığın bu şekilde yavaş değişimlerle ortaya çıktığını gösteren tek bir kanıt dahi bulunamamıştır; böyle bir gelişimde canlının ilk hali ile son hali arasında bir çok ara form bulunmalıdır. Ancak bu güne kadar incelenen 600 milyondan fazla fosil içinde bir tane bile ara form yoktur. Bir türe ait canlı, o türe ait her özelliği üzerinde taşır şekilde, tastamam ve bir anda fosil kayıtlarında belirmekte, milyonlarca yıl varlığını ve özelliklerini devam ettirmektedir. Karşılaştığı doğa şartları yaşamasına izin vermemişse türü yok olmakta ya da günümüze kadar varlığını sürdürmektedir.
Her biyolojik olayı, sözde evrim ile izah etmek zorunda hisseden evrimciler, iddialarına ters bir bilimsel bulgu ile karşılaştıklarında dahi yine bunu evrimi reddetmeyecek şekilde açıklama eğilimine girerler. Bu da evrimci mantığın bilimsel değil ideolojik yapısını görmemizi sağlar. Canlının bir anda ortaya çıktığını gören bir insan, evrimin olmadığını, canlının Yaratılışla ortaya çıktığını kabul etmesi gerekir. Ama evrimci, bu durumda, o canlının varoluşunu “hızlı evrim, sıçramalı evrim” terimleri ile açıklar. Bu tanım başta söylediğimiz gibi evrimin temel mantığı ile tamamen çelişir. Uydurulan bu terimlerin içi boştur; canlının nasıl ortaya çıktığının mekanizmasından hiç bahsetmez; zaten bahsedemez de. Çünkü açıklayabileceği bir mekanizma yoktur; canlı yaratılmıştır.
Diğer bir uydurma terim de “tekrarlayan evrim” dir. Yine evrim mantığında, eğer iki canlı ortak bir özellik taşıyorsa ortak bir atadan türemiş olmalıdır. Ancak buna aykırı sayısız örnekle karşılaşılır. Benzer bir evrimci açıklama da “convergent (tek bir noktaya ulaşan) evrim” tanımlamasıdır. Buna göre farklı özelliklere sahip canlıların zamanla ortak bir özellik gösterdiği iddiasıdır. Evrim, canlıların ortak bir atadan zamanla çeşitlenip farklılaştığını (divergent) savunurken, “convergent” bir yapıyı savunmak da aslında kendi kendini çürütmesi demektir. Örneğin, Richard Dawkins gözün birbirinden bağımsız olarak 40 ayrı kez evrimleştiğini söyler. Göz ve görme gibi kompleks bir sistemin bir kez bile tesadüfler sonucunda nasıl ortaya çıktığını açıklayamayan bir teorinin, bu imkansızlığın 40 kez tekrarlandığını söylemesi, kendi kendini daha büyük bir çıkmaza sokması demektir. Görme gibi muazzam bir sistemin 40 ayrı zamanda ve farklı canlılar üzerinde belirmiş olmasının tek bir açıklaması vardır; Yaratılış. Aslında ise ne “divergent” ne de “convergent” yapılanma yoktur; canlıların zamanla değişeme uğradığını gösteren tek bir kanıt dahi bulunmamıştır. Evrimciler, ideolojilerinin bir gereği olarak bu zorluğu, “tekrarlayan evrim” diye geçiştirmek zorundadırlar.
Bu makaleye bakacak olursak; yıllık balıklarının New York bölgesinde son 30-40 yıl gibi kısa bir süredir oluşan kirliliğe gösterdiği uyumun “hızlı ve tekrarlayan evrim” olarak gösterilmesi de başka bir mantık hatasıdır. Buradaki uyum, evrim değil adaptasyon örneğidir. Canlı, zaten genetik olarak sahip olduğu bir özelliğini kullanacağı bir ortamla karşılaşmıştır. Eğer bu balıklar, kirlilikle karşılaştıkları anda bu zorlu durumla başa çıkabilecek fiziksel yapıya sahip değillerse ölecek, sahiplerse yaşamlarına devam edebileceklerdir.
Adaptasyon ve Varyasyon Evrime Delil Değildir
Canlılarda bir çok örneği ile karşılaştığımız değişik doğa şartlarına uyum gösterme durumunu, evrimci çevrelerin her fırsatta Darwinist propaganda malzemesi olarak kullanma gayretiyle karşılaşmaktayız. Bir tür içinde bireylerin doğuştan bazı küçük farklar göstermesi anlamına gelen varyasyon, DNA’da olan değişikliklerden değil, var olan genlerin çalışma hızı farklılıklarından kaynaklanır. Mesela, büyüme hormonuna ait genin fazla çalışması, o kişinin daha uzun ve yapılı olmasını sağlar; az çalışması ise kısa boylu olmasına sebep olur. Melanin pigmenti üreten hücreler, yoğun üretim yaparsa ten rengi koyu; az üretim yaparsa ten rengi açık olur. Görüldüğü gibi DNA hepsinde aynı dizilime sahiptir. Sözde evrime kesinlikle bir delil olamaz.
Adaptasyon ise, genlerin izin verdiği sınırlar içinde, değişen doğa şartlarına uyum gösterebilme yeteneğidir. Beyaz tenli bir insan güneşe maruz kaldığında ciltteki hücreler daha fazla melanin üretmeye başlayarak cildi zararlı güneş ışınlarından korumaya çalışırlar; cilt koyulaşır. Güneş etkisi ortadan kalkınca hücreler eski üretme hızına geri döner ve ten rengi açılır. Aynı şekilde, ağırlık kaldıran bir sporcunun kas hücrelerinde protein miktarı artarak zamanla güçlenir. Bu şekilde belki 3-4 kat daha fazla ağırlık kaldırabilir hale gelir. Ama çocukları güçlü kaslara sahip şekilde doğmayacaktır, çünkü genlerinde bir değişiklik olmamıştır. Eğer doğa şartları canlının değişim sınırlarını aşarsa sonu ölüm olur; hiç bir şekilde beklemeye zaman yoktur. Bir balığı denizden çıkarırsanız en fazla 3-5 dakika sonra tekrar suya dönmezse ölecektir. Bunu ne kadar tekrar ederseniz edin, karada yaşamaya alışamaz; sonraki nesiller de daha fazla su dışında kalma yeteneğine sahip olmayacaktır. Hele zamanla akciğer geliştireceğini iddia etmek, o kişinin aklını sorgulamayı gerektirir.
Halbuki uyum sağlama yeteneği, Yaratılıştaki mükemmelliğin göstergelerinden biridir. Değişen doğa şartlarına organizmada meydana gelen değişikliklerle cevap verebilmek, o canlının hücrelerinde Allah’ın aklının tecelli ettiğinin kanıtıdır. Melanin üretimini artırma kararını kim vermiştir; dahası güneşin zararlı etkiye sahip olduğu bilgisine nasıl sahip olabilir? Ya da yıllık balıklarının değişen ölümcül ortama göre metabolizmasını ayarlayan güç, hücrelerin neresindedir? Kapkaranlık ortamda, çevrede yer alan değişikliklerden haberdar olarak bazı metabolik yolları daha aktif hale getirmek, bazılarını ise daha yavaş çalışır hale getirmek, ancak her an bir aklın kontrolü altında gerçekleşebilir.
Sonuç
Görüldüğü üzere yıllık balıklarının olumsuz şartlara uyum yeteneğinin, evrime kanıt olacak bir yanı yoktur. Hayat şartlarına uyum gösterecek şekilde yaratılmamız, Allah’ın bizlere ve tüm canlılara lütfudur.
Yaratan, hiç yaratmayan gibi midir? Artık öğüt alıp düşünmez misiniz? Eğer Allah'ın nimetini saymaya kalkışacak olursanız, onu bir genelleme yaparak bile sayamazsınız. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Nahl Suresi, 17-18)
Kaynak