‘Nezaket, ince düşünce’ denilince insanların akıllarına gelen belli başlı tavır ve davranışlar vardır. Çocukluk yıllarından itibaren herkesin “nezaket kuralları” adı altında öğrendiği bu kurallar bütününü uygulayan insanlar, toplumda “nazik, kibar, ince düşünceli” kimseler olarak tanınırlar.
Ancak gerçek nezaket, yalnızca imanla ve vicdanın en iyi şekilde kullanılmasıyla ortaya çıkar. Kim vicdanına en son noktasına kadar titizlikle uyuyorsa, en nezaketli insan da gerçekte odur. Bunun dışında toplumda “nazık ve kibar” olarak tanınan kimselerin uyguladıkları tavırlar ise, gerçekte asıl nezaket ahlakını yansıtmamaktadır. Çünkü bu kimseler, ancak ezberlenmiş ve kalıplaşmış belli başlı tavırları uygulayabilmektedirler. Daha önce kendilerine hiç öğretilmemiş şartlarla karşılaştıklarında ise, ezberlerinde bu konuda bir bilgi olmadığı için, gereken nezaket ahlakını gösterememektedirler. Nezaketi, vicdanlarının ilhamı doğrultusunda uygulayan müminler ise, değişen her şart ve durumda; her insana ve her olaya karşı, olabilecek en güzel ahlakı gösterebilmektedirler.
Bunun yanı sıra cahiliye toplumlarındaki insanlar bir konuda nezaket gösterseler bile, bunu çevrelerine çok net bir şekilde hissettirirler. Çünkü nezaketli bir insan olarak bilinmenin, ancak bunu karşı tarafa fark ettirmekle mümkün olduğunu sanırlar. Hatta kimi insanlar, bu davranışlarını açıkça bir gösteriş unsuru olarak kullanırlar.
Müminlerin nezaket anlayışında ise, dikkati çeken çok önemli bir özellik vardır: Müminler nezaketi ve inceliği, o kadar güzel uygularlar ki, çevrelerindeki çoğu insan, onların nezaket gösterdiğini anlamaz bile. Olayların doğal olarak o şekilde geliştiğini zannederler. Oysa ki, onlar o sırada birçok yönde haklarından feragat etmekte, kendilerini pek çok yönden zora sokmakta, fedakarlıkta bulunmaktadırlar. Ama bunu karşılarındaki insanlara hiçbir şekilde hissettirmezler. Gerçekten canları o şekilde istediği için öyle hareket ediyorlarmış izlenimi verirler. Ve bu şekilde karşılarındaki insanları hiç rencide etmeden, onlara hiç fark ettirmeden çok üstün bir ahlak gösterirler.
İsteseler, elbetteki müminler de yaptıkları incelikleri gizlemek için bir çaba harcamayabilirlerdi. Ancak bu ahlak şekli, Allah'ın rızasını kazanmaya çok daha uygundur.
Bu konuda kendisini geliştirmek isteyen bir kimse, öncelikle vicdanının sesine tam olarak teslim olmalıdır. Bunun yanında da, çevresindeki üstün ahlaklı müminlerin tavırlarını çok detaylı gözlemlemelidir. O güne kadar olağan olarak gerçekleştiğini sandığı pek çok olayın, aslında müminlerin bu yöndeki ahlakından kaynaklandığını görecektir.
Örneğin açken, yemeğini önce kardeşinin yemesini sağlamak, yorgunken önce kardeşinin dinlenmesine imkan tanımak, kendi tercihindense kardeşinin isteklerini yerine getirmek, kendi beğendiğindense kardeşinin zevkine uygun hareket etmek. Kardeşinin neşesini, mutluluğunu sağlamak için kendinden ödün vermek. Uykusu varken, sohbet etmek isteyen bir dostunu kırmamak; ona bu durumu hissettirmeden karşılık vermek. Hasta olan bir arkadaşına yardım etmek için, kendi hastalığını gizlemek. Yardıma ihtiyacı varken, çevresinde yardım talep eden bir başkası varsa, kendi ihtiyacını hiç hissettirmeyip o kişiye yardım eli uzatmak. Kendisine o an için yemek istemediği bir şey dahi ikram edilse, o kişinin o konuda verdiği emeğe, iyi niyete ve ikramına saygı olarak, o yiyecekten az da olsa yemek. Kendisine çok sevdiği güzel bir şey ikram edildiğinde, onu daha çok seven biri varsa, bunu fark ettirmeden ona ikram etmek. Acelesi olduğunda, karşısındaki bir mümine bunu hissettirmemek, onu telaşlandırmamak. Bir tehlikeyle karşı karşıya olunduğunda, bunu olabildiğince hissettirmeden çözmek; ya da bu durumu çevresindeki insanları yatıştırarak, sakinleştirerek halletmek. Birine sevgi, ilgi, nezaket, gösterirken, diğer kardeşlerini daha az düşünüyormuş hissini vermemek; herkesin gönlünü alacak şekilde davranmak. Kendisine sevgi gösterildiğinde, her ne kadar acelesi, sıkıntısı, hastalığı ya da işi olsa da, karşı tarafa güzel bir karşılık vermeden geçip gitmemek. Güzel bir tavrı, güzel bir çalışmayı, güzel bir gelişmeyi dile getirmeden geçmemek; mutlaka onore edip, takdir edip şevklendirmek. Güzel bir iltifata, mutlaka daha güzeliyle karşılık vermek. Samimiyeti, güzel ahlakı yüceltmek. Bir hastalığa yakalanan bir mümine, hastalığını telaşlandırmadan söylemek. Ve tüm bunları yaparken, karşı tarafa, o kişi olmasaydı da, zaten bu şekilde yapacakmış kadar doğal bir izlenim vermek. Ve tüm bunlarda yalnızca Allah'ın rızasını gözetmek...
Bu sayılanlar, bir insanın “nezaket” denildiğinde ilk aklına gelebilecek en bilinen davranışlardandır. Ancak daha detaylı düşünüldüğünde; insan çevresine, çok daha derinlemesine güzel ahlak gösterebilme niyetiyle baktığında, vicdanı ona çok daha fazla incelik imkanı gösterecektir. Sergilediği bu fedakarane ahlakı -hiçbir insanın hoşnutluğu için değil- yalnızca Allah'ın rızası için yaptığını bilmenin verdiği vicdan rahatlığı, huzur ve mutmainlik, bu kimseye feragat ettiği nimetlerle kıyas olmayacak kadar büyük bir haz verecektir. Bu ahlakının ahiretteki karşılığı ise çok daha güzel olacaktır:
Güzellik yapanlara daha güzeli ve fazlası vardır.Onların yüzlerini ne bir karartı sarar, ne bir zillet, işte onlar cennetin halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır.(Yunus Suresi, 26)
(Allah'tan) Sakınanlara: "Rabbiniz ne indirdi?" dendiğinde, "Hayır" dediler. Bu dünyada güzel davranışlarda bulunanlara güzellik vardır; ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takva sahiplerinin yurdu ne güzeldir. (Nahl Suresi, 30)
De ki: "Ey iman eden kullarım, Rabbinizden sakının. Bu dünyada iyilik edenler için bir iyilik vardır. Allah'ın arz'ı geniştir. Ancak sabredenlere ecirleri hesapsızca ödenir." (Zümer Suresi, 10)
... Kim bir iyilik kazanırsa, Biz ondaki iyiliği artırırız. Gerçekten Allah, bağışlayandır, şükredene karşılığını verendir. (Şura Suresi, 23)
... Güzellikte bulunanlara müjde ver. (Hac Suresi, 37)