Mao, Çin'deki hükümranların geleneğine uygun olarak, ama kendi çevresinde özenle dokunan efsanenin aksine, köylü denen bu kaba ve ilkel yaratıkların basit hayatta kalma uğraşları konusunda pek az endişe gösteriyordu.1
Mao Tse-tung, 1964 yılında "bütün aşağılık hayvanlar yok edilecektir" diye tehdit savurmuştu. Bununla, düşmanlarını insanlıktan çıkarıyordu, bu kısmen Çin geleneğindeki abartıya, kısmen de sosyal Darwinist "realizm"e dayanıyordu. Aynen anarşistler gibi, devrime tepki duyanları evrimsel başarısızlıklar olarak görüyor ve soylarının tükenmesini hak ettiklerini düşünüyordu. Halkın düşmanları insan değildi ve insan olarak muamele görmeyi hak etmiyorlardı. 3
Mao'nun Büyük Atılım projesi, aslında bir tür doğal seleksiyon denemesiydi. Mao, Çin toplumunu olabilecek en ağır şartlara zorluyor, bu yolla zayıfları ve komünizme karşı olanları eliyordu. Bir yandan da açlık yoluyla köylülerin beyinlerini yıkamaya, onları kendisine ve komünist düzene bağımlı hale getirmeye çalışıyordu. Bu hareketin fikri temeli ise Darwinizm'di. Nitekim Mao, "Büyük Atılım" sırasında aynı zamanda bir "eğitim atılımı" başlatmıştı ve bu eğitim kampanyasında başrolü diyalektik materyalizmle birlikte Darwinizm oynuyordu. Mao, o dönemdeki bir söylevinde, "Çin sosyalizminin temeli, Darwin'e ve evrim teorisine dayanmaktadır" diyerek, uyguladığı vahşetin dayanağını açıkça ifade ediyordu. 5
... Darwin gibi doğa bilimcilerinin doktrinleri uzun süre insanların çoğunluğu tarafından kabul edilmemişti, yanlış olarak değerlendirilmişti. Onlar dönemlerinde azınlıktılar. Bizim Partimiz de 1921'de kurulduğu zaman yalnızca birkaç düzine üyeye sahipti; biz de azınlıktık. Fakat bu kadar az insan gerçekliği ve Çin'in kaderini temsil etmekteydi. 6
100 metrekarelik bir hücre 300 tutuklu ve Şanghay'daki Merkez Tutukevi'nde 18 bin kişi; açlık tayınları, iflah kesen işler; sürekli fiziksel şiddetle beraber (örneğin, tüm yürüyüşlerde başın eğik durması zorunlu olduğundan, başını kaldırana dipçik darbesi) insanlık dışı bir disiplin. Ölüm oranı, 1952'ye kadar kuşkusuz yüzde 5'in çok üzerindeydi, altı ay içinde Guangxi'deki bir kampta yüzde 50'lerin üzerinde ya da Shanxi'deki bazı maden ocaklarında günde 300 ölüye kadar çıkıyordu. En değişik ve en sadist işkenceler sıradan uygulamalardı; bunların arasında en yaygın olanı bileklerden ya da işaret parmaklarından askıya alınmaktır; bir Çinli rahip 102 saat sürekli sorgulamadan sonra ölmüştü. En kötü gaddarlıklar denetimsiz bir biçimde ortalığı kasıp kavurabiliyordu: bir kamp komutanı, birçok tecavüz olayının yanı sıra, bir yıl içinde 1320 tutukluyu ya katlettirmiş ya da canlı canlı toprağa gömdürmüştü. O sıralarda oldukça sık görülen başkaldıranlar da (birçoğu eski asker olan mahkumların moralman çökmesi için yeterli zaman geçmemiştir henüz) gerçek katliamlara yol açar: Yanchang petrol bölgesinde 20 000 mahkumdan birkaç bini idam edilir; 1949'da bir orman işletmesindeki 5 000 asinin 1000 kadarı canlı canlı toprağa gömülür... 7
Özel kelepçeler takmak ve bunları mahkumların bileklerinde iyice sıkmak, Mao'nun cezaevlerinde yaygınlıkla uygulanan bir işkence biçimiydi. Mahkumların ayak bileklerine aynı zamanda zincirler de geçiriliyordu. Hatta bazen kelepçeler, mahkumun ne yemesine ne içmesine ne de tuvalete gitmesine imkan verecek şekilde, penceredeki parmaklıklardan birine tutturuluyordu. Amaç, bireyi küçük düşürerek maneviyatını kemirmekti. Halk hükümeti, her türlü işkenceyi yasakladığını iddia ettiğinden, buna resmen 'cezalandırma', ya da 'ikna' adı veriliyordu. 8
İçeriye daldım. Spor alanında ve daha uzakta üç katlı yepyeni okul binasının önünde, gerçekten bir 'kara haydut çetesi' oluşturacak biçimde başları ve yüzleri siyah mürekkebe bulanmış, tamamı 40 ile 50 kadar, sıra halinde duran profesörleri gördüm. Bunlar, boyunlarına asılı, 'gerici akademik otorite bilmem kim', 'sınıf düşmanı bilmem kim', 'kapitalist yolu tutan bilmem kim', 'çürümüş çetenin başı bilmem kim' gibi -tümü gazetelerden alınmış niteliklerde- yazılı levhalar taşıyordu. Her levha, profesörlere infazı bekleyen idam mahkumlarının görüntüsünü veren birer kırmızı haçla işaretlenmişti. Tümüne, üzerinde benzer niteleme sıfatları yazılı eşek takkeleri giydirilmişti; sırtlarında da pis süpürgeler, toz bezleri ve ayakkabılar taşıyorlardı.
Profesörlerin boyunlarına da içi taşla dolu kovalar asılmıştı. Müdürü fark ettim: kova o kadar ağırdı ki, madeni tel deriye iyice gömülmüştü; adam sallanıyordu. Hepsi yalınayak, gonglara ya da tencerelere vurarak alanı dolaşırken bağırıyordu: 'Ben haydut bilmem kimim'.
En sonunda tümü dizlerinin üzerine çöktü; tütsüler yaktı ve Mao Tse-Tung'a 'suçlarını affettirmek' için yalvardı. Bu sahne karşısında aptallaştım, benzimin solduğunu hissettim. Birkaç kız bayılacak gibi oldu. Dayak ve işkenceler bunu izledi. Daha önce hiç böyle işkence görmemiştim: onlara artık su maddeleri ve böcekleri yediriliyor ve elektrik akımı veriliyordu. Cam kırıkları üzerine diz çökmeleri için zorlanıyorlar, kollarından bacaklarından askıya alınarak 'uçak' durumuna sokuluyorlardı. 10
Kültür Devrimi sırasında, daha önce Lenin ve Stalin rejimleri tarafından uygulanmış olan "insanları hayvanlaştırma" politikası da uygulamaya kondu. "Halk düşmanı" olarak tespit edilen muhalifler, halk önünde hayvan taklidi yapmaya zorlanıyordu. Tutuklanan bazı profesörler, elleri arkadan bağlı olarak çimlere atılıyor ve "otlanmaları", yani ağızlarıyla yerdeki çimi yolmaları için zorlanıyordu. Pekin basını şöyle yazıyordu: "Mao karşıtları, sokakları koşan farelerdir, öldürün onları, öldürün". 11
Hepsi ölüme mahkum edilen devrim karşıtları, bütün halkın davet edildiği açık duruşmalarda, Kızıl muhafızlar tarafından parçalanıyorlardı. Halk ise bu esnada "öldür öldür!" diye bağırıyordu. Kızıl Muhafızlar bazen parçaları kızartıp yiyor ya da hala canlı olan mahkumun gözleri önünde ailesine yediriyordu; herkes "eski mülk sahibi"nin karaciğerinin ve kalbinin yendiği ziyafetlere ve konuşmacının yeni kesilmiş kafalardan yapılmış bir kazık dizisi önünde konuştuğu toplantılara davetliydi. Çin'de yamyamlığa varacak kadar şiddetlenen nefret ve vahşet hakimdi. 12
Kızıl Muhafızlar, bu acınacak derecede ciddi çocuklar, "devrimci enerjiyi azaltma" diye adlandırılan kedi, kuş beslemeyi ve çiçek yetiştirmeyi (bahçeye çiçek ekmek, böylece karşı-devrimcilik oluyordu) yasaklamayı uygun gördüler... Büyük kentlerde özellikle Şanghay'da devriyeler uzun ya da briyantinli saçları sorgusuz sualsiz kırpıyor, dar pantolonları parçalıyor, yüksek ökçeleri söküyor, sivri uçlu ayakkabıları deliyor ve dükkanları uygun adlar almaya zorluyordu. Kızıl Muhafızlar, yoldan geçenleri, kendi seçtikleri Mao'nun deyişlerinden birini ezbere okutturmak için durduruyordu. İnsanların çoğu evlerinden dışarı çıkmayı göze alamıyordu. 13