Komünizm, sözde "akılcı" bir ideoloji olarak doğmuştur. İdeolojiyi kuranlar, yani Karl Marx (1818-1883) ve Friedrich Engels (1820-1895) materyalist felsefeyi benimsemişler, bunu toplum bilimlerine uygulayarak "tarihin kuralları"nı belirlediklerini düşünmüşlerdir. Marx, tarihi çeşitli evrelere ayırmış, o dönemde İngiltere gibi ileri ülkelerde "kapitalist evre"nin yaşandığını, bunun ardından kaçınılmaz olarak bir işçi devriminin geleceğini ve sosyalist evrenin başlayacağını öne sürmüştür. Marx, bu devrimin kendiliğinden, yani işçilerin kendi insiyatifi ile gerçekleşeceği ve İngiltere gibi sanayileşmiş ülkelerde yaşanacağı kehanetinde bulunmuştur.
Ancak Marx'ın kehanetleri tutmamıştır. Tutmadığı da onun ölümünden sonraki 30-40 yıl içinde açıkça görülmüştür. İngiltere'de veya bir başka sanayileşmiş ülkede bir devrim olmamış, aksine işçilerin sosyal ve ekonomik şartlarında iyileşme yaşanmıştır. Komünizmin Akılcılık İddiasının Geçersizliği
Bu durumda Marx'ın teorisinin, tarihteki pek çok yanılgı gibi bir hata olarak değerlendirilmesi ve bir kenara bırakılması gerekirdi. Ama öyle olmamıştır. Kendilerine "Marksistler" adı verilen bir grup insan, Marx'ın gerçekleşmeyen kehanetlerini zorla da olsa gerçekleştirme çabasına girişmiştir. Marx'ın "kendiliğinden olacak" dediği devrim bir türlü olmayınca, bunu silah zoruyla yapacak örgütler kurmaya ve "devrimcilik" yapmaya karar vermişlerdir. Marx'ı bu şekilde yeniden yorumlayan ve Marx'ın tutmayan kehanetlerini bahaneler oluşturarak açıklamaya çalışan en önemli Marksist, Lenin'dir.
Lenin, devrimin İngiltere gibi ileri ülkelerde olamayacağını, bunun yerine Rusya gibi sanayileşmemiş ülkeleri denemeleri gerektiğini, komünizmin burada başarıya ulaşacağını ve sonra da tüm dünyaya yayılacağını ileri sürmüştür. Bu hayalini gerçekleştirmek için Rusya içinde ve dışında uzun yıllar devrim hazırlığı yapmış, I. Dünya Savaşı'nın karmaşası içinde aradığı fırsatı bulmuş ve iktidara gelmiştir.
Ama Lenin'in kehanetleri de aynı Marx'ınki gibi boşa çıkmıştır. Ne kurduğu sistem başarıya ulaşmış, ne de komünizm sandığı gibi dünyaya yayılmıştır. Bugün Lenin'in kurduğu Soyvetler Birliği tarih olmuş durumdadır. Sovyet işgali ve baskısıyla komünist yapılmış ülkelerde de komünist sistem çökmüştür. Komünizm, 20. yüzyılın en büyük ve en başarısız deneyi olarak kabul edilmektedir.
Marksizm Gibi Materyalizm de Yıkılmıştır
Marksizmin bir yanılgı olduğu, sadece kehanetlerinin ve kurduğu sistemlerin çökmesiyle değil, aynı zamanda dayandığı felsefenin çökmesiyle de ispatlanmış durumdadır. Marksizmin temeli olan materyalist felsefenin tüm temel varsayımları, 20. yüzyıl içindeki bilimsel keşiflerle yalanlanmıştır. Örneğin;
1. Materyalizm, evrenin sonsuzdan beri var olduğunu, dolayısıyla maddenin yaratılmadığını savunmuştur. Oysa 20. yüzyılda kabul edilen Big Bang teorisi, maddenin ve zamanın yoktan yaratıldığını göstermiştir. Bu teori, evrenin bundan 10-15 milyar yıl önce yoktan var olduğunu, yokluk içinde birden ufak bir hareketin belirdiğini ortaya koymuştur. Yani Big Bang'in gösterdiği gerçek, hiçbir şey mevcut değilken, bu hiçlik içinde birden bir hareket, hareketin ardından da madde ve zamanın meydana geldiğidir. İşte bu, materyalistlerin iddialarını tamamen çökertmiş, maddenin, zamanın ve hareketin tek Yaratıcısının Allah olduğu gerçeğini göstermiştir.
2. Materyalizm, maddenin ve zamanın birer "mutlak" kavram olduklarını, yani hep var olan, değişmeyen, sabit kalan esaslar olduklarını savunmuştur. Oysa Einstein'in Rölativite Teorisi, madde gibi zamanın da mutlak bir kavram olmadığını, değişken bir algı olduğunu göstermiştir.
3. Materyalizm, insan zihninin sadece maddesel etkenlerle açıklanabileceğini, insanın bütün zihinsel işlevlerinin maddeye indirgenebileceğini iddia etmiştir. Oysa beynin detaylarının keşfedilmesi, beyinde hiçbir karşılığı bulunmayan zihinsel işlevlerini ortaya koyarak, insan zihninin madde-ötesi bir varlığa, yani "ruh"a ait olduğunu tasdik etmiştir.
4. Materyalizm, canlıların yaratılmadığını, Darwin'in evrim teorisinde iddia edildiği gibi rastlantılarla oluştuğunu ileri sürmüştür. Bu iddia da 20. yüzyıldaki bilimsel bulgularla çürümüş, canlılarda reddedilemez bir "tasarım" bulunduğu ve tüm canlıları yaratanın Allah olduğu anlaşılmıştır.
Eğer bir ideoloji akılcı olduğunu iddia ediyorsa, ancak iddiaları akıl ve bilim karşısında geçersiz kalıyorsa, dahası yaşanan somut olaylar o ideolojinin tüm öngörülerini boşa çıkarıyorsa, o zaman bu ideolojinin hiçbir iddiası kalamaz. Bu ideolojiyi benimsemiş kişilerin de, ideolojinin geçersizliğini akılcı bir analizle görüp onu terk etmeleri gerekir. Dolayısıyla eğer komünistler romantizm ve hayalperestlikle değil de akıl, mantık ve sağduyu ile hareket eden kimseler olsalardı bugüne kadar komünizmi yüzlerce kez terk etmiş olurlardı.
Marksistlerin Komünizme Olan Körü Körüne Bağlılıkları
Komünizm temelde romantizm üzerine kurulu bir ideoloji olduğundan onun bağlıları da akılcılık ve bilimsellikten uzak bir biçimde bu sisteme bağlı kalmayı ve bu köhne sistemi gerçeklere gözü kapalı olarak savunmayı sürdürmektedirler. Daha en başında, yani Marx'ın en temel kehanetlerinin gerçekleşmediği görüldüğünde bu ideoloji bir kenara bırakılmalıydı. Oysa bırakılmadı. Dünyanın dört bir yanında türeyen "devrimciler", Marx'ın hayallerini gerçekleştirmek uğruna eylemlere giriştiler. Devrimler, iç savaşlar, gerilla mücadeleleri, terör eylemleri düzenlediler.
Soyvetler Birliği ve tüm Doğu Bloku çöktü, Kızıl Çin kapitalist ekonomiyi benimsedi. Ama hala komünizm bırakılmadı. Hala dünyada ve ülkemizde komünist örgütler faaliyetlerini sürdürüyor. Sözünü ettikleri "devrim"in bir hayal olduğunu bilmelerine rağmen, sırf komünizmi bırakmamak uğruna kan dökmeye devam ediyorlar. Kendi arkadaşlarını ve kendi bedenlerini diri diri ateşe verip yanarken komünist marşlar söyleyecek kadar romantik, kör ve amaçsız bir inatla komünizme bağlılıklarını koruyorlar.
Bu durum, komünizmin akılcı bir ideoloji olmadığını, bu ideolojiyi savunanların onu akılcı bir değerlendirmeyle değil de bir başka nedenle benimsediklerini gösterir. Bu nedene çoğu kimse "fanatizm", "bağnazlık", "sabit fikirlilik" der. Bu tespitte bir hata yoktur. Ama biraz derinlemesine incelendiğinde, söz konusu fanatizmin altında, romantizmin çok büyük bir rol oynadığı ortaya çıkmaktadır.
Bir başka deyişle, komünizm de romantizmin büyüsünden güç almaktadır. Komünist Romantizmin Örnekleri
Komünistlerin yaşadığı romantik ruh halini ilk başta çoğu kişi fark etmez, çünkü komünistler hep bilimden, felsefeden, akıldan söz ederler. Oysa söz konusu kavramları da romantik bir bakış açısıyla algılamaktadırlar. Bilimin ortaya koyduğu, ama işlerine gelmeyen sonuçları, "burjuva bilimi" diye gözü kapalı bir biçimde reddederler. Hatta Stalin bu bakış açısını sistemleştirmiş ve kendi döneminde "burjuva bilimi" ve "proletarya bilimi" diye saçma ve yapay bir ayrım yapmıştır.
Öte yandan komünistlerin yayınlarına, dergilerine, şiirlerine ya da marşlarına detaylı olarak bakıldığında, aslında yoğun bir romantizm yaşadıkları görülmektedir. Bazı kavramları putlaştırmışlar ve onlara karşı aşırı duygusal bir bağlılık geliştirmişlerdir. Bunların başında "devrim" kavramı gelir. Bir komünist için devrim, tüm kötülüklerin sonu ve tüm iyiliklerin başlangıcıdır. Hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğini bildiği bu hayale bir tür ümitsiz aşkla bağlanır. Sözünü ettiği bu devrim hakkında hiçbir akılcı değerlendirme yapmaz. Devrim niye yapılacaktır? Devrim olduğunda, pek çok masum insanın kanı boşuna akacak, bütün toplum acı çekecektir, buna ne gerek vardır? Devrim olmadan da fakir insanların yaşam şartları düzelemez mi? Devrim olduğunda ekonominin durumu ne olacaktır? Ülke nasıl yönetilecek, iç karışıklıklar nasıl bastırılacak, dış tehlikeler nasıl bertaraf edilecektir?
Bir Komünistin Hayata Bakış Açısı
Yukarıdaki gerçekçi soruların bir komünist için hiçbir önemi yoktur. Varsa yoksa tek amaç devrimdir. Eğer bu gibi sorulara bir cevap vermesi gerekirse, Lenin'in, Stalin'in veya Mao'nun yazdığı kitaplardan kalıplaşmış sözleri alıp aktarır, ancak bu soruların cevaplarını gerçekçi olarak düşünmeye yanaşmaz. Onu devrim fikrine en çok bağlayan etken ise, bu konuda yazılan duygusal şiirler, bestelenen ateşli marşlardır. Komünist edebiyatta sık sık "çiçekler içindeki güzel ülke"den, "uzaklardaki kızıl güneş"ten vs. bahsedilir. Aslında devrim kavramı ile komünist arasındaki ilişki, bir tür romantik aşk hikayesi gibidir. Üniversitelerdeki, kitap fuarlarındaki, kültür merkezlerindeki komünistlere ait standlar, komünistlerin toplandığı barlar, cafeler incelendiğinde, bu romantizmin çeşitli sembollerle ayakta tutulduğu görülür. Zincirlerini kıran güçlü proleterya posterleri, sıkılmış yumruk figürleri, sosyalizm uğruna savaşmaktan ve ölmekten söz eden devrim şarkıları, komünist romantizmin en yaygın sembolleridir.
Bu romantizm kimi zaman kıyafetlere de yansır. Sırtına haki renkli bir parka geçiren, başına da komando kepi giyen komünist bir genç, kendisini Latin Amerika'nın komünist gerilla lideri Che Guevara ile özdeşleştirir. Zaten odasında veya özel eşyalarının arasında büyük olasılıkla bir "Che" posteri vardır. Pop yıldızlarına özenip onlar gibi giyinen romantik kolejli gençlerden tek farkı, kendisine seçtiği yıldızın müzisyen değil gerilla olmasıdır.
Komünist romantizmin bir diğer ilginç örneği, kendilerine acı çektirmekten ve diğer insanların kendilerine acımasını sağlamaktan ilginç bir zevk almalarıdır. Örneğin cezaevinde "açlık grevi"ne başlayarak çok basit bir amaç uğruna kendisini ölüme doğru sürükleyen komünist militan, bu eyleminin kendisine verdiği acı ve ızdıraptan zevk duymakta, bir yandan da çektiği acı nedeniyle diğer insanların kendisine duyduğu acıma hissinden ve ilgiden haz almaktadır. Öte yandan arkadaşları tarafından "dava adamı" olarak bilinmekten ve takdir edilmekten zevk almaktadır.
Komünistlerin acı çekmekten aldıkları romantik zevk, bazen çok uç noktalara varabilir. Komünist militanlar, yaptıkları eylemlerde kendilerini canlı canlı yakmak, seçtikleri bir arkadaşlarını demir parmaklıklara bağlayarak, üzerine yanıcı madde döküp ateşe vermek, sonra da karşısına geçip o yanarken komünist marşlar söylemek gibi korkunç bir vahşet uygulamaktadırlar. Bu akıl almaz şiddeti gerçekleştiren militanların, aynen Nazi mitinglerindeki kalabalıklar gibi, bir tür "bilinç kayması" halinde oldukları, tamamen duygusal ve psikolojik bir trans haline geçtikleri, kaydedilen görüntülerden anlaşılmaktadır.
Komünistlerin, hedeflerine asla ulaşamayacaklarını bildikleri halde ısrarla ideolojilerine bağlı kalmaları, bir tür inatla mümkün olmaktadır. "Yanlış da olsa, başarıya ulaşamayacak da olsa, ben komünistim ve sonuna kadar öyle kalacağım" düşüncesiyle körü körüne bir bağlılık sergilemektedirler. Elbette akılcı bir insan böyle davranmaz.
Komünizm, akılcı bir ideoloji ve felsefe olma iddiasıyla ortaya çıkmasına rağmen, gerçekte akla ve bilime aykırı iddialarla doludur ve bunların yaklaşık 1.5 asırdır hala ısrarla savunulmasının ardında, komünistlerin ideolojilerine olan romantik bağlılıkları yatmaktadır.