Şart-ı muallak aldatmacası
ucgen

Şart-ı muallak aldatmacası

12239
Bediüzzaman Said Nursi Hicri 13. asrın büyük müceddididir. Risale-i Nur gibi önemli bir külliyat meydana getirmiş, eserlerinde pek çok konuda İslam ümmetini aydınlatacak bilgiler ve müjdeler vermiştir. Bediüzzaman eserlerinde, risalelerin küçük büyük, cahil ya da bilgili her kesimden insanın anlayabileceği şekilde yalın bir üsluba ve açık anlama sahip olduğunu belirtmiştir.
Ancak buna rağmen, kimi çevreler Said Nursi'nin sözlerinin ancak bazı özel bilgilere ve ilimlere vakıf olan özel kişiler tarafından tefsir edilmesiyle gerçek anlamda anlaşılabileceğini öne sürmektedir. Bediüzzaman'ın sözlerinin, okuyanlar tarafından anlaşılamayacağı ve bunların altında açık anlamından çok farklı, batıni manalar olduğunu düşünmektedirler. Bediüzzaman'ın Hz. İsa ve Hz. Mehdi konusundaki açık müjdeleri de bu bakış açısıyla tefsir edilmektedir. Said Nursi, bu mübarek şahısların kendisinden sonraki bir dönemde geleceklerini tarih vererek ve yapacakları faaliyetleri de çok detaylı ve açık bir şekilde anlattığı halde, Bediüzzaman'ın bu sözlerinin gerçekleri yansıtmadığı iddia edilmektedir. Bu iddianın desteklenebilmesi için ortaya atılan yanlış tefsir ve yorumlardan biri de “şartı muallak aldatmacası”dır.
ŞARTI MUALLAK ALDATMACASI NEDİR?
Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin gelişinin tevil edilebilmesi için öne sürülen şartı muallak aldatmacasına göre; Bediüzzaman'ın geleceğe yönelik olarak verdiği bilgilerin ancak belirli şartlar biraraya geldiğinde gerçekleşebileceği, bu şartlar oluşmadığında ise beklenen olayların da geçersiz hale geleceği öne sürülmektedir. Bu bakış açısının desteklenmesi için ise, Bediüzzaman'ın Lemalar adlı eserindeki bir sözü farklı şekillerde tefsir edilmektedir. Bediüzzaman'ın bu sözlerinde anlatılanlara göre, İslam ulemasından bazı kişiler, o dönemde Ramazan’da Müslüman alemi için bir kurtuluş göründüğünden bahsetmişler ancak sonuçta böyle bir olay gerçekleşmemiştir. Bu durumun sebebi kendisine sorulduğunda ise Said Nursi, ulemaların beklediği bu olayın, gereken şartlar oluşmadığı için vuku bulmadığını söylemiştir. Bediüzzaman'ın konuyla ilgili açıklaması şöyledir:
“Kardeşlerimizden Çaprazzade Abdullah Efendi gibi bazı âdemler (insanlar), ehl-i keşiften (zahir hislerle bilinmeyen hakikatleri Allah'ın lütuf ve ihsanıyla bilen veliler) rivâyeten bu geçen Ramazanda Ehl-i Sünnet ve Cemaat için bir ferec (rahatlama, sıkıntıdan kurtuluş) ve bir fütuhat (fetih) olacağını haber verdikleri halde zuhur etmedi. Böyle ehl-i velâyet ve ehl-i keşif, neden hilaf-ı vaki' (gerçekleşene zıt, vukuu bulana aykırı) haber veriyorlar? diye benden sordular. Ben de birden sünuhat kabilinden (kalbe gelen mana) olarak verdiğim cevabın muhtasarı (özeti) şudur:
Hadîs-i şerifte vârid olmuştur ki: "Bazan bela nâzil olur (iner); gelirken karşısına sadaka çıkar, geri çevirir.” (El-Hâkim, el-Müstedrek, 1: 492) Şu hadîsin sırrı gösteriyor ki: Mukadderat (kader), bazı şeraidle vukua gelirken (bazı şartlarla gerçekleşirken) geri kalır. Demek ehl-i keşfin muttali olduğu (haberdar olduğu) mukadderat (kader) mutlak olmadığını, belki bazı şeraid ile mukayyed bulunduğunu (bazı şartlara bağlı olduğunu) ve o şeraidin vuku bulmamasıyla (o şartın gerçekleşmemesiyle) o hâdisenin de vukua gelmemesidir. Fakat o hâdise, ecel-i muallak (hükmü verilmemiş zamanı belli olmayan ecel) gibi Levh-i Ezelî'nin bir nevi defteri hükmünde olan [Levh-i Mahv-ı İsbat]'da mukadder (kader) olarak yazılmıştır. Gâyet nadir olarak Levh-i Ezelî'ye kadar keşif çıkar. Ekserisi oraya çıkamıyor. İşte bu sırra binaen, geçen Ramazan-ı Şerifte ve bu Kurban Bayramında ve daha başka vakitlerde istihraca binaen veya keşfiyat nev'inden verilen haberler, muallak oldukları şeraidi (şartları) bulamadıkları için vukua gelmemişler (gerçekleşmemişler) ve haber verenleri tekzib etmiyorlar (yalanlamıyorlar, inkar etmiyorlar). Çünkü mukadder imiş, fakat şartı gelmediği için o da vukua gelmemiş (gerçekleşmemiş). Evet Ramazan-ı Şerifte bid'aların ref'ine (sonradan dine sokulan adetlerin kaldırılmasına) Ehl-i Sünnet ve Cemaatin yaptıkları ekseriyetle hâlis duaları bir şart ve bir sebeb-i mühim (önemli sebep) idi. Maateessüf câmilere Ramazan-ı Şerifte bid'alar (Dinin özüne ters olan, sonradan dine sokulan âdetle) girdiğinden, duaların kabulüne sed çekti ferec (kurtuluş) gelmedi. Nasılki sâbık hadîsin (geçmiş haberlerin) sırrıyla: Sadaka, belayı ref' eder (kaldırır). Ekseriyetin hâlis duası da ferec-i umumîyi (umumi ferahlığı) cezbeder. Kuvve-i cazibe (çekim kuvveti, insanda bulunan ve faydalı şeyleri çeken duygu) vücuda gelmediğinden, fütuhat da (fetih de) verilmedi. (Lemâlar, s. 104-105)
Bediüzzaman'ın bu açıklamasının, Hz. İsa ve Hz. Mehdi ile ilgili sözlerine uygulanarak, bu şahısların gelmeyeceklerine delil olarak kullanılmasının çok büyük bir aldatmaca olduğu açıkça ortadadır. Nitekim ilerleyen satırlarda ortaya konulan bilgiler dikkatle incelendiğinde, bu bakış açısının yanlışlığı ve geçersizliği kolaylıkla anlaşılacaktır:
BEDİÜZZAMAN’IN HZ. İSA VE HZ. MEHDİ İLE İLGİLİ MÜJDELERİ, “ŞARTI MUALLAK ALDATMACASI”YLA TEVİL EDİLEMEZ
1- Bediüzzaman'ın bu konuda yaptığı açıklama, İslami edep anlayışının bir gereğidir
İslam ulemasından birkaç kişi o dönemde İslam ümmetine yönelik bir kurtuluş olabileceğine dair bir hüsn-ü zanda bulunmuşlardır. O şartlarda kendilerinde bir güç ve imkan görmüşler, böyle bir olayı gerçekleştirebileceklerine dair ümitvar olmuşlardır. Ve bu doğrultuda da, ‘İslam ahlakı şu dönemde gelişecek’ şeklinde kanaat bildirmişlerdir. Ancak olaylar bekledikleri ve hüsn-ü zan ettikleri şekilde gerçekleşmediği için söz konusu kurtuluş da oluşmamıştır. Allah kaderde bu şekilde takdir etmiştir ve bu sebeple de bu olay gerçekleşmemiştir. Bediüzzaman'ın bu konuda yaptığı açıklama da, bu gerçeği dile getirir niteliktedir.
Bediüzzaman, İslam ahlakının ve islami edep anlayışının bir gereği olarak, ulemanın hüsn-ü zannına karşı böyle bir açıklama yapmıştır. Bediüzzaman'ın aynı İslami edep anlayışı aşağıdaki sözünde de açıkça görülmektedir:
Çok defa mektuplarımda işaret ettiğim gibi, Hz. Mehdi Al-i Resul’ün (Peygamberimiz (sav)'in soyundan gelen Hz. Mehdi'nin) temsil ettiği kudsi (mukaddes, kutsal) cemaatinin şahsı manevisinin üç vazifesi var. Eğer çabuk kıyamet kopmazsa ve beşer (insanlar) bütün bütün yoldan çıkmazsa, o vazifeleri onun cemiyeti ve seyyidler cemaati (Peygamberimiz (sav)'in soyundan gelenlerin) yapacağını rahmet-i İlahiyeden (Allah’ın rahmetinden) bekliyoruz... (Emirdağ Lahikası, s. 259)
Bediüzzaman bu sözünde “eğer çabuk kıyamet kopmazsa ve insanlık bütün bütün yoldan çıkmazsa” Hz. Mehdi'nin üç büyük görevini yerine getireceğini; inkarcı felsefeleri fikren etkisiz kılacağını, Müslümanların manevi lideri vasfıyla İslam Birliği’ni sağlayacağını, Kuran ahlakının hakimiyetine vesile olacağını söylemiştir. Said Nursi de, elbette ki Allah'ın Kuran'da çok açık bir şekilde İslam ahlakını tüm dünyada hakim kılacağını vadettiğini ve Allah'ın dilemesiyle bu vaad gerçekleşmeden önce kıyametin kopmayacağını bilmektedir. Allah Nur Suresi, 55. ayetinde şöyle buyurmaktadır:
Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va'detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca Bana ibadet ederler ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkar ederse, işte onlar fasıktır. (Nur Suresi, 55)
Bediüzzaman bu ayetin ve Kuran'daki Allah'ın bu vaadini bildiren diğer ayetlerin hükmünü çok iyi bilmektedir. Bu nedenle beşerin bütün bütün yoldan çıkmayacağını, kıyametin bundan önce kopmayacağını Allah'ın izniyle bilmektedir. Ancak İslami edep gereği, bir şey söylenirken Allah'a karşı büyük bir söz etmemek için bu üslubu kullanmakta, bu ihtimalleri de şart olarak saymaktadır. Bu, Allah-u Alem (En doğrusunu Allah bilir) denmesi gibi Allah'a karşı duyulan saygıdan söylenmiş bir sözdür.
Yoksa Kuran ile müjdelenen bu vaadi Peygamberimiz (sav) de hadisleriyle belirtmiştir. Hz. Mehdi'nin bundan önce bu görevleri yerine getireceği de yine hadislerle bildirilmiştir.
Dolayısıyla bu şekilde iyi niyetle, İslami edep ve imani saygı gereği söylenmiş bir sözü yanlış yorumlayarak bundan farklı anlamlar çıkarmak hiçbir şekilde doğru bir yaklaşım değildir. Bediüzzaman İslam ulemasından kişilerin sözlerini açıklarken de yine aynı buradaki gibi, Allah'a karşı saygı dolu üslubunu kullanmıştır.
2- Allah'ın bir mucizesi olarak, Bediüzzaman'ın geleceğe yönelik olarak verdiği tüm haberler, bildirildiği şekilde gerçekleşmiştir
Bediüzzaman, Allah'ın bir lütfu olarak eserlerinde geleceğe dair birçok önemli haber vermiştir. Allah gerçekleşecek birçok olayı kendisine ilham etmiş ve ileriye yönelik tahminleri mucizevi şekilde doğru çıkmıştır.
Neredeyse yarım asır önce yaşamış olmasına rağmen, dünya üzerinde yaşanacak olan siyasi gelişmeler, İslam aleminin geleceği ve çeşitli ülkelerin karşı karşıya kalacakları bazı durumlarla ilgili önemli detaylar vermiştir. Örneğin 1971 yılında meydana gelen sosyal olayları yirmi yıl öncesinden haber vermiş ve söyledikleri eksiksizce gerçekleşmiştir (Şualar, sf 260). İslam dünyasının durumu ve geleceğine dair konuşma yaptığı 1951 yılındaki ünlü Şam Hutbesi’nde ise Bediüzzaman, 1981, 1991 ve 2001 yıllarında meydana gelecek olan önemli olaylara işaret etmiş ve bu büyük olaylar da aynı Bediüzzaman’ın söylediği şekilde vuku bulmuştur (Hutbe-i Şamiye, sf. 27). Yine yıllar önce, kimsenin hayal bile edemeyeceği, kendi zamanından neredeyse 80 sene sonra vuku bulan “komünizmin yıkılması” olayını da bir Rus askerine açıklamıştır (Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Sait Nursi, s.144, Nesil Yayınevi). Bediüzzaman ayrıca ileride bir Avrupa Birliği’nin oluşacağını da yine önceden haber vermiştir (Emirdağ Lahikası, sf. 499) (Münazarat, sf. 107).
Bediüzzaman aynı şekilde öleceği tarihi, ölümünden bir süre sonra kendi mezarının yıkılacağını ve ayrıca bu olayın hangi tarihte gerçekleşeceğini de 1921 yılında, Lemaat adlı eserinde yazdığı bir şiir ile haber vermiştir (Mektubat, sf. 89). Said Nursi, bu şiirinde işaret ettiği gibi, Hicri 1379 yılında vefat etmiştir. Yine şiirinde belirttiği gibi ölümünden bir süre sonra, Hicri 1380 yılında mezarı yıkılmış ve mübarek bedeni başka bir yere nakledilmiştir.
Tüm bu bilgiler göz önünde bulundurulduğunda, Bediüzzaman gibi Allah'ın üstün bir ilim ve feraset ile desteklediği böyle değerli bir İslam aliminin, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin gelişi hakkında Peygamberimiz (sav)'in hadislerine dayanarak verdiği haberler de kuşkusuz ki büyük önem taşımaktadır.
3- Müslümanlar gereken çabayı göstermediklerinde de, Bediüzzaman'ın haber verdiği olaylar, Allah'ın izniyle gerçekleşmiştir
Bediüzzaman'ın sözlerini şartı muallak düşüncesiyle yorumlayan kimseler, her olayın gerçekleşmesinin şartı muallaka bağlı olduğunu öne sürmektedirler. Bediüzzaman'ın verdiği müjdeleri, ‘biz çaba gösterirsek bir olay olur; çaba göstermezsek olmaz’ mantığıyla değerlendirmektedirler. Oysa ki Bediüzzaman'ın gerçekleşeceğini önceden haber verdiği haberlerde şartı muallak söz konusu olmamıştır. Bediüzzaman 1971’de bazı karışıklıklar yaşanacağını bildirmiş, olaylar tam belirttiği şekilde gerçekleşmiştir. Yine 1980’de İslam ahlakına yönelik bir gelişme dönemi olacağını bildirmiş, bu da tam haber verdiği gibi oluşmuştur. Bunların ve benzeri olayların hiçbiri şartı muallaktan dolayı gerçekleşmemiştir. Müslümanlar bu dönemde gerekli şartları oluşturmamış, gereken çabayı tam göstermemişlerdir ama Allah yine de bu sonucu yaratmıştır. Hiç kuşkusuz ki Yüce Allah dilediği anda, dilediği şeyi, hiçbir çaba gösterilmese de, hiçbir şarta bağlı olmadan yaratmaya kadirdir. Dolayısıyla bu olayların hiçbiri şartı muallak ile gerçekleşmemiştir. Allah dilemiş ve yaratmıştır.
4- Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin gelişi, şartı muallak konusuyla tevil edilebilecek bir konu değildir; Kuran ayetleriyle ve Peygamberimiz (sav)'in hadisleriyle bildirilmiştir
Burada gözardı edilmemesi gereken bir başka önemli konu ise, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin gelişlerinin sadece bir hüsn-ü zandan ya da sadece Bediüzzaman'ın bildirdiği bir olaydan ibaret olmamasıdır. Bu iki önemli şahsın ahir zamanda ortaya çıkacakları bundan yaklaşık 1400 sene önce Allah'ın ilhamıyla Peygamberimiz (sav) tarafından İslam ümmetine müjdelenmiştir. Dolayısıyla bu iki şahsın ancak belirli gayret gösterildiği takdirde geleceklerini, aksi takdirde ise bu müjdelerin gerçekleşmeyeceğini söyleyebilmek hiçbir şekilde mümkün değildir. Böyle bir yaklaşım hem Kuran ayetleriyle hem Peygamberimiz (sav)'in hadisleriyle hem de tüm Ehl-i sünnet alimlerinin izahlarıyla açıkça çelişecek bir bakış açısıdır.
Nur Suresi’nin 55. ayetinde bildirildiği gibi, İslam ahlakının hakimiyeti Allah'ın bir vaadidir. Rabbimiz bu vaadini muhakkak yerine getirecektir. Ayrıca Kuran'da, mümin toplulukların mutlaka başlarında bir lider bulunduğu bildirilmektedir. Her peygamber, nebi veya elçi, gönderildikleri topluma önderlik yapmıştır. Tarih boyunca tüm örneklerinde görüldüğü gibi, ahir zamanda İslam ahlakının hakimiyet döneminde de Müslümanların başlarında onlara yol gösterecek bir liderleri mutlaka olacaktır. Peygamberimiz (sav)'in mütevatir hadislerinde, bu dönemde müminlerin liderinin “Hz. Mehdi” olacağı haber verilmiştir. Peygamber Efendimiz (sav) sahih hadisleriyle Hz. Mehdi'nin ahlakı, fiziksel özellikleri, faaliyetleri, hizmetleri ve dünyada bırakacağı etki hakkında çok detaylı bilgi vererek bu mübarek şahsın gelişini kesin bir biçimde İslam ümmetine müjdelemiştir.
Hz. İsa'nın Allah Katına yükseltildiği ve dünyaya ikinci kez geleceği ise, Kuran ayetlerinde, sahih hadislerde ve büyük İslam alimlerinin eserlerinde yer alan bir gerçektir. (Detaylı bilgi için bknz Harun Yahya, Hz. İsa Ölmedi, www.hazretiisagelecek.com)
Hz. İsa'nın gelişi, sahih hadis kaynağı olan Kütüb-ü Sitte'de ve İmam Malik'in Muvatta'sı, İbn Huzeyme ile İbn Hibban'ın Sahih'leri, İbn Hanbel ve Tayalisi'nin Müsned'leri gibi en muteber pekçok hadis kaynaklarında geniş bir şekilde yer almaktadır. Bu hadislerden bazıları şöyledir:
Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Meryem oğlu İsa'nın adalet sahibi olarak inmesi yakındır... (1)

Vallahi muhakkak ve muhakkak Meryem oğlu İsa inecek, hem adil bir hakem, adaletli bir hükümdar olarak inecek... (2)
Ümmetimden birtakım insanlar, Meryem'in oğlu İsa'ya kavuşacak, Deccal ile yapacağı harbe de şahit olacaklardır. (3)
Peygamberimiz (sav)’in Hz. Mehdi'nin çıkışını müjdelediği sahih hadislerden bazıları ise şöyledir:
Dünyanın ancak bir günlük ömrü kalmış olsa, onun (Hz. Mehdi’nin) başa geçmesi için Cenab-ı Allah o günü behemehal (nasıl olursa olsun, mutlaka) uzatır. (4)
Dünyanın ömründen sadece bir gün kalsa bile, Allah (c.c.) benim ehl-i beytimden bir adam (Hz. Mehdi'yi) gönderecektir. O dünyayı, (daha önce) zulümle olduğu gibi, adaletle dolduracaktır. (5)
5- Peygamberimiz (sav), Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin gelişini, şartı muallak konusuna bağlayarak müjdelememiştir
Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin gelişiyle ilgili tüm bu olaylar Peygamberimiz (sav) tarafından müjdelenmiştir. Peygamberimiz (sav) ise hadislerinde, “bu olaylar ancak şartı muallak ile gerçekleşebilir” şeklinde bir bilgi vermemiştir. Bunların “Allah'ın kesin birer vaadi olduğunu ve Allah'ın izniyle muhakkak gerçekleşeceğini” haber vermiştir. Peygamberimiz (sav)'in böyle bir şarta bağlamadığı ve aynı zamanda da Kuran ayetleriyle de işaret edilen bu gelişmeleri Bediüzzaman'ın bir olay hakkında yaptığı bir açıklamaya binaen tevil etmeye çalışmak ve şartı muallak konusuyla bağdaştırmak kuşkusuz ki yanlıştır.
6- Bediüzzaman da “benim kanaatime göre Hz. İsa ve Hz. Mehdi gelecek” dememiştir; “Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde bildirdiğine göre Hz. İsa ve Hz. Mehdi gelecektir” demiştir
Buradaki bir başka önemli husus ise, Bediüzzaman Said Nursi'nin de, eserlerinde Hz. İsa ve Hz. Mehdi ile ilgili tüm sözlerini Kuran ayetlerine ve Peygamberimiz (sav)'in hadislerine dayandırarak açıklamış olmasıdır. Bediüzzaman bu konuda verdiği bilgiler için “bunlar yalnızca benim kanaatim ya da benim hüsn-ü zannımdan ibaret” şeklinde bir açıklama yapmamıştır. Aksine Allah'ın Kuran ayetlerinde bildirdiği İslam ahlakının hakimiyeti müjdelerini hatırlatmış, Peygamberimiz (sav)'in Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin özellikleri, faaliyetleri ve nasıl tanınabilecekleri konusundaki hadislerini açıklayarak İslam ümmetini aydınlatmıştır.
Dolayısıyla şartı muallak konusundaki sözleri doğrultusunda, Bediüzzaman'ın Hz. İsa ve Hz. Mehdi hakkındaki sözlerinin yorumlanması ve Müslümanlar gereken çabayı göstermedikleri takdirde bu iki şahsın gelmeyeceklerinin iddia edilmesinin de hiçbir mantığı yoktur. Zira Bediüzzaman bu bilgileri kendi kanaati doğrultusunda değil, sahih bilgilere dayanarak vermektedir.
7- Hz. Musa, Hz. İsa'nın gelişini, Hz. İsa da Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'in geleceğini müjdelemiştir. Hiçbiri için de şartı muallak söz konusu olmamıştır. Her biri de Allah'ın izniyle aynı müjdelendikleri şekilde müminlere bir rahmet olarak gelmiş ve kaderlerinde takdir edilen görevlerini yerine getirmişlerdir.
Hz. Musa, Hz. İsa'nın gelişini müjdelemiştir. Ancak bu mübadek peygamberin gelmesi için bir şartı muallak söz konusu olmamıştır. Allah dilediği için, kaderde vadettiği şekilde Hz. İsa gelmiş ve Allah'ın takdir ettiği görevini yerine getirmiştir. Aynı durum Peygamberimiz (sav) için de geçerlidir. İnsanların din ahlakından uzaklaştığı, kutsal kitaplarının tahrif olduğu bir dönemde Allah, vadettiği şekilde kullarına bir kurtarıcı ve yol gösterici olarak Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’i göndermiştir. Peygamberimiz (sav)'in gelişi için de şartı muallak söz konusu olmamıştır.
Ahir zamanda da aynı durum Hz. İsa ve Hz. Mehdi için geçerli olacaktır. Allah, Kuran ayetleriyle vadettiği gibi insanlara bir kurtarıcı gönderecek, İslam ahlakını yeryüzünde yerleşik kılacaktır.
8- Deccal’in, Yecüc ve Mecüc’ün çıkışı, kıyametin kopması nasıl ki ‘şartı muallak’a bağlı değilse, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin gelişi de ‘şartı muallak’a bağlı değildir
Bediüzzaman eserlerinde Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin gelişi gibi, ahir zamana ilişkin tüm İslam ümmeti tarafından gerçekleşmesi beklenen diğer gelişmelerden de bahsetmiştir. Deccal'in, Yecüc Mecüc’ün çıkışı, kıyametin kopması gibi olaylar bunlardan bazılarıdır. Bu olayların gerçekleşmesi için nasıl ki şartı muallak gerekmiyorsa, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin gelişi için de şartı muallak gerekmemektedir.
9- Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin gelişi konusunda yapılan yanlış yorumlara göre; insanlar iyi olursa Deccal'in gelmemesi, insanlar iyi olursa kıyametin kopmaması gerekirdi. Nasıl ki böyle bir durum söz konusu değilse, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin gelmemesi de söz konusu değildir
Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin gelişi konusunda öne sürülen şartı muallak düşüncesine göre, insanlar iyi olursa, gereken gayreti gösterirse bu durumda Deccal'in gelmemesi gerekirdi. Yine insanlar iyi olursa kıyametin kopmaması, insanların dünya üzerinde sonsuza kadar yaşaması gerekirdi. Halbuki insanlar iyi de olsa kötü de olsa Deccal zuhur edecektir. İnsanlar iyi de olsa kötü de olsa Yecüc Mecüc çıkacaktır. İnsanlar iyi de olsa kötü de olsa kıyamet kopacaktır. Yine aynı şekilde insanlar iyi de olsa kötü de olsa Hz. İsa gelecek, gereken gayreti gösterseler de göstermeseler de Hz. Mehdi çıkacak ve İslam ahlakı Allah’ın izniyle mutlaka hakim olacaktır.
Bunların hiçbiri için şartı muallak söz konusu değildir. Tüm bunlar Allah'ın kaderde takdir ettiği olaylardır. Ve Allah vaadini mutlaka gerçekleşeceğini bildirmektedir. Bu nedenle, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin gelişi de, bundan yaklaşık 1400 sene önce müjdelendiği şekilde Allah'ın izniyle gerçekleşecektir.
10- Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde bildirilen kıyamet alametleri bir bütündür, birbirlerinden ayrılamaz. Nasıl ki Yecüc Mecüc çıkacak, kıyamet kopacak ise, Hz. İsa ve Hz. Mehdi de bu bütünlüğün bir parçası olarak müjdelendikleri şekilde geleceklerdir. Bunların bir kısmı için şartı muallak gerekir bir kısmı için ise gerekmez denemeyeceğine göre, tümü de vadedildiği şekilde gerçekleşecektir
Şartı muallak konusu ile Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin gelmeyeceği öne sürülürken, bunun bazı konular için geçerli olup bazı konular için ise geçerli olmadığının söylenmesi hiçbir şekilde mantıklı değildir. “Şartı muallak vardır; ama bunu her yerde kullanmak olmaz” şeklinde bir düşünce son derece yanlıştır. Yecüc Mecüc’ün çıkacağını, kıyametin kopacağını söylerken, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin gelişi için ise şartı muallak’ın söz konusu olduğunu ve bu sebeple de şartlar değiştiği takdirde bu olayın da gerçekleşmeyebileceğini düşünmek samimi bir yaklaşım olmayacaktır. Kuran'da ve Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde haber verilen bilgiler ve işaretler tümüyle bir bütünlük arz etmektedir. Bunlardan bir kısmının insanların gayretine bağlı olarak gerçekleşmesi, bir kısmının ise her halükarda gerçekleşmesi söz konusu değildir. Allah takdir ettiği ve Müslümanlara müjdelediği şekilde dilediği an vaadini gerçekleştirecektir. Bu bütünlük içerisinde Hz. İsa ve Hz. Mehdi Allah'ın takdir ettiği ve bildirdiği şekilde İslam ahlakını yeryüzüne hakim edecek, Deccal ve Yecüc Mecüc Allah’ın takdir ettiği şekilde çıkacak ve kıyamet Allah'ın dilediği vakitte kopacaktır.
11- Peygamberimiz (sav), “Hz. İsa’nın ve Hz. Mehdi'nin, insanların çaba gösterdikleri değil, tam tersine, İslam ahlakından tamamen uzaklaştıkları ve gaflete daldıkları bir dönemde geleceklerini” bildirmiştir
İnsanlar hiçbir çaba göstermeseler de, gaflet içerisinde olsalar bile Hz. İsa da Hz. Mehdi de Allah'ın izniyle çıkacaktır. Nitekim Peygamberimiz (sav) pek çok hadisinde, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin tüm dünyanın büyük bir ahlaki bozulma içerisine düşeceği, insanların İslam ahlakından tümüyle uzaklaşacakları, ibadetlerini terk edecekleri hatta dinden çıkacakları bir dönemde geleceklerini bildirmiştir. Peygamberimiz (sav)'in Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin çıkışından önceki bu gaflet ve İslam ahlakından uzaklaşmayı haber verdiği hadislerinden bazıları şöyledir:
Allah apaçık inkar edilir hale gelmedikçe kıyamet kopmaz. (6)
İnsanlara bir zaman gelecektir ki Kuran-ı Kerim'in yalnız resmi, İslam'ın yalnız ismi kalacaktır. Onlar İslam'dan en uzak insanlar oldukları halde İslami isimlerle isimlenecekler, mescitleri görünüşte mamur olduğu halde hidayet yönünden harap olacaktır. (7)
İnsanlara bir zaman gelir ki Kuran-ı Kerim bir vadide, insanlar başka bir vadide olurlar. (8)
Bundan sonra birtakımı, Kuran okuyan fakat okudukları dillerinde kalan kalplerinde inanmayan insanların türeyeceği bir zaman gelecektir. (9)
İnsanlar üzerine bir zaman gelecek ki, onların hepsi Kuran okur, ibadete çalışırlar ve ehli bidatle de meşgul olurlar. Lakin bilmedikleri cihetten müşrik olurlar ve okumalarına ve ilimlerine bedel rızık alırlar ve dünyayı din karşılığında yerler. İşte bunlar, kör Deccal’in avanesi olacaklardır. (10)
Kıyamete yakın karanlık gecelerin parçaları gibi karışıklıklar olacaktır. Bu karışıklıklar içinde kişi mümin olarak sabahlayıp kafir olarak akşamlayacak, mümin olarak akşamlayıp kafir olarak sabahlayacaktır. (11)
İnsanlara bir zaman gelir ki camilerinde toplanıp namaz kılarlar. Fakat aralarında mümin bulunmaz. (12)
Hz. Huzeyfe'nin anlattığına göre, Resulullah Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Ey Huzeyfe! O günde onlar Ridde (dinden çıkmak) üzere olacaklardır... namaz da kılmayacaklardır." (13)
İnsanlar öyle bir zamanla karşı karşıya kalacaklar ki, namaz terk edilecek, yapılar uzanacak, yemin ve lanetleşmeler çok olacak, rüşvet ve zina alabildiğine yayılacak, ahiret dünyaya değişilecek... (14)
… Bunlar Kuran okuyacaklar; ama Kuran boğazlarından aşağı inmeyecek. Bunlar, okun avı delip süratle çıkıp gittiği gibi İslâm'dan süratle çıkacaklar... (15)
Peygamberimiz (sav) hadislerinde, Hz. İsa’nın ve Hz. Mehdi'nin çıkışından önce Müslümanların tembelleşeceğini, insanların gaflete dalarak Kuran ahlakından uzaklaşacaklarını bildirmiştir. Hadislerde işaret edildiğine göre bu gaflet öyle bir dereceye varacaktır ki, insanlar Hz. Mehdi'nin gelişini, faaliyetlerine başladığını ve 300 kişi kadar az sayıdaki yardımcılarıyla birlikte İslam adına büyük bir mücadele verdiklerini, inkarcıların fikir sistemlerini etkisiz hale getirerek dünyayı yerinden oynattığını dahi idrak edemeyeceklerdir. İnkar edenlerin ve Deccaliyet'in, Hz. Mehdi ve talebeleri gibi mübarek insanları ezmeye yönelik baskılarını fark edemeyecek kadar şiddetli bir gaflet ve perdelenme içerisinde olacaklardır.
İşte Hz. Mehdi böyle bir gaflet ortamı içerisindeyken çıkacak ve Hz. İsa'yla birlikte, dünya böylesine bir herc-ü merc içerisindeyken İslam ahlakının hakim olmasına vesile olacaktır. Peygamberimiz (sav)'in haber verdiği tüm bu bilgiler çok açık bir şekilde göstermektedir ki, insanlar hiçbir çaba göstermeseler, hiçbir şekilde ortam hazırlamasalar, destek olmasalar hatta tamamen gaflete dalsalar dahi Hz. İsa ve Hz. Mehdi çıkacak, Kuran ahlakı yeryüzünde yerleşik kılınacaktır.
Nitekim Peygamberimiz (sav) de hadislerinde “Müslümanlar gayret ettiği takdirde Hz. İsa ve Hz. Mehdi çıkacaktır” dememiştir. Aksine “Hz. İsa ve Hz. Mehdi insanların Kuran'ı gözardı ettikleri, dinden yüz çevirdikleri, gaflete dalıp tembelleştikleri bir dönemde geleceklerini” bildirmiştir.

BEDİÜZZAMAN HZ. MEHDİ MÜJDECİSİDİR; YAŞADIĞI ASRIN KUTBU OLMUŞ DEĞERLİ BİR İSLAM ALİMİDİR
Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi olmaması, onun değerini azaltmaz; aksine Hz. Mehdi müjdecisi olması, onun olağanüstülüğünü daha da artırır, onu daha da kıymetli hale getirir
Peygamberimiz (sav), sahih hadisleriyle haber verilen Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin gelişi yanlış birtakım yorum ve tevillerle reddedilmeye çalışılmaktadır. Bu amaçla “Hz. İsa'nın gelmeyeceği, ya da ikinci kez geldiği, gömüldüğü ve mezarının dahi olduğu”, “Hz. Mehdi'nin ise geçmişte geldiği, Hz. Mehdiliğin bir şahsı manevi olacağı ya da Hz. Mehdi'nin hiç gelmeyeceği” gibi ve Peygamberimiz (sav)'in hadisleriyle ve İslam alimlerinin açıklamalarıyla açıkça çelişen asılsız fikirler gündeme getirilmektedir. Şartı muallak konusu da, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin gelişinin tevil edilebilmesi için ortaya atılan bu yanlış mantıklardan biridir. Ancak çok açıktır ki bu ve buna benzer tüm tevillerin altında yatan çeşitli sebepler vardır. Bunlardan biri de, Hz. Mehdi'nin gelmesi durumunda, Bediüzzaman'a karşı duyulan Hz. Mehdilik hüsn-ü zannının geçersiz hale gelmesinden duyulan korkudur. Bazı çevreler Said Nursi'nin Hz. Mehdi olmadığının söylenmesinin, Bediüzzaman'a ve talebelerine zarar vermesinden ve Nur talebelerinin şevklerini kırmasından endişe etmektedirler. Oysa ki böyle bir şey hiçbir açıdan söz konusu değildir. Nitekim Hz. Mehdi'nin gelişini bekleyen pek çok Nur talebesi ve Nur cemaati olmuştur ve hepsi de çok büyük bir şevk ve azimle vazifelerini yapmışlardır. Halen de bir çok büyük Nur cemaati Hz. Mehdi'yi beklemektedir ve şevkle faaliyet halindedirler. Hiçbirinin de, ne şevkleri ne de heyecanları kırılmamıştır. Zaten eğer böyle bir şey söz konusu olacak, böyle bir beklentiyle Müslümanların şevki kırılacak olsaydı, en başta Bediüzzaman “Çünkü her zaman, her asır, kuvve-i maneviyenin takviyesine medar olacak (maneviyatlarının takviyesine vesile olacak) ve yeisten (ümitsizlikten) kurtaracak "Hz. Mehdi" manasına muhtaçtır (Hz. Mehdi müjdesine ihtiyaçları vardır). (Sözler, 343-344) Bu manada, her asrın bir hissesi bulunmak lâzımdır.” diyerek, her yüzyılın bir Hz. Mehdi'ye muhtaç olduğunu hatırlatıp insanları böyle bir beklentiye sevk eder miydi? Böyle büyük bir İslam alimi bu sözü söylüyorsa, demek ki bunda Müslümanların şevkinin kırılma ihtimali hiçbir şekilde yoktur.
Bunun yanı sıra Hz. Mehdi olmaması, Bediüzzaman'ın önemini, değerini, itibarını hiçbir şekilde zedeleyebilecek bir konu değildir. Bediüzzaman Said Nursi'nin, Hicri 13. asra damgasını vurmuş, yaşadığı yüzyılın Kutbu olmuş olağanüstü bir şahıs olduğu son derece açıktır. Bediüzzaman'ın dünya çapındaki etkisi çok açık bir şekilde görülmektedir. Biz Bediüzzaman'ı, herşeyden önce değerli bir Müslüman, büyük bir İslam alimi olduğu için seviyoruz. Said Nursi, eserleri baştan sona kerametten oluşan bir şahıstır. Bir insanın otuz yıl boyunca hapiste böyle bir eser yazmış olması, bu insanın üstünlüğünün anlaşılması için yeterlidir. Bu tek başına çok büyük bir mucizedir. Bediüzzaman, Risale-i Nur Külliyatı’nı tek bir noktaya bakarak yazan, yazması gerektiğinde ihtarla yazan, durması gerektiğinde ‘müsaade edilmedi burada durdum’ diyerek duran ve yazdıklarını kendisi de hayretle okuyan, olağanüstülüğü, harikuladeliği her halinden belli olan bir insandır. Kendi ölüm tarihini vermiş, mezarının yıkılacağını söylemiş, tüm dedikleri kelimesi kelimesine çıkmıştır. Böyle bir insanın Hz. Mehdilik ünvanı olsa da olmasa da hiçbir şey fark etmez. Büyük bir veli, yüksek bir alim ve asrının müceddidi olmuş bir şahıstır. Peygamberler, resuller gibi üstün bir insandır. Bu Bediüzzaman'ı saygıyla sevmek, gösterdiği yolu izlemek için yeterlidir.
Ayrıca Bediüzzaman, Hz. Mehdi ile bir bütündür. Eserleriyle, çalışmalarıyla, geleceği tarihten yapacağı faaliyetlere kadar her detayını vererek Hz. Mehdi'yi müjdeleyip, arkasından Hz. Mehdi'nin, Bediüzzaman'ın tam belirttiği şekilde açıkladığı özellikleri taşıyarak gelmesi büyük bir harikalıktır. Ve Hz. Mehdi'nin gelişiyle oluşacak olan bu harikalık da yine Bediüzzaman'ın olağanüstülüğünü gösteren, yine ona eklenecek olan bir güzellik olacaktır. Hz. Mehdi'nin Hicri 1400’de faaliyetlerine başlayacağını, İstanbul’dan çıkacağını, talebelerinin sayısının az olacağını, vaktinin dar olacağını, 1971’de, 1998’de, 2000’de olacak olayları, Hz. İsa'nın geleceği tarihi, inkarcı felsefelerin ne zaman tam olarak etkisiz hale getirileceğini hep tarih vererek bildirmiş, ve bunların hepsi ard arda tam Bediüzzaman'ın belirttiği şekilde gerçekleşmiş ve gerçekleşmeye de devam etmektedir. Bu gibi bir durumda, böyle bir kişinin konumu ne olur? Tüm söyledikleri aynen çıkmaktadır. Elbette ki bu, Bediüzzaman'ı daha da önemli hale getirecek, üstünlüğünü, makamını daha da iyi ortaya çıkarıp vurgulayacak bir durumdur. Tüm bunlar Bediüzzaman'ı olağanüstü üzeri olağanüstü bir insan haline getirmektedir. Bu da Bediüzzaman'ı çok sevmek ve kıymetini takdir edebilmek için bize yetmektedir. Eğer bir insan, eserleriyle, mücadelesiyle büyük bir iz bırakmış bu kadar değerli bir İslam alimini, sırf Hz. Mehdi ünvanını taşımıyor diye terk edecekse, bağlanamayacaksa, bundan dolayı şevki kırılacaksa, bu kişi zaten Bediüzzaman'ın kıymetini takdir edememiş demektir.
Unutulmamalıdır ki, Hz. Mehdi çıktığında da onu takdir edemeyenler, Hz. Mehdi olduğunu kabul etmeyenler, hakim sıfatını reddedenler olacaktır. Ancak bunların hiçbiri onun değerini, önemini düşürmeyecektir. Aynı durum Bediüzzaman için de geçerlidir.
Bunun yanı sıra, Bediüzzaman'ı seven insanların herşeyden önce onun sözlerine itimad etmeleri gerekir. Nur talebeliğinin, Bediüzzaman'a bağlılığın gereği budur. Bediüzzaman'ı seven insan, bir konuda kanaat oluştururken onun sözlerini esas alır, ona inanır ve güvenir. Eserleriyle milyonlarca insana anlattığı, tüm İslam ümmetine yön veren, yol gösteren sözlerini tevil etmeye, farklı anlamlar çıkaracak şekilde yorumlamaya çalışmaz. Onun sözlerinden zarar gelebileceğini düşünmez. Bediüzzaman'ın, Peygamberimiz (sav)'in hadislerine dayanarak delilleriyle birlikte ortaya koyduğu gerçekleri bu tür tevillerle reddetmeye çalışmak, Peygamberimiz (sav)'e ve Bediüzzaman'a duyulan sadakat, teslimiyet ve güvene hiçbir şekilde yakışacak bir davranış değildir. Hadislerde ve risalelerde bildirilen tüm alametlerin tam bildirildiği şekilde gerçekleşmekte olduğunu görmezden gelmek, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin gelişinden bu derece korku duyarak, bunu şartı muallak gibi mantıklarla reddetmeye çalışmak son derece yersizdir.
İslam Birliği oluşmamış, Hz. İsa’nın önderliğinde hıristiyanlık Müslümanlığa dönmemişken, Kuran'ın “Andolsun, Kitap Ehli'nden, ölmeden önce ona inanmayacak kimse yoktur. Kıyamet günü, o da onların üzerlerine şahid olacaktır.” (Nisa Suresi, 159) ayetinin hükmü oluşmamışken, Hz. İsa ve Hz. Mehdi birlikte namaz kılmamışken, Müslümanların manevi liderliğini kimse üstlenmemiş ve İslam ahlakı dünyada hakim olmamışken, Hz. İsa'nın da, Hz. Mehdi'nin de geçmişte çıkıp öldüklerini iddia edebilmek hiçbir şekilde mümkün değildir. Eğer Hz. Mehdi geçmişte geldi deniyorsa o zaman Hz. İsa’nın da gelmiş ve bu görevleri yerine getirmiş olması gerekirdi. Hz. Mehdi gelmiş olsaydı, bunun en açık alameti olarak İslam ahlakı tüm dünyada hakim olmuş, dinsiz akımların tümüyle yok olmuş olması gerekirdi. Bu konuları bildiren Kuran ayetleri ve Peygamberimiz (sav)'in hadisleri son derece açıktır. Eğer kişi bunlara inanmıyorsa, bunu karmaşık bir hale sokup çeşitli şekillerde tevil etmeye çalışmak yerine açıkça inanmadığını söyleyebilir. Ama eğer inanıyorsa da, ayetleri, hadislerde bildirilenleri ve Bediüzzaman'ın apaçık sözlerini hiçbir şekilde görmezden gelmemelidir.
Bediüzzaman, Hz. Mehdi olmadığını delil vererek açıklamıştır
Bediüzzaman'ı takdir edebilen ve ona bağlanıp güvenen bir insan için, bir konuya Bediüzzaman'ın ne cevap verdiği önemlidir. Kendisi Hz. Mehdi olmadığını açıkça söylemiş ve bunu, hadislerde bildirilen Hz. Mehdi alametleriyle uyuşmadığını açıklayarak delillendirmiştir. “Kendisinin Hz. Mehdi olmadığını” (Emirdağ Lâhikası, s. 266), “Hz. Mehdi'nin kendisinden bir yüz yıl sonra geleceğini” (Kastamonu Lâhikası, s. 57), “kendisinin Hz. Mehdi'nin bir eri, neferi ve öncüsü olduğunu” (Barla Lâhikası, s. 162), “eserleri ve yaptığı çalışmalar ile Hz. Mehdi'ye zemin hazırladığını” (Sikke-i Tasdik-ı Gaybî, s. 189) , “kendisinin ve Risale-i Nurlar’ın Hz. Mehdi sanılmasının ise bir hata ve karıştırma olduğunu” (Emirdağ Lahikası, s. 266) ifade etmiştir.
“Hz. Mehdi’nin ‘seyyid’ olacağını” (Tenvir, Şualar, s. 365) “kendisinin ise seyyid olmadığını” (Şualar, s. 365) (Emirdağ Lahikası, s. 247-250), “siyaset, saltanat ve diyanet aleminde üç büyük vazifeyi birarada yerine getireceğini” (Şualar, s. 456) (Şualar, s. 590) (Emirdağ Lahikası, s. 259-260), “Peygamberimiz (sav)’in halifesi ve tüm Müslümanların manevi lideri ünvanını taşıyarak İslam ahlakının esaslarını yeniden canlandıracağını” (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9), “tüm dünyaya barış ve adalet getireceğini” (Emirdağ Lahikası, s. 259) (Mektubat, s. 411-412), “‘Müceddid-i Ekber’ yani ‘en büyük müceddid’ vasfını taşıyacağını” (Tılsımlar Mecmuası, s. 168), “İslam birliğini sağlayacağını” (Emirdağ Lahikası, s. 260), “tüm İslam alimlerinin, Peygamberimiz (sav)'in soyundan gelen seyyidlerin ve tüm Müslümanların desteğini alacağını” (Emirdağ Lahikası, s. 260), “Hıristiyan dünyasıyla ittifak yapacağını” (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9), “Hz. İsa’yla birlikte namaz kılacaklarını” (Şualar, s. 493), “Kuran ahlakını tüm dünyaya yerleşik kılacağını ve tüm insanları doğru yola sevk edeceğini” (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9) (Mektubat, s. 473) ayrıntılı olarak anlatmıştır.
Bediüzzaman büyük bir İslam alimidir ancak, Hz. Mehdi'nin gerçekleştireceği görevleri yerine getirmemiştir
Bediüzzaman yaşadığı dönemde “tüm Müslümanları tek bir çatı altında toplayarak İslam birliğini oluşturmamış; tüm inananların halifesi (manevi lideri) vasfını taşımamıştır”. “Tüm dünyaya adalet ve hakkaniyet getirmemiş”, “İslam dininin tüm batıl inanç ve hurafelerden arındırılarak, Kuran ahlakının ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetinin yeniden canlandırılmasına vesile olarak İslam ahlakını tüm yeryüzüne hakim kılmamıştır”. “Müceddid-i ekber ve Hakim vasıflarına sahip olmamış”, “tüm İslam alimlerinin, Peygamberimiz (sav)'in soyundan gelen seyyidlerin ve tüm Müslümanların desteğini almamıştır. Hz. İsa’nın ikinci kez yeryüzüne gelişine şahit olmamış ve onunla birlikte Deccal'e karşı mücadele vererek Deccal’in fikir sistemini (materyalist, Darwinist ve ateist felsefeyi) yok etmemiştir. Hadislerde haber verildiği gibi Hz. İsa'yla biraraya gelerek yedi sene birlikte hüküm sürmemişler ve Bediüzzaman'ın da eserlerinde hadislere dayanarak belirttiği şekilde Hz. İsa'yla birlikte namaz kılmamışlardır.”
Bediüzzaman, hayatını Kuran ahlakının tebliğine adamış, bu uğurda her türlü fedakarlığı göze almış ve çok büyük bir iman hizmeti vermiştir. Yaşadığı yüzyılın müceddidi olarak üstlendiği görevi en şerefli şekilde yerine getirmiştir. Ancak onun tebliği, kuvvet ve hakimiyet içerisinde değil, maddi ve manevi açıdan gayet zor şartlarda ve benzersiz sıkıntılar içerisinde geçmiştir. Hakim konumunda olmamış; aksine baskı altına alınmış, ömrünün 30 yılını esaret, maddi sıkıntılar ve zorluklar altında geçirmiştir. Sayıldığı gibi geniş bir kesimin desteğini almamış; aksine çeşitli haksızlıklara uğramış, eziyetlere tabi tutulmuş, yaşamının büyük bölümünü hapis ve sürgün gibi şartlar altında sürdürmüştür. Elbette ki tüm bunlar Allah'ın izniyle onun dünyadaki ve ahiretteki makamını yücelten çok şerefli olaylardır. Ancak sayılan bütün bu özellikler ve yerine getirilecek olan sorumluluklar Bediüzzaman döneminde gerçekleştirilmemiştir. Bediüzzaman tüm bunların kendisinden sonraki yüzyılın müceddidi olarak Hz. Mehdi’ye nasip olacağını bildirmiştir.
Bediüzzaman ayrıca Hz. Mehdi'nin, Deccal'in fikir sistemini, onu destekleyen felsefi akımları, materyalist, Darwinist ve ateist felsefeyi etkisiz hale getireceğini bildirmiştir. Bediüzzaman böyle bir sonuca ulaşmamıştır. Aksine Deccaliyet'in etkisiyle mahkum olmuştur. Eğer Bediüzzaman Deccal'in fikir sistemini (materyalist, Darwinist ve ateist felsefeyi) yok etseydi, bunu yaptığını eserlerinde de söylerdi ve bu zaten açıkça da görülürdü. Ama Said Nursi bunun daha devam edeceğini söylemiştir. Deccaliyet'in çok uzun bir süreçten oluşacağını, 4 devri olacağını belirtmiştir. Kendisi bunun birinci devresinde yaşamıştır. 2., 3. ve 4. devrelerinin önemli olacağını ve bu süreç içerisinde Deccal'in oluşturacağı tahribatı da Hz. Mehdi'nin fikren yok edeceğini açıklamıştır.
Bu gerçekleri görmezden gelmek; Hz. Mehdi ile aynı zamanda gelmesi gereken Hz. İsa'nın, Bediüzzaman döneminde geldiği, öldüğü ve Nur talebeleri tarafından gömüldüğü gibi asılsız bilgilere itibar etmek; Hz. Mehdi'nin görevlerini, hadislerde ondan sonraki dönemlerde gelecekleri haber verilen Cehcah, Kahtani gibi kişilerin yerine getireceği gibi izahlarla konuyu tevil etmeye çalışmak son derece yanlıştır. Bir kişi, “ben inanmıyorum ya da Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin gelmemesinden korkuyorum” gibi düşüncelerle hareket ediyorsa bunu açıkça söyleyebilir. Ama bu düşünceleri geçerli hale getirebilmek için Bediüzzaman'ın sözlerinin tevil edilmeye çalışılması çok yanlıştır. Bediüzzaman açıkça “Hz. Mehdi seyyid olacak, ben seyyid değilim, Hz. Mehdi benden sonraki asırda gelecek, şu faaliyetleri yapacak” diye belirtmiştir. Peygamberimiz (sav) hadisleriyle tarih belirtmiş, alametleri bildirmiştir. Eğer kişi Peygamberin (sav) hadislerine inanmıyorsa, Bediüzzaman'ın sözlerine inanmıyorsa bu durumda Bediüzzaman'ın "Kıyamet alâmetlerinden ve âhirzaman vukuatından (olaylarından) ve Bâzı a'malin (amellerin) fazilet ve sevablarından bahseden hâdîs-i Şerife güzelce anlaşılmadığından, akıllarına güvenen bir kısım ehl-i ilim (ilim sahibi), onların bir kısmına zaîf (zayıf) veya mevzu (hadis) demişler. İmanı zayıf ve enaniyeti kavi bir kısım da, inkâra kadar gitmişler." (Sözler, s. 355) sözleriyle hatırlattığı kişilerin konumuna düşmekten sakınmalıdır.
1 -Ebu Hureyre (ra), Buhari, Büyu 102, Mezalim 31, Enbiya 49; Müslim, İman 242 (155); Ebu Davud, Melahim 14 (4324); Tirmizi, Fiten 54 (2234)
2- Sahih-i Müslim bi Şerhin-Nevevi, Cilt 2, s.192; Kitabul-İman, Babu Nuzuli İsa İbn-i Meryem, Kenzul Ummal, 14/332
3- Hakim, Mustedrek, 8634, 4/587
4- Enes b. Malik, "Sünen-i İbn-i Mace", c. 2, s. 519
5- Sünen-i Ebu Davud Terceme ve şerhi cilt. 14, Şamil yayıncılık, K. El-Mehdi (35), s. 402
6- Son Zamanlarla İlgili Hadisler, s. 85; Kitabül Burhan Fi Alametil Hz. Mehdiyyil Ahir Zaman, s. 27
7- Hakim, Deylemi; Son Zamanlarla İlgili Hadisler, s.27
8- Hakim, Tirmizi; Son Zamanlarla İlgili Hadisler, s.25
9- Taberani; Son Zamanlarla İlgili Hadisler, s. 64
10- Deylemi; Geleceğin Tarihi 1, s.27
11- Kur'an ve Sünnette Kıyamet ve Ahiret, s. 155
12- Hakim; Son Zamanlarla İlgili Hadisler, s. 19
13- Ukayli, En-Necmu's-sakıb fi Beyanı Enne'l Hz. Mehdi min Evladı Ali b. Ebi Talib Ale't-Temam ve'l kamal
14- Kıyamet Alametleri, s.157
15- Buhârî, Menâkib, 25; Megâzî, 61; Müslim, Zekât, 142-160
PAYLAŞ
logo
logo
logo
logo
logo