Geçtiğimiz aylarda tüm dünya "Sırp kasabı" Miloseviç'in önce seçim yenilgisini, daha sonra da Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi'nde yargılanmaya başlamasını konuştu. Miloseviç'in yerine Devlet Başkanlığı koltuğuna oturan Kostunitsa en az Miloseviç kadar, hatta ondan daha koyu ırkçı bir Sırp. Bir demokrasi savunucusu kimliğiyle ön plana çıkan diğer bir muhalefet lideri olan Zoran Cinciç ise, Sırp ırkçılığının aktif militanlarından ve vahşi Çetnik ideolojisinin savunucularından biri.
Yani ihtilali yapıp, iktidarı devralanlar, basında bize tanıtıldığı gibi demokratik, insan haklarına saygılı, barıştan yana kişiler değiller...
1990'lı yıllara dek, çoğu insan Bosna'nın adını bile duymamıştı. Çoğumuz bu ülkeyi ancak okullarda okutulan Osmanlı Tarihi derslerinden hatırlayabilirdik.
Oysa 1992 yılının başından itibaren, Balkan yarımadasının ortasındaki bu ülke, hem dünya hem de Türkiye gündeminin en üst sıralarına yerleşti. Bosna'da bir savaş, daha doğrusu, iyi silahlanmış saldırgan bir gücün, silahsız ve masum bir halkı yok edişi yaşanıyordu. Eski Yugoslavya'nın dağılması sonucunda, kendisini Yugoslav topraklarının gerçek sahibi sayan Sırplar, Bosna'daki Müslüman halka karşı sistemli bir soykırım başlatmıştı. Sırplar Müslümanları birkaç haftada yok edeceklerini ya da topraklarından süreceklerini hesaplıyorlardı. Ama öyle olmadı. Başlangıçta hiçbir askeri gücü olmayan Müslümanlar, kısa sürede toparlandılar, Bosna-Hersek ordusunu oluşturdular ve hiç kimsenin ummadığı bir direnç gösterdiler. Savaş, 1995 Sonbaharı'na kadar sürdü.
Katliamın kanlı bilançosu
Savaş boyunca, tarihte eşine az rastlanır bir vahşet yaşandı. Sırplar tarafından öldürülen Bosnalı Müslüman sayısı 200 bini aştı. 2 milyon Müslüman evlerinden sürüldü. 50 bine yakın Müslüman kadına tecavüz edildi. Sırp toplama kamplarında Müslümanlar inanılmaz işkenceler gördü, on binlercesi sakat kaldı. (Harun Yahya, "Gizli El" Bosna'da)
Tüm bu vahşetin yanı sıra Batılı ülkelerin kasıtlı tepkisizliği, BM güçlerinin Sırp yanlısı tutumları, kendilerini savunmak isteyen Müslüman halka karşı uygulanan silah ambargosu, insani yardımın dahi yapılmaması savaşın tam üç buçuk yıl sürmesine neden oldu.
Sırplar ülkenin büyük bölümünü ele geçirmişlerdi, çünkü herhangi bir orduya hatta ciddi bir silahlı varlığa sahip olmayan Müslümanlar önemli bir direniş gösterememişlerdi. Ancak ilk şok atlatıldıktan sonra, önce paramiliter Müslüman savunma birlikleri, sonra da düzenli Bosna-Hersek Ordusu (Armija BiH) oluşturuldu. Sırplar bu sayede durduruldu ve ilk safhasında bir yağma ve katliamdan ibaret olan genel durum, bir süre sonra yerini iki ayrı cephenin var olduğu bir "savaş"a bıraktı. Ancak Miloseviç'in Batılı dostları ısrarla Bosna'da bir katliam, bir etnik temizlik, bir soykırım başlatıldığını değil, bir "iç savaş" yaşandığını savunuyorlardı. Televizyonlar, ülkedeki her üç tarafı da "savaşan taraflar" olarak tanımlıyor ve Bosna'da yaşanan olaylardan "iç savaş" olarak bahsediyorlardı. Hatta bazı durumlar, bir "anarşi vakası" gibi anlatılıyor, "kanun ve düzenin ortadan kalkması" şeklinde tanımlanıyordu. Herkes "Bosna'daki şiddeti durdur-ması için Miloseviç'e biraz daha şans tanınması" gerektiğini savunuyordu.
"Silah ambargosu" ile savunma imkanları ortadan kaldırılan ve "güvenli bölge" adı altında ellerindeki ağır silahları da toplanan Bosnalılar, Sırp tanklarına karşı hafif silahlarla savaşmak zorunda kaldılar. Sırpların bu saldırıları sonucunda Bosna'da çok büyük bir insanlık dramı yaşandı. Sırplar, İslam'ın Bosna-Hersek'teki yükselişine karşı dev bir katliamla cevap vermeye çalışmışlardı.
Miloseviç'in "ibretlik" sonu
Dünya geçtiğimiz aylarda önce seçimleri kaybeden, sonra yaptığı yolsuzluklar gerekçesiyle Belgrad'ta tutuklanan, ardından hapishane koşullarından dolayı geçirdiği rahatsızlık sonucu hastaneye kaldırılan ve son olarak Sırp yönetimi tarafından Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi'ne teslim edilen Sırp kasabı Miloseviç'in "ibretlik" sonunu konuşuyor.
Gazetelerde, televizyonlarda, Sırbistan'da "demokrasinin" kazandığı zaferin, halkın "demokratik" devriminin ve de yeni lider Vojislav Kostunitsa'nın "demokratik" kişiliğinin altı çiziliyor. Yazılanlara göre artık Miloseviç'in neden olduğu kan ve gözyaşı dolu günler sona erdi, barış ve huzur dolu bir hayata adım atıldı. Artık eski Yugoslavya halkını mutlu günler bekliyor...
Ancak bu haberlerin satır araları dikkatle incelendiğinde ve Bosna'da, Kosova'da 90'lı yıllar boyunca yaşananlar tekrar gözden geçirildiğinde gerçeklerin hiç de yazılanlar gibi olmadığı kolaylıkla anlaşılıyor. Çünkü iktidar değişikliğinin Sırbistan'ın şiddet yanlısı ırkçı politikasında bir değişiklik yapmayacağı, Miloseviç'in yerini bıraktığı yeni liderin kimliği biraz incelenince ortaya çıkıyor.
Kostunitsa en az Miloseviç kadar, hatta ondan daha koyu ırkçı bir Sırp. Bir demokrasi savunucusu kimliğiyle ön plana çıkan diğer bir muhalefet lideri Zoran Cinciç ise Sırp ırkçılığının aktif militanlarından ve vahşi Çetnik ideolojisinin savunucularından biri. Yani ihtilali yapıp, iktidarı devralanlar, basında bize tanıtıldığı gibi demokratik, insan haklarına saygılı, barıştan yana kişiler değil...
Zaten yıllarca Sırp zulmüne maruz kalan Bosna-Hersek yöneticilerinin yaptığı açıklamalar da bu düşünceleri doğruluyor. Dışişleri Bakan Yardımcısı Hüseyin Zivalc yaptığı açıklamada "yeni lider Vojislav Kostunitsa'nın da şiddetli bir ırkçı ve en az Miloseviç kadar komünist olduğunu" ifade ediyor. Zivalc, dünya basınına yansıyan ve Batılı ülkelerin yöneticileri tarafından alkışlanan bu devrimi sadece bir koltuk değişikliği olarak nitelendiriyor, Sırbistan'da demokratik bir yönetime geçileceği yönünde bir inanca kesinlikle sahip olmadıklarını söylüyor. Kısacası Boşnaklar, yeni lideri, en az Miloseviç kadar tehlikeli görüyor ve yeni gelişmelere temkinli yaklaşıyorlar.
Kostunitsa ile ne değişti?
Aslında yeni lider Kostunitsa hakkında şu an herkes çok az şey biliyor. Ancak bilinen çok az şey onun gerçek yüzünü gözler önüne sermeye yetiyor. 1990'lı yılların başında "Sırpları, Hırvatlara ve Bosna Hersek yönetimine karşı ırkçı duygularını göstermeye" çağıran Kostunitsa, Sırpların ırkçı politikalarını şiddetle destekliyor. Üstelik Miloseviç'in aksine tam bir Sırp olması nedeniyle Sırp ırkçılardan çok büyük bir destek görüyor. (Miloseviç baba tarafından Karadağlı idi) Kostunitsa onbinlerce masum insanın katili olarak tanınan ve savaş suçlusu ilan edildikten sonra ortadan kaybolan "Bosna kasabı" Radovan Karadziç'i gönülden destekliyor. Hatta savaşı bitiren Dayton anlaşmasına da şiddetle karşı. Bunun nedeni ise bazı bölgelerde daha fazla toprak ve daha fazla yetki talep etmesi. NATO'nun son operasyonunu ise radikal söylemlerle eleştiriyor. Sadece bu bilgiler dahi Sırbistan'da köklü bir değişimin olmayacağını kanıtlıyor.
Miloseviç'in rahat ve direnişsiz bir şekilde çekilmesi de Kostunitsa hakkında bazı soru işaretlerinin oluşmasına neden oldu. Özellikle de ilk günden itibaren Miloseviç'i Lahey Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi'ne vermeyeceğini söylemesi, can güvenliği ve dokunulmazlık garantisi vermek için çaba sarf etmesi, bir "danışıklı döğüş" olduğu yönündeki şüpheleri daha da körükledi. Adeta aralarında bir anlaşma varmışcasına, Miloseviç'in politik hayatının bitmediğinin ilk işaretlerini de vermiş oldu.
Zamanında Miloseviç'e bir şans tanınmasını isteyenler, bugün yeni ihtilali sevinç içinde karşılıyorlar. O gün tepkisiz kalanlar bugün sanki geçmişte Miloseviç'e hiç destek olmamış gibi davranıyorlar. O gün Müslüman halkın kendisini savunmasına izin vermeyenler, bugün Miloseviç'i savaş suçlusu ilan etmenin yeterli olacağını düşünüyorlar. O gün insani yardım yapmak için dahi parmağını oynatmayanlar, şimdi Miloseviç'e siyasette yer olduğunu ima ediyorlar. Ve o gün masum çocukların vahşice katledilmesini izlemekle yetinenler, bugün yeni lideri alkışla karşılıyorlar.
Değişen bir şey olmayacak!
İşte bu iki yüzlülük Yugoslavya'da hiçbir değişiklik olmadığı yönündeki kanaatleri güçlendiriyor. Belki sahnenin önündeki kişiler değişecek, ama Sırp politikası aynı şekilde devam edecektir. Şu an oluşturulmaya çalışılan sempati rüzgarı da aldatmacadan başka birşey değildir. Miloseviç'in düşüşü, kendisini 80'li yılların başından bu yana destekleyen Batılı güç merkezlerinin stratejik hesaplarında da ciddi bir karmaşa oluşturmayacaktır, zaten bu düşüşü planlayanlar da bizzat kendileridir. Kukla liderlerin düşmesi, yerlerine yenileri bulunduğu sürece, hiçbir zaman büyük bir sorun olmamıştır zaten.
Dileğimiz, sadece Müslüman oldukları için bu vahşi soykırımla karşı karşıya kalan Bosna halkının aynı saldırganlıkla bir kez daha yüz yüze geldiklerinde, tüm İslam dünyasından, daha büyük, bilinçli ve somut bir destek bulmalarıdır.
Sırbistan'da Müslümanlara baskı
Slobodan Miloseviç, 1989 yılında Kosova'nın başkenti Priştina'da yaptığı bir konuşmayla kanlı günlerin yakın olduğunu halkına müjdelemişti. Osmanlılar ile Sırp Krallığı arasındaki Kosova Savaşı'nın "anma töreni" için duvarlara asılan posterlerde bu savaş sırasında ölen Sırp Prensi Lazar'ın, Hz. İsa'nın ve Sırbistan Devlet Başkanı Slobodan Miloseviç yanyanaydı. Miloseviç, 500 yıl önce ölen Prens Lazar'dan bu yana, "Sırplığın" en büyük lideri olarak boy gösteriyordu. Miloseviç kalabalığa karşı şöyle demişti: "Altı yüzyıl sonra, yeniden savaşların ve mücadelelerin içine girmiş bulunuyoruz. Bunlar bu kez silahlı birer savaş değiller, ama böyle kalıp kalmayacaklarını da kimse bilemez".
Bu ve benzeri tahrik edici sözler, kalabalığın toplu bir histeri ile coşmasına neden olmuştu. Kosova Savaşı'nın 500. yıldönümünde, yeniden savaş baltaları ortaya çıkarılıyordu. Bu kez ortada Osmanlı yoktu. Ama Osmanlı'nın "bakiyesi" Sırpların yanı başında duruyordu: Müslümanlar... Bosnalı, Sancaklı ya da Arnavut Müslümanlar.
Bosna'da yıllarca süren katliam ve etnik soykırım bugün belki sona erdi, ama arkasında çok büyük bir insanlık dramı bıraktı. Dileğimiz, sadece Müslüman oldukları için bu vahşi soykırımla karşı karşıya kalan Bosna halkının yaralarının sarılması ve başta İslam dünyası olmak üzere, vicdan sahibi tüm toplumlardan bilinçli ve somut bir destek bulmasıdır.