1982-2004 yılları arasında dünyaya gelen milenyum kuşağı, dünyamızın yakın geleceğinde önemli bir rol oynamaya hazır büyük bir grubu temsil ediyor. Olgunluk çağına yaklaşan ya da içinde olan bu gençler günümüzün yeni anneleri babaları, öğretmenleri, politikacıları, liderleri ve yöneticileri olmaya hazırlanıyorlar. Peki milenyum kuşağının hüküm sürdüğü bir dünyadan beklentilerimiz nelerdir?
Bu neslin katkısının karakterleri, görüşleri, tercihleri doğrultusunda şekilleneceği ve belirleneceğini söylemeye gerek yok. Genellemeler yapmak ve bir grubun her üyesini aynı kalıba sığdırmak mümkün olmasa da çoğu milenyum kuşağı gençlerinin benzer özellikler paylaştıklarını söyleyebiliriz. Bunlardan, yalnızca kendilerini değil aynı zamanda üzerinde büyük bir etki yaratmak üzere oldukları dünyayı tehdit eden en tehlikeli olanı ise: artan nefret kültürüdür.
Milenyum kuşağı İnternet ve sunduğu sonsuz olanaklar ile büyüdü. Dünya için büyük yararlarına rağmen, İnternet'in bazı olumsuz yan etkileri de vardır. İnternet, psikologlar tarafından nitelendirilen ‘dezinhibisyon etkisi'yle, kendilerine daha az sınır koymalarına ek olarak gizlilik ve görünmezlik imkanı da sunar. Bu, gençlere insan doğasındaki en kötü eğilimleri açığa çıkartan, başka bir deyişle öfke, nefret, alaycılık ve olumsuzluğa eğilim gösterten sahte bir güvenlik duygusu verir.
İnternet kullanımı arttıkça, sosyal medyadaki yorumlara ve sohbetlere yansıyan bu düşmanlık ve öfke tehdidi bir gerçeklik haline geldi ve sanal dünyanın sınırları dışına çıktı. Günlük yaşamda görünür hale gelen ve milenyum kuşağında gerçek bir hasara yol açan bu agresif İnternet kültürü milyonlarca insanı etkisi altına aldı. Aynı görüşlere ve tepkilere hatta bazı durumlarda aynı konuşma diline sahip birbirinden farksız insanlara dönüştüler. Çoğu milenyum kuşağı genci artık kendilerine münhasır kişiler olmak için enerji harcama gereği hissetmiyorlar, daha ziyade İnternet kültüründe yaygın olan yollara sığınmayı güvenli buluyorlar.
Halbuki biz insanoğlu sevmek ve sevilmek için yaratıldık. Nefret üslubu kullanan kalabalık kitlelerin etkisi altında kaldıklarında, çoğu insan eylemlerinin rasyonalitesini sorgulamıyorlar bile. Bunun sonucunda önce, sevmek, şefkat göstermek, nezaketli davranmak gibi güzel ahlak özelliklerini göstermeye çekinen insanlar haline geliyorlar. Zamanla da, sevmeyi ya da gerçek arkadaşlıklar kurmayı beceremez hale geliyorlar. Kendinden nefret etme ve kendinden şüphe etme duygusu oluşmaya başlıyor. Özellikle kıskançlık ve öfke gibi olumsuz özelliklerden sakındıran herhangi bir dini inancı olmayanlar için ise ciddi bir çöküş başlıyor. Maneviyattan uzak, nefret kültürü içinde yaşayan bu gençlerin çoğu kolaylıkla inciniyor ve kolaylıkla sinirsel çöküş yaşıyorlar.
Biz insanoğlu, ahlaken kendimizi geliştirdiğimiz müddetçe daha değerli insanlar haline geliriz. Ki bu kesintisiz olarak şefkatli, merhametli, affedici ve sevgi dolu olmayı gerektirir. Bu yüzden, ahlaki dejenerasyonun milenyum kuşağını mahvetmesine ve bu gençlerin nefret dalgaları içinde savrulmalarına izin veremeyiz. Bu nefret eğilimini sona erdirmek için her vicdanlı kişi çaba göstermelidir. Aksi takdirde, milenyum kuşağı içinde nefretin yayılması tahayyül edilemez bir hasara neden olacaktır. Sonuçta, bu insanlar bir gün kendi çocuklarını yetiştirecek, çocuklara okullarda öğretmenlik yapacak, ülkelerinin liderleri olacak ve milyonları ilgilendiren kararlar alacaklardır. Başka bir deyişle, onları yaralayan nefret sonlandırılmadıkça, yıkıcı akıbetleri gelecek nesiller boyu hissedilecektir.
Milenyum kuşağı bu tehlikeye sebepsiz düşmedi. Süregelen savaşlar, çatışmaların körüklenmesi ve akan kanlar, sosyal yozlaşma ve en önemlisi insanların gerçek dinden uzaklaşması böyle düşmanca bir ortamın temelini hazırladı. Sabır, azim, fedakarlık ve merhameti öğreten bir rehber olmadan, bir saldırganlık dünyasına yönlendirildiler. Çok geç olmadan bu zararı onarmak, eğitimcilerin, devlet görevlilerinin, akademisyenlerin, aydınların, fikir önderlerinin ve ailelerin sorumluluğundadır.
Sorun ürkütücü görünebilir, ancak çözümü kolaydır: Sevgi.
Düşmanlığı ve çatışmayı yaymak için de kullanılan bir araç olan İnternet kolaylıkla güzel sözler, güzel tavsiyeler, dostluk ve kardeşlik mesajlarının paylaşıldığı bir ortama dönüştürülebilir. Sosyal medya, ulusları, etnik grupları, dinleri ve ırkları sevgi dolu ilişkilerde bir araya getirmek için cazip ve örnek bir atmosfer olabilir. Biz sevgi için yaratıldık. Sevme ve sevilme ihtiyacı hissederiz; hoşnutluk ve mutluluk içinde yaşamanın tek yolu budur. Dünyamızın bugünkü felaket durumu, sadece sevgiyle sağlıklı olabilen insan doğasının inkârının bir sonucudur. İnternete yayılan ve milenyum kuşağını etkileyen nefret hastalığını tedavi etmek için güzel ahlakı bir tedavi olarak vermek gerek. Bunun için de her türlü entelektüel araca başvurulmalıdır. Makaleler, belgeseller, programlar, mesajlar ve ilahi sevgi sözleri paylaşarak, genç nesiller gerçek doğalarına yönlendirilmelidirler.
Milenyum kuşağından beklediğimiz şey, barış, anlayış ve uyumlu bir dünyadır. Ancak bu güzelliği elde edebilmek için konuştuğumuz ve yazdığımız her sözü titizlikle seçmeye gayret etmeliyiz. Saldırganlığı ve nefreti ortadan kaldırmak için yapılan her tür bireysel çaba verimli olacak ve olumlu etkisiyle on kat büyüyecektir. Nefret kültürünün hızla yayılmasından daha güçlü bir şekilde sevgi kültürü hakim olmaya başlayacak ve geride kalan olumsuzlukların tüm izlerini silecektir. Bunu kendimiz ve dünyanın geleceği için yapmalıyız.
Adnan Oktar'ın Kashmir Reader'da yayınlanan makalesi:
http://kashmirreader.com/2017/06/11/better-future-millennials/