Masum gençler tarafından insani amaçlarla, demokratik hak olarak başlatılan sıradan protesto gösterileri zaman içinde nasıl olup da hükümetleri devirecek hale geliyor? Bu yeni nesil darbe yöntemi ülkeleri dizayn etmek için mi kullanılıyor?
Öncelikle protestolar ve benzeri aktivist eylemler "meşru hukuki sınırlar" içinde kaldıkları sürece fikir ve ifade özgürlüğünün, demokrasinin tartışılmaz bir parçasıdır. Protestolar; gösteri, yürüyüş, miting, grev, boykot, vb. eylem biçimleriyle sergilenir. Siyasi amaçlı protestolar genelde, yönetimlerin hatalı politikalarına, eksik ve ihmallerine yüksek sesle tepki gösterme, ilgili kişi ve kurumları uyararak harekete geçirme amacını taşır.
Legal protestoların toplumdan destek ve iktidardan karşılık bulması, taleplerin somut, haklı ve yerine getirilebilir olmasıyla doğru orantılıdır. Bu şartları karşılamayan protestoların taleplerini elde etme ihtimali ise yok denecek kadar azdır.
2013 yılında Bulgaristan'da üç ayrı dalga şeklinde gerçekleşen hükümet karşıtı protestolar bu kriterleri doğrular nitelikteydi. Ocak ve Şubat aylarında, yüksek elektrik fiyatlarının protesto edildiği eylemler, göstericilerin talepleri makul olduğu için başarıyla sonuçlanmış, hükümet istifa etmek zorunda kalmıştı. Sene ortasında yeni hükümetin atadığı bir kişi nedeniyle yapılan protestolar da bu görevlinin istifasıyla sonuçlanmıştı. Ancak sene sonuna doğru gerçekleşen, sistemin değişmesi ve illegal taleplerle başlayarak ayaklanma boyutuna varan protestolar ise toplumda karşılık bulmadı ve başarısız oldu.
Benzer bir olay aynı yıl Türkiye'de Gezi Parkı protestoları ile yaşandı. Bu, başlangıcında haklı nedenleri olan, somut ve karşılanabilir taleplere dayanan ve bu sebeple de başarıyla sonuçlanma ihtimali bulunan, masum ve çevreci bir protesto idi. Gençler doğaya sahip çıkıyordu ve bunu da kanunlara uygun şekilde yapıyorlardı. Hatta Hükümet de olumlu bir adım atarak, parkın yerine tarihi bir kışla inşa etme projesini rafa kaldırdı. Ancak, ilerleyen günlerde bu meşru protesto eylemi bölücü ve terörist grupların tahrikiyle yön değiştirdi. Terör gruplarının kışkırtmalarıyla bu protestolar diğer şehirlere de sıçrayan silahlı ve kanlı ayaklanmalara hatta demokrasi karşıtlığına dönüştü. Seçimle başa gelmiş iktidarı şiddet yöntemiyle devirmeye yönelik, çoğunluğun iradesini hiçe sayan bu açık darbe girişimi güvenlik güçleri tarafından etkisiz kılındı.
Aslında bu iki örnek protestoların art niyetli güçlerin elinde hukuki ve siyasi meşruiyetini kaybedip kriminal bir olguya dönüşebileceğinin de bir göstergesi.
Son yıllarda bazı dış güçler, çeşitli ülkelerin dizaynında bu yeni-nesil darbe yöntemini sıklıkla kullanıyor. Sıradan protesto gösterileri profesyonel ekiplerin müdahalesiyle şiddet içeren ayaklanmalara ve darbe girişimlerine dönüştürülüyor. Kimi zaman bu ayaklanmaların çapı iç savaş boyutlarına kadar varıyor. Halkın iradesiyle seçilmiş iktidarlar, küresel aktörlerin hesaplarıyla örtüşmediklerinde, anti-demokratik isyanlarla alaşağı edilmek istenebiliyor...
Peki nasıl olup da bu kadar güçlü bir etki elde ediliyor?
Bunun kilit unsuru sosyal medya… Eylemlere katılması öngörülen hedef kitleler sosyal medya üzerinden ajite ediliyor, örgütleniyor ve eyleme geçiriliyor. Bu kişilerin organizasyonunu, aralarına ajan-provokatörlerin yerleştirilmesi gibi çalışmaları artık birtakım provokatif örgütler üstleniyor. Protestoları ayaklanmaya çevirecek yasa dışı örgütlerin, bölücü-terörist yapılanmaların eğitimleri ve koordinasyonları da bu taşeronlarca sağlanıyor. Bazı sanatçılar, yazarlar, akademisyenler, gazeteciler ve çeşitli sivil toplum kuruluşları mensuplarının örgütlenmesi de aynı oluşumlarca gerçekleştiriliyor. Rejim karşıtı bir kısım medya kuruluşlarına ise ayaklanmanın algı operasyonunu yürütmek düşüyor.
Söz konusu "profesyonel devrim örgütleri" arasında en çok adı geçenlerden biri Sırbistan merkezli direniş örgütü OTPOR. Otpor'un eski Yugoslavya, Sırbistan, Gürcistan, Bulgaristan, Ukrayna, Mısır, Brezilya, Türkiye, vb. birçok ülkede ABD destekli muhalif örgütlere eğitim ve lojistik desteği vererek halk ayaklanmalarını, darbe girişimlerini organize ettiği bağımsız gözlemcilerce ifade ediliyor. CIA'nın 50 ülkede Otpor ve onun yan kuruluşu CANVAS aracılığıyla sosyal ayaklanmalar planladığı konusunda da görüş birliği var...
Bir kaynakta Otpor hakkında şu ilginç tespitler yer alıyor:
"(Otpor'un) imzası olan sıkılmış yumruk logosu, 11 yıl sonra Kahire sokaklarında ilerideki akıl almaz dış-destekli Mısır ayaklanmalarının sembolüne dönüşüyor... Sırp Otpor, CANVAS (Center for Applied Non-Violent Action and Strategies) adı altında Batı'dan fonlar almayı ve bir nevi 'CIA Darbe Üniversitesi' haline gelmeyi sürdürüyor."
'Occupy.com'da yayınlanan ve Otpor'un uluslararası finans, istihbarat ve politik bağlantılarına dair iddiaların yer aldığı Carl Gibson ve Steve Horn imzalı araştırma yazısında ise Wikileaks belgelerine dayalı şu bilgiler dikkat çekiyor:
"Sırbistan'ın Srdja Popovic'i birçokları tarafından, Otpor'un kurucusu olarak, Doğu Avrupa'daki ve 1990'ların sonlarından bu yana başka birçok yerdeki rejim değişikliklerinin öncü mimarı olarak biliniyor... Popovic ve Otpor'un yan kuruluşu CANVAS, Goldman Sachs'ın yöneticisiyle ve özel istihbarat şirketi Stratfor ile, aynı zamanda da ABD hükümetiyle yakın ilişki içinde... "
Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Otpor’un, ABD’nin çıkarlarıyla ters düşen yönetimlerin görevden uzaklaştırılmasında bir manivela olarak kullanıldığı, uluslararası çapta yaygın bir kanaate dönüşmüş durumda. İşte bu nedenledir ki ABD yönetiminin sözcüsü gibi hareket eden kimi medya kuruluşları Otpor'a her fırsatta övgüler ve tebrikler yağdırıyor. BBC gibi İngiliz basın-yayın organları Otpor yöneticilerinin, darbe eylemleriyle hiçbir ilgilerinin bulunmadığına dair ifadelerini adeta avukat titizliğiyle savunuyorlar.
Nitekim, 2013 Gezi ayaklanmaları sırasında bir kısım Türk medyasında da benzer ifadeler yer almıştı. Kanunen devlete isyan, vatana ihanet kapsamına giren, Başbakanlık konutunu işgal girişimine kadar tırmanan, Otpor güdümlü olduğu iddia edilen silahlı darbe girişimleri bir kısım basında, “halkın meşru, demokratik haklarını, ifade özgürlüğünü kullanması” şeklinde yorumlanmıştı. Halkın binde birini dahi temsil etmeyen Marksist militanlar, bölücü örgüt mensubu teröristler adeta tüm halkın temsilcisi gibi yansıtılmaya çalışılmıştı bu yayın organlarında. Bu yasadışı eylemlere karşı kamu düzenini korumaya çalışan güvenlik güçleri ise malum yayın organlarında sözde “özgürlük ve demokrasi düşmanları” olarak gösterilmeye çalışıldı.
Bu bilgiler ışığında, iktidarları deviren, ülkeleri bölen, kanlı çatışmalara ve iç savaşlara yol açan kitlesel eylemlerin, naif protesto gösterileri veya gençlik hareketlerinin çok ötesinde olduğu açıktır. Bunlar derin planların ve karmaşık organizasyonların bir ürünüdür.
Adnan Oktar'ın New Straits Times'da yayınlanan makalesi:
http://www.nst.com.my/news/2016/05/146480/red-line-between-protests-and-riots