Televizyondaki görüntüler, 1994’de Ruanda’da gerçekleşen ve tüm dünyanın seyirci kaldığı katliamları andırıyordu. Bir genç diri diri yakılmış, etrafındaki kalabalık ise yanan bedeni seyrediyordu. Televizyon spikeri seyredenler arasındaki silahlı bir gence mikrofon doğrulttu. “Müslümanlara bunu yapmaya devam edeceğiz” diyordu genç. Ateşe verdiği beden adeta önemsiz bir yığındı onun için.
Burası Orta Afrika Cumhuriyeti. Aralık ayından beri devam eden şiddet olayları durulmuyor. Binlerce kişi öldü, binlercesi ise evini terk etti. Katliamlar ise gitgide daha vahşileşiyor.
Neredeyse tüm diğer Afrika ülkeleri gibi bağımsızlığını 1960 yılında kazanan OAC’nin kısa tarihinde 5 tane darbe var. Geri kalmış ülkelerin kirli darbe geleneği, hiçbir zaman rahatlık görmemiş Afrika ülkelerini de kuşatmış durumda. Geçtiğimiz yıl, Hristiyan Cumhurbaşkanı François Bozize’nin Müslümanlara yönelik pek de barış yanlısı olmayan tutumu Müslüman kesimi ayaklandırdı ve OAC tarihinin ilk Müslüman devlet başkanı Michel Djotodia yönetimi ele aldı. Her ne kadar yeni idarenin verdiği ilk garanti dinler arası birlik ve kardeşlik yönünde olsa da, Müslümanlar ve Hristiyanlar arasında bir ayırımcılık rüzgarı başlamıştı bile. Yıllardır sorunsuz bir arada yaşayan Müslümanlar ve Hristiyanlar, tarihlerinde ilk defa böyle büyük bir kavganın içine düştüler.
Kavganın olduğu yerlerde daima radikal düşünceleri, materyalist fikirleri veya politik ya da maddi çıkarları aramak gerekir. OAC, elmas ihracatında dünyada bir numara. Afrika denince akla gelen altın, uranyum, platin ve kobalt gibi madenlerin anavatanı. Söz konusu yeraltı kaynaklarının işletme ve satışları diğer Afrika ülkelerinde olduğu gibi eski sömürgecilere ait. Eski sömürgeci devletler, 2000 yılından beri dikkatini Afrika’ya vermiş olan Çin, Rusya ve ABD’nin varlığından ise tedirginler. Dev güçlerin çıkar çatışmalarının hüküm sürdüğü bölgelerde ise olan daima zavallı halka olur. Myanmar’da Rohingya Müslümanların yaşadığı soykırımın temel sebebinin Çin’e uzanan boru hattı olduğunu burada hatırlatalım.
Geçen yılki Mali harekatı sonrasında eski sömürgelerinin tehlikeye düştüğünü düşünen Fransa Senatosu “Afrika geleceğimizdir” başlıklı bir rapor hazırladı. Raporda, Fransa’nın Mali operasyonunu yapmasının nedeni, Çin ve ABD’nin etkisinin her geçen gün arttığı Afrika kıtasında ilişkilerin geliştirilmesi olarak gösterilmişti. Raporda bu nedenlerle Fransa’nın; Fildişi Sahili, Senegal, Mali, Gabon, Çad, Orta Afrika Cumhuriyeti, Somali ve Nijer’de askeri gücünü korumasının çok önemli olduğu vurgulanıyordu.
Bu rapordan yola çıkarak bakıldığında, Fransa’nın şu an OAC’de bulunmasının sebebi, askeri gücünü ve hegemonyasını korumak olarak yorumlanabilir. Nitekim şu anda bölgede gerçekleşen katliamlardan dolayı Fransa’yı sorumlu tutanların sayısı az değil. Peki gerçekten Fransa yanlış bir politika mı izliyor eski sömürge devletlerinde?
Raporda belirtilen “askeri gücü koruma” ibaresi Fransa’nın politikasındaki yanlışlığın açık ifadesi. Fikirsel, mezhepsel, dinsel veya ırksal çekişmeler ideolojiktir; bunlar asla “askeri güç”le giderilmezler. Avrupa ve ABD’nin askeri güç yatırımları işte bu yüzden daima başarısız olmuştur.
Fransız halkı güzel ve değerli bir halktır. Avrupa’nın modern kültürünü, kalitesini ve asaletini güzel yaşar. Fransız halkının en büyük sorunu ise yaşadığı ve eski sömürgelerinde de yaşattığı materyalist düşünce tarzıdır. “Güçlünün zayıfı ezdiği” ilkesine dayanan bu sahte materyalist düşünce nedeniyle bilmeden de olsa faşist düşüncelerin altyapısını hazırlamıştır. Bu ise, daima Afrika’ya zarar vermiştir.
Oysa Fransa Afrika’da büyük bir reform ve kardeşliğin önünü açacak bir politika izleyebilir. İdeolojik çatışmaları ideolojik eğitimle yenebilir. Materyalist eğitim yerine, gerçek İslam ve Hristiyanlığın kardeşlik ve eşitlik ilkesine dayandığını, insanların çatışarak değil uzlaşarak geliştiklerini gösterebilir. Avrupa’nın seçkin kültürünü bu bölgelere taşıyarak yeni modern toplumlar meydana getirebilir. Kendisi kalkınırken oradaki halkı da kalkındıracak ve zenginleştirecek bir politika izleyebilir. O zengin topraklar kuşkusuz ki herkese yeter.
OAC, modernleştikçe, sevgi ve kardeşliğe önem verdikçe ve daha fazla refaha kavuştukça, Fransa’ya sadece ekonomik değil kültürel bağ ile de bağlanmış bir dost olacaktır. Böyle bir durumda Fransa orada kültürü, sanayisi, sanatı ve bilimi ile daha fazla bulunacaktır. Böyle bir atılım Fransa’ya da daha fazla güzellik ve refah getirecektir. Bu, Fransa’nın da lehinedir.
Şu unutulmamalıdır: Modern düşünceye ve refaha ulaşmış mutlu toplumlar ayaklanmazlar, öfkelenmezler. Fransa, nüfuzunu sürdürdüğü Afrika ülkeleri için silah harcaması yapmak yerine, barışı inşa edecek ve onları kalkındırıp geliştirecek bir ideolojik çalışmaya yatırım yapmalı. Din ayırımının değil, din birliğinin üzerinde durmalı. Bunun delillerini Kuran’dan ve İncil’den göstermeli. Aksi taktirde Afrika’da din çatışmaları ve dünyanın Fransa’yı hedeflemiş “zalim sömürgeci” algısı değişmeyecektir. Afrika’da çatışmaların son bulması için bu hayati adım hemen atılmalıdır.
OAC’de şu anda yaşanan vahşet için ise BM’in sadece şu an için şaibeli görünen Fransız gücü göndermek yerine, uluslararası bağımsız bir barış gücünü bölgeye göndermesi daha akılcıdır. Geç kalınan her gün, binlerce cana mal olabilir.
Sayın Adnan Oktar'ın Times of Oman ve Arab News'de yayınlanan makalesi:
http://www.timesofoman.com/Columns/1746/Article-France-is-in-sight-of-the-violence-in-CAR