Bir zamanlar özgürlük ve demokrasinin beşiği olarak anılan Avrupa, günden güne aşırı sağcı, ırkçı ve faşist görüşlerin hızla yaygınlaşarak rağbet gördüğü bir coğrafya haline geliyor. İslamofobi, yabancı ve göçmen karşıtlığı gibi eğilimler de aynı paralelde gelişmeye devam ediyor. Daha doğrusu bunlar, gerçekte aşırı sağın en çok beslendiği unsurlar olarak kendini gösteriyor.
Hollanda'da Geert Wilders, Kuran’ın yasaklanmasını isteyecek kadar ileri gitti. Macar partisi Jobbik, çingene mahallesinde devriye gezen milis kuvvetlerini kurdu. Danimarka Milliyetçi Partisi ise mültecilerin mallarına el koymayı teklif etti.
Başta Fransa olmak üzere, son 5 yılda en az 30 milyon Avrupalı seçmen aşırı sağ partilere oy kullandı. Milliyetçi partiler son seçimlerde Finlandiya’da %18, İsveç’te %13, Danimarka’da %21, İsviçre’de %29, Avusturya’da %35, Fransa’da %14 Hollanda’da %10, Macaristan’da ise %21 oy aldılar. Fransa'da Macron'un iktidar olmasına rağmen Le Pen'in ırkçı partisi yükselişini hızla sürdürüyor.
Avusturya’da 15 Ekim 2017 tarihinde gerçekleştirilen seçimleri Halk Partisi kazanırken, aşırı sağcı Avusturya Özgürlük Partisi seçimlerden ikinci parti olarak çıktı. Avrupa’nın en genç lideri olacak Sebastian Kurz’un aşırı sağcı Avusturya Özgürlük Partisi ile bir koalisyon oluşturması bekleniyor. Öyle görünüyor ki eski bir SS subayı tarafından kurulan aşırı sağcı AÖP(FPÖ) iktidar belirleyen bir konuma geliyor. Bu yükseliş AB’nin içe dönüş eğilimlerini güçlendiriyor ki bunun da Türkiye’nin üyeliğiyle ilgili tartışmaların daha da serleşmesine yol açması muhtemel.
24 eylül 2017'de yapılan Almanya federal seçimlerinin ardından AfD (Alternative für Deutschland) partisinin Parlamentoya girmesiyle Avrupa'da aşırı sağın yükselişi bir kez daha gündeme geldi.
İslam ve yabancı düşmanlığıyla tanınan aşırı sağ AfD ise, oyların % 12.6'sını alarak öncekine göre bu seçimlerde oy oranını % 7.9 artırmış oldu. Alman seçmeninin ana akım siyasi partilere verdiği desteğin çökmesi ve AfD'nin 94 milletvekiliyle Federal Meclis'e 3. büyük siyasi parti olarak girmesiyle Almanya'nın giderek aşırı sağa kaymasından korkuluyor. Son seçimlerde bu ana akım partilerin parlamentoda kaybettikleri 100'den fazla koltuğun çok büyük bölümünü AfD aldı.
Aşırı sağcı AfD'nin seçim kampanyası sürecinde sarf ettiği, "Kendine güven Almanya", "Almanlar iki dünya savaşında da askerlerinin başarılarıyla gurur duymalı", "(Uyum Bakanı) Aydan Özoğuz’u Anadolu’da imha edeceğiz" gibi milliyetçi ve ırkçı söylemler, özellikle ülkede yaşayan Türkler üzerinde bir endişe oluşturdu. AfD, aynı zamanda sınır polisine kaçakları vurma yetkisi verilmesini de isteyen bir parti.
Merkel'in önündeki tek alternatif olan CDU, FDP (Hür Demokrat Parti) ve Yeşiller koalisyonuna da uzmanlar en fazla 2 yıllık ömür biçiyor. Partilerin renklerinin kombinasyonundan ötürü Jamaika koalisyonu olarak adlandırılan bu olası birleşmenin, ekonomi, enerji, devlet yapısı gibi konularda ortak bir anlaşmaya varmalarının güç olacağı belirtiliyor.
Bremen Üniversitesi'nde aynı zamanda Kültürlerarası ve Uluslararası Araştırmalar Enstitüsü'nün Başkanı olan Dr. Roy Karadağ, AfD ile birlikte ortaya birçok belirsizlik ve endişenin ortaya çıktığını ve bunun sonucunda Almanya'da büyük değişimler olabileceğini vurguluyor.
Aşırı sağın en önemli avantajlarından biri de sistemden rahatsız olanları, bugüne kadar denenmiş parti ve ideolojilerden umduğunu bulamayanları, fayda sağlayamayanları kendisinde toplaması. Bu yüzden aşırı sağ ve ırkçılık yalnızca Avrupa'da değil yaklaşık 30 yıldır tüm dünyada yükselen bir akım. Son yıllarda ABD'deki ırkçı gelişmeler endişeyle izleniyor.
Sosyal demokrasi ve diğer sosyalist akımlar sürekli kan kaybediyor. Yıllarca sosyalist yönetim altında olan İskandinav ülkeleri sağ partilerin idaresine girdi. Bu yükseliş, şiddet isteyen bir kısım ırkçı kesimlere yol açmaktadır. Norveçli aşırı sağcı Anders Breivik’in dehşet saçan katliamını da unutmamak lazım.
Avrupa'nın kökü eskilere dayanan geniş bir ırkçılık sabıkası var. Afrika’da, Güneydoğu Asya’da, Hint Yarımadası'nda, Avusturalya’da, Kuzey ve Güney Amerika da yaşanan ırkçılık temelli katliamlar, soykırımlar, savaşlar, toplama kampları, suni kıtlıklar, köle ticareti Avrupa tarihinin utanç dolu sayfaları arasında. Yine, 2. Dünya Savaşı döneminde Avrupa ülkelerinde yükselen faşist hareketlerin ırkçılık, aşırı milliyetçilik ve şiddete dayalı politikaları milyonlarca insanın hayatına mal oldu.
Aşırı sağı eleştirirken bir noktanın yanlış anlaşılmaması önemlidir. Aşırı sağın alternatifi sol görüş değildir. Sol ideoloji, tarihte de günümüzde de her topluma en büyük felaketleri getirmiştir. Burada kastettiğimiz, insana, manevi ve ahlaki değerlere önem veren, aklı selim bir idare sistemidir.
Sanat, bilim, teknoloji, demokrasi ve insan haklarında çığır açmış Avrupa'nın kendi bünyesinde böyle aşırılıkçı, sapkın akımlara bu kadar çabuk kapılması oldukça tutarsız görünüyor. Avrupa toplumunun, bu çarpıklığın muhasebesini yapması şart. Kendi öz değerlerine açıkça ihanet anlamına gelen bu çelişkinin üstesinden gelinmezse, Avrupa'nın yakın gelecekte çok tehlikeli ve yıkıcı bir sürece girmesi işten bile değil...
Adnan Oktar'ın The Jakarta Post'ta yayınlanan makalesi:
http://www.thejakartapost.com/news/2017/10/20/is-far-right-politics-becoming-new-face-europe.html