|
Kalp, akıl ve zeka
Beynin bir fonksiyonu olan zekadan tamamen farklı olan akıl, ruhta yaşanan manevi bir özelliktir ve ancak vicdanını kullanan insanlarda görülür.
İnsanın içinde heva ve vicdan şeklinde iki ayrı yön vardır. Bu noktada akıl ve akılsızlık kavramları da büyük önem taşımaktadır. Kuran'da, hevaya uymanın akılsızlığı, vicdana uymanın aklı getirdiği haber verilir.
Hevasına uymuş, dolayısıyla Allah'tan uzaklaşmış bir insan, kısa sürede akletme özelliğini yitirir. Allah, Kuran'da, inkarcılardan söz ederken, onların "akletmeyen bir kavim" (Haşr Suresi, 14) olduklarını bildirmektedir. İlk anda bunun nasıl olduğu anlaşılmayabilir. Çoğu kimse, her insanın belli bir akla sahip olduğunu ve bunun da değişmediğini sanmaktadır. Bu bir yanlış anlamadır ve aklın zeka zannedilmesinden kaynaklanmaktadır. Zeka ve akıl çok farklı kavramlardır. Herkes zeki olabilir, ancak akıl yalnızca iman edenlerde bulunur.
Nefsin fücuruna, yani hevaya uymak insanın aklını örttüğüne göre, acaba aklı açan şey nedir? Bu sorunun cevabı açıktır: İnsan nefsinin fücuruna (hevaya) değil de, ona bu fücurdan sakınmayı ilham eden güce (vicdana) itaat ederse, akıl sahibi olur.
Allah'ın Kuran'da bildirdiği akıl, ruhta yaşanan manevi bir özelliktir. Allah, Kuran'daki pek çok ayette "akleden kalplerden" söz eder. Dolayısıyla gerçek akıl, beynin bir fonksiyonu olan zekadan çok farklıdır. Akıl, "vicdan"ın da yeri olan kalpte bulunur. Kuran ayetlerinde aklın kalpte olduğu ve "akılsız"ların kalplerinin kapalı olduğu için akledemedikleri şöyle haber verilmektedir:
"Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı, böylece onların kendisiyle akledebilecek kalpleri ve işitebilecek kulakları oluversin? Çünkü doğrusu, gözler kör olmaz, ancak sinelerdeki kalpler körelir." (Hac Suresi, 46)
Kuran'da, ancak "kalbi olanlar"ın öğüt almaya ve dolayısıyla iman etmeye yatkın oldukları da şöyle bildirilir:
"Hiç şüphesiz, bunda, kalbi olan ya da bir şahit olarak kulak veren kimse için elbette bir öğüt (zikir) vardır." (Kaf Suresi, 37)
Allah'ın Kuran'da bildirdiği gerçek akıl, doğrudan kalple ve vicdanla ilgilidir.
Dikkat çekici olan, bu aklın artıp-azalabilmesidir. Beynin bir fonksiyonu olan zeka, önemli bir yaralanma ya da hastalık dışında, artıp-azalmaz, herkesin "IQ"su sabittir. Ama akıl azalıp-artabilir.
Aklın bu artıp-azalabilme özelliği, insanın vicdanı ile ilgilidir. Vicdan güçlenir ve Allah'tan korkup-sakınma (takva) artarsa, "doğruyu yanlıştan ayıran bir anlayış" kazanılır. Tümüyle "metafizik" olan bu sır, bir Kuran ayetinde şöyle bildirilir:
"Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir. " (Enfal Suresi, 29)
Allah'tan korkup-sakınmayan bir kişi ise, bu "doğruyu yanlıştan ayıran nur ve anlayış"tan mahrumdur. O çok zeki olabilir, iyi bir fizikçi, sosyolog ya da herhangi bir "saygın kişi" olabilir, zeka ürünü yapıtlar ortaya koyabilir. Ama, gerçek vicdandan ve dolayısıyla gerçek akıldan yoksundur. İyi bir bilim adamı olup, sözgelimi insan vücudunun bilinmeyen sırlarını ortaya çıkarabilir, ama o vücudun kim tarafından yaratıldığını düşünecek vicdana ve kavrayacak akla sahip olamayabilir. Keşfettiği şeyin mükemmelliği ile hayrete düşüp, o şeyi Yaratana yönelecek ve onu övecek (tesbih edecek) yerde, bulduğu şeyden dolayı gururlanıp kendisini övmeye başlarsa, bu "bilim adamı", "hevasını ilah edinmiş ve bir bilgi üzere sapmış olur". Allah, Kuran'da bu tür insanların durumunu şöyle haber vermiştir:
"Şimdi sen, kendi hevasını ilah edinen ve Allah'ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözü üstüne bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah'tan sonra ona kim hidayet verecektir? Siz yine de öğüt alıp-düşünmüyor musunuz?" (Casiye Suresi, 23)
MELİK (Bütün kainatın sahibi ve mutlak surette hükümdarı)
"Hak melik olan Allah pek yücedir, O'ndan başka ilah yoktur; Kerim olan Arş'ın Rabbidir." (Müminun Suresi, 116)
Allah'ın 'Melik' sıfatı, O'nun, var olan herşeyin sahibi olduğu anlamına gelir. Bizim gördüğümüz ve göremediğimiz varlıkların her birinin içinde yaşadığı alemlerin yaratıcısı ve tek sahibi Allah'tır. Yaşadığımız evrenin ezeli ve ebedi hükümdarı da Allah'tır. Tüm yıldızlar, insanlar, hayvanlar ve bitkiler, göremediğimiz alemlerde yaşayan cinler, şeytanlar, melekler ve daha bilemediğimiz pek çok varlık Allah'ın emri altındadır. Sayısız alemin mülkünü elinde bulunduran ve buralarda hüküm süren olağanüstü düzenin hayat bulmasını sağlayan da yalnızca Alemlerin Rabbi olan Allah'tır.
Nitekim müminlerin içinde bulundukları bu düzenin tek bir sahibinin olduğunu bilmeleri, onları doğal olarak yaptıkları her işte herşeye ve herkese hakim olan, her dilediğini yerine getiren Allah'a yöneltir. Ayetlerde şöyle buyrulur:
"De ki: İnsanların Rabbine sığınırım. İnsanların malikine, insanların (gerçek) ilahına" (Nas Suresi, 1-3)
Sakın unutma
Kıyamet Günü
Kıyamet günü, bir insanın yaşayabileceği en dehşetli, en korku verici gündür. O gün inkar edenler kendilerine vaat edildiği halde hiç düşünmedikleri bir gerçeği apaçık karşılarında bulacaklardır. Fakat artık insanların dünyada yaptıklarını telafi edebilmeleri için geriye dönüş imkanları yoktur. O gün inkar edenler korku içinde ölümün aslında bir yokoluş değil, aksine sonsuza kadar sürecek bir azabın başlangıcı olduğunu göreceklerdir. Allah, Kuran'da o gün insanların yaşadıkları korkunun şiddetinden dolayı adeta sarhoşa döneceklerini bildirmiştir:
"... İnsanları da sarhoş olmuş görürsün, oysa onlar sarhoş değillerdir. Ancak Allah'ın azabı pek şiddetlidir." (Hac Suresi, 2)
Kıyamet günü inkar edenlerin, yaşadıkları olayın dehşetinden dolayı bütün değer yargıları bir anda değişecektir. En değer verdikleri mallar, en kıymetli saydıkları evlatlar bir anda tüm önemini yitirecektir. Allah, Kuran'da insanların o gün yalnızca kendilerini kurtarmaya çalışacaklarını ve birbirlerinden kaçacaklarını şöyle haber vermiştir:
"Kişi o gün, kendi kardeşinden kaçar; annesinden ve babasından eşinden ve çocuklarından. O gün, onlardan her birisinin kendine yetecek bir işi vardır." (Abese Suresi, 34-37)
O gün insanların içinde bulunacakları durumla ilgili ayetlerde bildirilen detaylardan birkaçı da şöyledir:
Okaliptüs Ağaçları ve Koalalar
Allah, koalaların vücutlarını, Okaliptüs ağaçlarına tırmanabilecekleri ve Okaliptüs yapraklarını yiyebilecekleri şekilde yaratmıştır. Okaliptüs yaprakları birçok memeli için zehirlidir, fakat koalalar onları rahatlıkla yiyebilirler. Yapraklardaki zehirli yağları parçalayabilecek yapıya sahip özel bir mideleri vardır. Bu yüzden bir koala her gün yaklaşık olarak 1 kg. zehirli yaprağı hiçbir problem yaşamadan yiyebilir. Ayrıca koalalar ihtiyaçları olan suyun büyük bir kısmını da Okaliptüs yapraklarını yiyerek alırlar.
Yılın belli zamanlarında Okaliptüs yapraklarının üçte ikisi su taşır. Bu yüzden bir koala sadece yaprakları yiyerek, aylarca sıvı almadan yaşayabilir. Okaliptüs ağaçlarının tepeleri oldukça rüzgarlıdır. Bu yüzden koalaların sıcak kalabilmeleri için sırtlarında çok kalın bir kürkleri vardır. Zehirli bir bitki ile bir hayvan arasındaki bu uyum bize Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah'ın benzersiz yaratma sanatını göstermektedir.
İnsan vücuduna hizmet eden Lizozom enzimleri
Vücudumuzdaki birbirini tamamlayan sistemlerin tesadüfler sonucunda oluşamayacağını anlamak için tek bir örnek üzerinde düşünmek bile yeterlidir.
Vücudumuzda gün içerisinde bizim farkında olmadığımız birçok işlem gerçekleşir. Bunları görevini eksiksiz bir şekilde yerine getiren ve ne yapacaklarını çok iyi bilen 100 trilyon hücremiz yapar. Kimi enerji, kimi protein üretir, kimi taşıma işlemi yapar, kimi de depo şeklinde kullanılır.
Hücrenin içindeki bu şuurlu yapılardan birisi de lizozomdur. Lizozomu hücrenin öğütme makinesi olarak tanımlayabiliriz. Bu organelden salgılanan enzimler sayesinde vücutta birçok "yıkma" işlemi gerçekleşir. Lizozom enzimleri işe yaramayan hücreleri yıkıp, parçalamaları veya bir yapının etrafını saran zarı öğüterek delmelerinin yanı sıra, vücutta sürekli olarak büyümeye devam eden bazı hücreleri de parçalarlar. Lizozom enzimlerinin gerçekleştirdiği bu yıkım işlemi, vücut açısından son derece önemlidir.
1-Spermin yumurta kılıfını delerek içeriye girişi. |
Örneğin hamile kadınlarda bebeğin gelişimiyle birlikte rahmin büyümesi normale oranla büyük bir artış gösterir. Bu sağlıklı bir bebeğin doğabilmesi için gerekli olan bir aşamadır. Ancak bebek doğduktan sonra artık bu derece geniş bir rahme ihtiyaç kalmamaktadır. Bu durumda aşırı derecede genişlemiş olan bu organın tekrar eski haline döndürülmesi gerekmektedir. İşte bu işlemi gerçekleştiren lizozom enzimleridir. Doğum işlemi bittiğinde belirli hücrelerin lizozomları adeta bunu haber alır ve ne yapmaları gerektiğini çok iyi bilerek hemen gerekli enzimleri salgılamaya başlarlar. Bu enzimler de vücudun sağlığı için hamilelikten sonraki 10 gün içerisinde hızlı bir yıkımla rahmi 1/40 oranında küçültürler. Böylece rahim artık eski boyutlarına dönmeye başlar. (www.gercekler.net)
Lizozomlar ayrıca spermlerin baş kısımlarında da bulunurlar. Sperm, yumurtaya ulaştığında onu saran kılıfını delmek için bünyesinde taşıdığı lizozom enzimlerini kullanır. Parçalayıcı etkiye sahip bu enzimler, yumurtayı koruyan kılıfı delerek spermin yumurtayı döllemesini sağlar.
Vücudumuzdaki her mekanizma birbirini tamamlayacak şekilde çalışır. Hamilelik sırasında rahmin büyümesini sağlayan sistemin yanı sıra onu eski haline döndürecek sistem de vardır. Aynı şekilde, sağlam bir kılıfla korunan yumurtayı delebilecek enzim de spermin içine özel olarak yerleştirilmiştir.
İşte Darwinistler bu birbiriyle iç içe geçmiş sistemlerin tesadüfler sonucunda oluştuğunu ve kusursuz şekilde işlemeye devam ettiğini iddia edecek kadar akıl ve mantıktan uzaklaşmışlardır. Elbette ki kendi içlerinde mükemmel bir işleyişe sahip olan bu mekanizmaların vücudun bütünündeki sistemlerle de uyumlu bir şekilde çalışması, Allah'ın yaratma sanatındaki kusursuzluğu gözler önüne sermektedir.