Bilim ve Teknik dergisinin Mart 2003 tarihli sayısında "Sincap Evrimi Coğrafyayı İzlemiş" başlıklı bir yazı yayınlandı. Yazıda Science dergisinde yayınlanan ve çeşitli sincap türlerinin DNA örneklerine dayanılarak ortaya konan evrimci yorumlara yer veriliyordu. Kısa haberde sincap biyoçeşitliliğinin, yerküredeki kıtasal hareketlilikle yakından ilgili olduğu öne sürülüyordu. Buna göre Güney Amerika sincaplarının ancak kıta Kuzey Amerika’yla birleştiğinde ortaya çıkıp yayıldıkları iddia ediliyordu. Benzer şekilde Güneydoğu Asya’da yükselen deniz yüzeylerinin, önce tek takım halinde yaşayan ağaç sincaplarının küçük topluluklara bölünmesine, ve bunların daha sonra farklı türler haline gelmesine neden olduğu anlatılıyordu. Yazının ilk cümlesi bu iddiaların dayandığı bakış açısını hemen ele veriyordu: "Sincaplar, evrim araştırmaları için son derece uygun hayvanlar". Bu yazıda söz konusu evrim iddiasının temelsizliği gözler önüne serilecektir.
Science dergisindeki yazıda ABD’nin North Carolina eyaletindeki Duke Üniversitesi Biyoloji Bölümünden John Mercer ve V. Louise Roth isimli araştırmacılar, söz konusu iddialarını "Senozoyik Global Değişimin Sincap Filojenisi Üzerindeki Etkileri" başlıklı yazıda gündeme getirmektedirler. Yazarlar 273 sincap türü arasında bağlantılar kurup bunlara dayalı bir evrim ağacı oluşturduklarını, daha sonra tarihte önemli jeolojik ve iklimsel değişikliklerin zamanlarını kaydettiklerini belirtmektedirler. Ve oluşturdukları ağacın dallarının, jeolojik ve iklimsel değişikliklere paralel şekilde çıktığını iddia etmektedirler.
Dünya çapında evrim taraftarı birçok biyolog canlıların sözde evrimsel kökenlerini canlıların DNAlarında aramakta ve edindikleri DNA örnekleri arasında evrim teorisinin öngörülerine dayalı çıkarımlar yapmaktadırlar. Sincaplarla ilgili çalışma da bunun örneklerinden biridir.
Ancak evrimcilerin DNA analizlerinden yaptıkları çıkarımlar çoğunlukla ön yargılarına dayalıdır. Bu çıkarımlar üç aşamadan sonra ortaya çıkar: Öncelikle kişinin ‘inancı’ etkilidir. Yöntemi belirleyen de bu inançtır zaten. Evrim biyologları yeryüzünde yaşayan milyonlarca canlı türünün ortak bir atadan evrimleştiğine tartışmasız bir şekilde inanmışlardır. Canlılar arasındaki benzerlikleri bu çerçevede ele alır ve benzer canlıların da birbirlerine evrimsel akraba olduklarını varsayarlar. Bu doğrultuda bir canlının türleri, örneğin sincapların 273 türü bu hayali süreç içinde evrimleşmiş kabul edilir. Canlılığı bu dogma doğrultusunda inceleyen araştırmacı ikinci aşamada incelenmek istenen canlının DNA örneklerini elde eder. Üçüncü aşamada örnekler arasındaki benzerlikler çıkarılır ve bunların hayali evrim sürecinde gerçekleşme oranları tahmin edilir.
Görüldüğü gibi herşey evrimin ‘kayıtsız şartsız’ gerçek olarak benimsenmesi üzerine kuruludur. Bu varsayımla hareket eden evrim biyologları 1965 yılında ortaya atılan moleküler saat hipotezine dayanan hesaplamalar yaparlar. Moleküler saat türlerin evrimle ortaya çıktığını dogma olarak benimseyen bir tür analiz yöntemidir. Canlılardaki nükleotid ve protein dizilimlerinde meydana gelecek mutasyonların belli zaman aralıklarıyla gerçekleşeceğini, dolayısıyla günümüzde DNA örnekleri arasındaki farklılıklara bakılarak sözde evrimsel geçmiş hakkında bilgiler edinilebileceğini varsayar. Küçük farklılıkların rasgele mutasyonlarla gerçekleştiği ve günümüzdeki türlerin de bu ‘hayali’ mutasyonlar sonucunda evrimleştiği kabul edilir.
Oysa genetik bilimi rasgele mutasyonların hiçbir evrimleştirici rolü bulunmadığını ispatlamıştır. Evrimciler milyonlarca farklı canlının sözde evriminin rasgele mutasyonlarla ortaya çıktığını kabul etmektedir. Ancak bir bakteri ile insan arasında çok fazla genetik bilgi farkı bulunmaktadır. İnsan gibi kompleks bir canlının DNAsında bulunan yüklü miktardaki bilginin nasıl olup da tesadüflerle ortaya çıkmış olabileceği sorusuna vekrecek hiçbir yanıtları bulunmamaktadır. Kaldı ki mutasyonlar etkili oldukları zaman daima zararlıdırlar. Laboratuvarlarda mutasyona maruz bırakılan canlılar ya sakat ya ölü doğmuştur. Organizmaların DNAsına bilgi ekleyerek onları daha kompleks canlılara dönüştüren hiçbir mutasyon örneği bulunmamaktadır.
Moleküler saat hipotezi evrimciler arasında bile tartışmalı olmasına rağmen evrim biyologları hipotezin doğruluğunu sorgulamaksızın onu çalışmalarında bir kanun gibi uygularlar. Chicago Üniversitesi’nin internet sayfasında yer verilen bir çelişkisi, moleküler saat kabullerinin tutarsızlığını açıkça göstermektedir. Bu çelişki, plasentalı memelilerin kökenine dair evrimsel tarihlendirmelerde ortaya çıkan anlaşmazlığı göstermektedir. Evrimci paleontologlar, fosil bulgularına dayanarak, plasentalı memelilerin 65 milyon yıl önce ortaya çıktığını iddia ederler. Genetik analize dayanan evrimciler ise bunun 130 milyon yıl önce gerçekleşmiş olması gerektiğini savunurlar (1). Aradaki fark son derece büyüktür ve bu konuda evrimci moleküler biyologlar ile paleontologlar birbirlerini suçlamaktadırlar.
Science dergisindeki sincap çalışmasında kullanılan yöntem de bu ön yargılı yönteme dayalıdır.
Dahası moleküler saat yöntemlerinde başvurulan istatistiksel tekniklerle ilgili de tutarsızlıklar bulunmaktadır. Texas Üniversitesi’nin internet sayfasında yayınlanan ve "Bir Moleküler Saatten Sapmanın Hesaplanması" başlığını taşıyan istatistiksel incelemenin sonuç bölümünde, Science dergisindeki çalışmada araştırmacıların başvurduğu iki istatistiksel yöntemin (Maximum Likelihood-ML ve Maximum Parsimony-MP) oldukça hatalı bulunduğu belirtilmektedir (2) (Moleküler saat analizlerinde yaygın olarak başvurulan mitokondriyalDNA çalışmaları da somut bilimsel engellerle karşı karşıyadır. Bu konuda daha detaylı bilgiler edinmek için "Hürriyet Bilim’in Moleküler Saat Yanılgısı" başlığını taşıyan yazımızı okuyabilirsiniz)
Kısacası yeryüzündeki sincap türleri arasında kurulan evrimsel akrabalık senaryosunun bilimsel bir değeri yoktur, çünkü bu senaryoyu oluşturmakta kullanılan yöntemler güvenilmezdir. Diğer yandan sincapların kafatasları üzerinde yapılan analizler de bu canlıların evrimi senaryolarının ‘zorlama’ olduğunu göstermektedir. ABD’nin Ulusal Bilim Derneği’nin Austin’deki Texas Üniversitesi’nde kurulu dijital kütüphanesinde sincap kafataslarının hiçbir değişime uğramadan geldiği bu yüzden sincapların "yaşayan fosiller" olarak adlandırılabileceği ifade edilmektedir.(3) Bilim ve Teknik dergisinin evrimle açıklamaya çalıştığı sincapların, milyonlarca yıldır hiçbir değişime uğramadığı anlaşılan fosillerinin bulunması derginin iddialarının temelsiz olduğunu göstermektedir. Eldeki somut fosil bulguları tamamen bir yana bırakarak, günümüzde yaşayan sincapların DNAlarına bakarak sadece önyargıya dayalı spekülasyonları ‘bilim’ olarak gösterilmesi burada son derece çarpık bir yaklaşımın varlığına işaret etmektedir.
Sonuç:
Bilim ve Teknik dergisi sincapların kökeni hakkında somut bulguları tamamen gözardı edip bilimsel geçerliliği olmayan analiz yöntemlerine dayanmaktadır. Evrim teorisini savunmak adına böyle bir yaklaşım sergilenmesi derginin körükörüne Darwinizm’e bağlı olduğunu bir kez daha göstermektedir. Derginin kabullenmesi gereken gerçek kısaca şöyle özetlenebilir: Hayatın kompleksliği rasgele mutasyon ve doğal seleksiyonla açıklanamamıştır. Hayatın bilgisi DNA’da tesadüflerle birikemez. Canlılığın tesadüflerle açıklanamayacak kadar kompleks kökeni, fosil kayıtlarındaki durağanlık ve daha sayısız kanıt canlılığın yaratıldığını ispatlamaktadır.
1 http://www-news.uchicago.edu/releases/99/990224.mammals.shtml
2 http://www.cs.utexas.edu/users/nakhleh/Papers/stretch.pdf
3 http://digimorph.org/specimens/Sciurus_niger/