www.ataturkveislam.beyazsiteler.com
İslam coğrafyasında yaşanan saldırılar büyük tahribatlara yol açıyor. Ülkelerin yönetimleri, birlik ve düzenleri hızla bozuluyor, binlerce masum insan ölüyor. Ancak İslam dünyasında patlayan bombalar kadar zarar veren çok sarsıcı bir gelişme daha var: Müslümanların Dünyevileşmesi...
Son zamanlarda bazı Müslümanların maneviyat yerine maddiyata daha çok yöneldikleri dikkati çekmektedir. Aslında maddiyata yönelik gelişmenin kökleri 500 yıl kadar önce Avrupa’da kendini göstermeye başlamış, büyük sosyal ve siyasal çalkantılar nedeniyle bitmek tükenmek bilmeyen mezhep savaşlarına yol açmıştı.
Avrupa’daki bu çalkantıların başlangıcı Alman Katolik din adamı Martin Luther’in 1517’de, Kilise’nin bazı uygulamalarını sorgulamasına dayanıyordu. Katolik Kilisesi’ne karşı eleştirel hareketin gelişmesiyle doğan Protestanlık, dünya tarihinde büyük bir dönüşüm başlattı. Dönüşüm süreci, kapitalizm, laiklik, ulusçuluk gibi yeni ekonomik ve siyasi modelleri doğurdu.
Protestanlığın oluşturduğu dönüşümün, en az bu sayılanlar kadar önemli olan, ancak pek fazla gündeme getirilmeyen bir diğer sonucu da, bazı Hristiyanların yaşamlarında ve ahlak anlayışlarında köklü değişiklikler yaratmasıydı.
Protestanlıktan önce Hristiyanlar İncil’in insanın ruhuna seslendiğine ve kurtuluşun ruhların eğitilmesiyle gerçekleşebileceğine inanıyordu. Hristiyanlara göre İncil bu dünyanın geçici ve değersiz olduğunu, asıl yurda öteki dünyada kavuşulacağını bildiriyor ve insanları dünya-merkezli düşünmekten uzaklaşmaya çağırıyordu. Ayrıca Katolik öğretisi, insanlara hayatın her alanını dine göre belirlemek gerektiğini anlatıyordu. Protestanlığın da etkisiyle kimi Avrupalı ülkeler bu “dünyayı önemseyen” düşünceye dönmüş, ruha değil, maddeye yönelmiş, sonuçta ahiretin önemi unutulmuştur. Bir süredir İslam dünyasında da buna benzer bir süreç yaşanması oldukça dikkat çekicidir.
Müslümanlar, Amerika’daki Püritenlerin ya da Avrupa’daki Protestanlarınkine benzer yöntemlerin, asıl amaçlarından uzaklaşmalarına yol açmamasına dikkat etmelidirler. Müslümanlara dünyada asıl güç sağlayacak olan unsur para ya da makam değil, her zaman ve mutlaka, yalnızca samimi iman ve Allah’ın rızasına uygun şekilde yaşamaktır.
Püritenlik, Protestanlıktan doğan ve günümüzde ABD’de oldukça etkili bir dinsel harekettir. Püritenler ile günümüz İslam dünyasında etkin bazı topluluklarda benzer yöntemlerin benimsenmesi oldukça ilginçtir. İlginç olduğu kadar da düşündürücüdür.
➜ Püritenliğin Etkisindeki Bazı Müslümanlar Meslek Edinmeyi Tek Hedef Olarak Görürler:
Püritenliğin bugünkü güç ve etkisine ulaşma nedenlerinden birisi ‘nitelikli meslek’ edinmeye özel bir önem vermesidir. Ünlü Alman sosyolog Max Weber bir eserinde “Sermaye sahipleri ve işverenler, hatta işçi sınıfının eğitim görmüş yüksek tabakası, özellikle çağdaş iş kollarında yüksek düzeyde teknik ya da ticari eğitim görmüş personel, Protestan özellikleri taşır.” diyerek bu konuya vurgu yapmıştır. Bugün dünyanın çeşitli yerlerindeki bazı Müslüman topluluklar da tıpkı Püritenler gibi üyelerinin meslek edinmesine ve bu sayede devletlerin çeşitli kademelerinde görev almalarına özel bir önem vermektedir.
www.kolaylikdiniislam.beyazsiteler.com
➜ Püritenliğin Etkisindeki Bazı Müslümanların Bir Diğer Ortak Özelliği Ticarileşmedir:
Püritenliğin mensupları yoğun bir biçimde ticaretle uğraşmaya teşvik edilmişlerdir. Hatta Püritenlerin başka işletmelerde çalışmaları halinde yükselememeleri ihtimaline karşı kendi işlerini kurmaları sağlanmıştır. Bu sayede Püritenliğe katkılarının artması adına işletmelerde yüksek kârlılığın sağlanması alabildiğine teşvik edilmiştir. Bugün benzeri bir gelişmeyi İslam dünyasındaki kimi Müslüman topluluklarında da gözlemlemek mümkündür. Hatta bu konu o derece gelişmiştir ki her topluluk kendi mensuplarının kuruluşlarını tek bir resmi çatı altında toplayarak ticari birlikler bile oluşturmuşlardır.
Zengin Olmak Müslümanlar İçin Kınanacak Bir Özellik Değildir Fakat Zenginliği İnsanlığın Lehine Kullanmak Güzeldir
Allah tüm dünya nimetlerini inananlar için yaratmıştır. Nitekim Allah’ın birçok ayetiyle övdüğü Hz. Süleyman (a.s.) Allah’tan zenginlik isteyerek dua etmiştir. Allah, Hz. Süleyman (a.s.)’ın bu duasını kabul etmiştir ve Kuran’da büyük bir servet sahibi olan Hz. Süleyman (a.s.)’dan sürekli övgüyle bahsedilmektedir:
“Biz Davud’a Süleyman’ı armağan ettik. O, ne güzel kuldu. Çünkü o, (daima Allah’a) yönelip-dönen biriydi.” (Sad Suresi, 30)
“O da demişti ki: ‘Gerçekten ben, mal sevgisini Rabbim’i zikretmekten dolayı tercih ettim.’ ...” (Sâd Suresi, 32)
Önemli olan, tüm zenginliği Allah’ın razı olacağı şekilde kullanmaktır. Mal varlığını kaybetme korkusuyla Müslümanca bir tavır göstermekten kaçınmak samimi inananların asla yanaşmayacağı bir tutumdur. İnananlar bu dünyada Allah’ın nimetlerinden yararlanıp zevk aldıkları gibi, kendilerine verilenleri Allah yolunda harcamaktan da çok büyük zevk alırlar. Çünkü asıl amaç budur.
➜ Püritenliğin Etkisindeki Bazı Müslümanlar Siyaseti Tek İlgi Alanı Haline Getirmişlerdir:
Eleman yetiştirme ve maddi güç edinme konusunda belli bir noktaya ulaşan pek çok Protestan (ve Püritenler) siyaseti de ilgi alanlarına dahil etmişlerdir. Avrupa’da Protestanların siyasete nüfuzu, devletlerin yapılarının kökten değişmesine neden olacak kadar etkili olmuştur. Bugün, Mısır’da yaşananları Müslümanların Protestanlar gibi siyasete olan ilgileri ışığında değerlendirmek pekala mümkündür. Ne var ki, Mısır’ın ticaretini, turizm gelirlerini artırmayı, Müslümanların birlik olmasından önemli bir konu olarak gören siyasi hareketin sonu, beklediklerinden elbette ki çok farklı olmuştur. Burada üzerinde durulması gereken asıl konu bazı Protestanlar ile bazı Müslüman grupların yöntemlerindeki paralellikler kadar, bu paralelliklerin Müslümanlar üzerinde nasıl bir etki oluşturduğudur.
www.muminlerinbolunmuslugu.com
Ticarete teşvik edilen bazı insanlar kısa süre sonra kar ve kazanç elde etmeyi hayatlarının ana gayesi haline getirmişlerdir. İslam ve din hayrına yapılacak bir çalışmanın ticaretlerine ve elde edecekleri kazanca zarar vereceğini düşündüklerinde ise ticari kaygılar ya da gelecek endişesi ile hareket edebilmişlerdir. Sonuçta yatırımlarını tehlikede gördükleri noktada Müslüman bir topluluk gibi değil, daha çok bir cemiyet gibi davranmayı tercih edebilmişlerdir.
Bu anlayış namaz kılıp oruç tutan, ama asıl olarak malının çokluğu ile mutlu olan ve din ahlakından uzak bir yaşam şeklini benimseyen bir Müslüman modelinin doğmasına yol açmıştır. Oysa İslam’ı bilen, Allah’a inanan insanların, dünyadaki asıl amaçlarının Allah’a, dine hizmet olması gerektiğini unutmamaları gerekir.
Dünyaya fabrikalar işletmek ya da geleceğimizi garanti altına almak için değil; güzel ahlakı, sevgiyi, vefayı yaşamaya geliyoruz. Elbette ki Müslüman zengin de olacaktır; ama elde ettiği bu imkânları yine Allah’ın rızasını kazanmak, İslam ahlakını insanlara sevdirmek ve insanlara güzel bir dünya sunmak için kullanacaktır.
Allah yolunda çaba harcamayı gaye edinen her Müslüman bilmelidir ki, Allah Kendi dinine yardım edenlere yardım eder. Samimi Müslümanlar, şeytanın telkin ettiği ‘fakirlik korkusu’ ya da ‘zenginlik hırsı’na karşı güzel bir ahlak gösterir ve mutlaka Allah’tan yana tavır koyarlar. Dünyevi hiçbir çıkara tamah etmez, Allah’a kendilerini tam teslim ederler.
21. yy’da dünya hala özlenen adalet, barış, huzur ve sevgi ortamına ulaşabilmiş değildir. Ortadoğu coğrafyasında, Afrika’da, Asya’da hala birçok yerde savaşlar, çatışmalar, iç karışıklıklar sürüyor. Birçok insan tüm bu acıların son bulmasını ne kadar istese de kimse bir türlü gerçekten etkili olan bir çözüm sunamadı. Ülkeler, hükümetler, uluslararası organizasyonlar, yardım kuruluşları, barış elçileri kalıcı sonuçlar elde edemedi.
Dünyanın şu anki durumunun sorumluluğu ise Müslümanlara aittir. İşte bu noktada Müslümanların durup şu sorunun yanıtını düşünmeleri gerekir: “Neden etkili olamıyoruz? Neden zulme, acılara, sıkıntılara, adaletsiz, haksız uygulamalara, ezilen halkların durumuna, dünyadaki çatışmalara, savaşlara bir çözüm getiremiyoruz?”
Bunun için püritenliğin etkisindeki insanların, toplumların, hükümetlerin, siyasetçilerin, uluslararası kuruluşların bir vicdan sorgulaması yapmaları ve bunun sonucunda da şu açık gerçeği görmeleri gerekir: “Demek ki yanlış bir şeyler yapıyoruz ve çözümü yanlış yerde arıyoruz.”
Bu sorgulamanın sonucunda ortaya şu kesin gerçek çıkmaktadır: Dünyadaki hiçbir sorunun çözümü tek olarak ‘siyaset ve ticaret,’ değildir ve olamaz da. Elbette siyaset, kitlelerin seslerini duyurmalarında, toplumlara yön verme ve yönetme konusunda önemli bir araçtır. Ancak siyaset tek başına, hiçbir konuyu çözemez.
Örneğin uzun yıllar boyunca İslam aleminin kurtuluşunun siyasetle, politik manevralarla mümkün olabileceği, Ortadoğu’daki karışıklıkların siyasetle çözülebileceği yanılgısına düşüldü. Bu amaçla, ‘İslam coğrafyasındaki sorunlara çözüm getirme’ adı altında hep yoğun bir siyaset, yoğun bir “particilik” yapıldı. Oysa İslam alemindeki sorunlar hiçbir zaman salt siyasetle halledilememiştir.
Ortadoğu’da hakimiyet kurmuş olan acımasız diktatör yönetimler sadece siyaset yapmakla ortadan kaldırılamaz. Bunların taraftarlarının hastalıklı fikirlerinin ne cebir ve şiddetle ne de top ve tüfekle yok edilemeyeceğini tarih bize göstermiştir. Böyle toplumlara ancak Allah sevgisi ve Allah korkusu aşılanırsa bireyler akıllı ve yüksek vicdanlı kişiler haline gelebilirler. Sevgi ve barış, ancak böyle yaşanmaya başlar ve halklar birbirlerine saygılı olup, anlayış göstererek, huzurlu bir ortamda yaşayabilirler. Toplumlar ancak bu şekilde gelişebilir ve güç kazanabilirler.
Eğer liderler halklarına Allah’ı ve Allah’ın yarattıklarını sevmeyi aşılayabilirlerse mutlu ve huzurlu bir toplum inşa edebilirler. Aksinde siyasetin tek başına hakim olduğu yerdeki soğukluk, insanlara olumlu anlamda etki edemez. İnsanları, toplumları, sorunları çözecek olan, onların ruhlarındaki sevgi, şefkat, merhamet, dostluk, kardeşlik duygularını, insani ve vicdani değerleri harekete geçirmektir.
Eğer bu önemli gerçek dikkate alınırsa, dünyadaki eksikliklere, acılara, sıkıntılara çare bulmak çok daha kolay hale gelecektir. Dünyaya yön veren politikacılar, barış elçileri ve uluslararası yardım kuruluşları önce toplumlardaki bu büyük eksikliği ele alırlarsa, dünyada her şeyden önce insani değerleri, sevgiyi, kardeşlik duygularını canlandırmaya çalışırlarsa ve siyaseti bu zemin üzerinde kullanırlarsa, işte ancak o zaman etkili bir sonuca ulaşabilirler.
Müslümanların temel hedefi Kuran’da anlatılan sevgi anlayışını insanlara anlatmak olmalıdır. Önce birbirlerine sevgiyle yaklaşmalı insanların sevgi birliği konusunda ikna olmalarını kolaylaştıracak doğruya, iyiliğe, aynı şekilde doğrulukla, iyilikle tepki vermeleri, güzel bir çağrıya aynı güzellikle uymalarını kolaylaştıracaktır. Bu anlayış olursa, toplumda karşılıklı olarak gelişmiş olan negatif düşünceleri de ortadan kaldırabilirler. Ve eğer Müslümanlar insanların kalbinde sevgiye dair bir şeyler inşa edebilirse, o zaman o toplumun insanları karşılaştıkları nefret söylemlerine veya nefret toplumlarına yapıcı karşılık verebilecek bir güç elde edebilirler. Çevrelerindeki çatışmacı, ayrımcı, öfke dolu insanları pasifize etme ve onları makul olana yöneltme yönünde önemli bir güç kazanmış olurlar.
İşte bu nedenle Müslümanların toplumlara yön verecek görevler üstlenmiş ve siyaseti, daha güzel bir dünya oluşturmanın bir yolu olarak gören kimseler olmaları ve bu önemli gerçeği kendilerine rehber edinmeleri çok önemlidir. Vicdanlarını kaybetmiş, insanlıklarını yitirmiş, dünyayı sadece bir çıkar arenası olarak gören nefret toplumları, sevgiye, vicdana, insaniyete yönlendirilmediği sürece, bu toplumlar üzerinde yürütülen politikalar asla ve asla kalıcı ve olumlu sonuçlar vermeyecektir. Asıl ve öncelikli olarak sevgiyi esas alan; siyasi politikalarını ve çözümleri bu gerçek üzerine bina eden yaklaşımlar ise mutlaka olumlu sonuçlar verecektir.