USA Today’de[1] yayınlanan “Jewish activists secretly pray at Muslim holy site” başlıklı haberde, 15 kadar dindar Musevi’nin Kudüs’teki Tapınak Tepesi’nde dua edebilmek için ağızlarını elleriyle kapamak ve sanki cep telefonuyla konuşuyormuş gibi yapmak zorunda kaldıklarını okudum.
Tapınak Tepesi’nde ibadet etmek isteyen dindar Musevilerin maruz kaldıkları sıkıntıları, daha önce de Musevilerin Tapınak Tepesi’nde dua etmeleri için destek veren haham Yehuda Glick’ten defalarca dinlemiştim. Geçen yıl İstanbul’da düzenlediğimiz, çok sayıda seçkin konuğun katıldığı iftarımızın da onur konuğu olan Sayın Glick gerek özel görüşmelerimizde ve gerekse A9 TV’de katıldığı yayınlarda bunları ayrıntılı olarak anlatmıştı.
Bir insanın “kutsal” olarak kabul ettiği bir mekanda dua etmesinin engellenmesi insan haklarına açıkça aykırı bir durum. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 18. Maddesi, herkesin inanç, düşünce din özgürlüğü olduğunu, bu özgürlüğün tek başına veya başkalarıyla birlikte ibadet etme hakkını da içerdiğini belirtiyor. Bir Müslüman’ın Kabe’de namaz kılması ne kadar doğal bir hakkıysa, bir Musevi’nin Tapınak Tepesi’nde dua etmesi, ibadet etmesi, istediği dini töreni yapması o kadar doğal bir hakkıdır.
İnanç ve ibadet özgürlüğü, İsrail yasalarında da en üst normlar arasında yer alıyor. Örneğin, 1948 Özgürlük Bildirgesi’nde, İsrail Devleti’nde inanç özgürlüğünün teminat altında olduğu, dini konuşmaların ve davranışların da bu özgürlük kapsamında olduğu vurgulanmıştır. Nitekim İsrail Ceza Yasası’nın 171. maddesi dini ibadet için bir araya gelen kişilere mani olmayı suç kabul etmiştir.
Musevilerin Tapınak Tepesi’nde dua etme özgürlüğünü kısıtlamak için gerekçe gösterilen “gayrimüslimlerin Tapınak Tepesi’nde ibadet etmelerinden Müslümanların rencide olduğu” iddiasının[2] ise hiçbir Kurani temeli yoktur. Çünkü Kuran-ı Kerim’de Musevilerin ibadet etmelerinden rahatsız olmayı gerektirecek hiç bir ifade mevcut olmadığı gibi, aksine birçok ayette Ehl-i Kitap’ın (Musevi ve Hristiyanların) ibadet etmelerini öven ifadeler mevcuttur.
Örneğin, Kuran’da “Kitap Ehli'nden bir topluluk vardır ki gece vaktinde ayakta durup Allah'ın ayetlerini okuyarak secdeye kapanırlar. Bunlar Allah'a ve ahiret gününe iman eder, maruf olanı emreder, münker olandan sakındırır ve hayırlarda yarışırlar. İşte bunlar salih olanlardandır.” denmektedir. (Al-i İmran Suresi, 113-115. ayetler)
Nitekim İstanbul’daki camileri ziyaret eden kimi turistler bazen buralardaki manevi havanın etkisiyle kendi inançlarına göre dua etmektedirler ve buna hiç kimse engel olmamaktadır.
Dahası Kutsal Topraklar; Musevi, Müslüman ve Hristiyanların barış içinde, kardeşçe ve özgürce ibadetlerini yerine getirerek yaşamaları gereken bir beldedir. Kuran’da açıkça belirtildiği üzere, Kutsal Topraklar üzerinde Musevilerin yaşama hakkı vardır. Kuran’da 5:20, 17:104, 10:93, 2:58’inci ayetler bu gerçeği kesin olarak belirtmektedir. Kuran’ın ışığında değerlendirildiğinde, o topraklarda Musevileri görmek, o kutsal beldede ibadet ettiklerine şahit olmak, bir Müslüman için Kuran’da geçen bir müjdenin gerçekleşmesi anlamına gelmelidir. Dolayısıyla bu durum, o Müslüman için sevinç ve heyecan vesilesi olmalıdır.
Gerçekten de bir insanın Allah’a kul olmaya çalışması, bu amaçla O’na ibadet etmesi ve O’nun adını yüceltmesi çok güzeldir. Bunu yapan Musevileri ve Hristiyanları her Müslümanın desteklemesi gerekir. İstanbul’da veya başka herhangi bir Müslüman kentinde serbest olan bir şeyin Tapınak Tepesi’ndeki mescitlerde de serbest olması lazımdır.
Bununla birlikte, Musevilerin Tapınak Tepesi’nde dua ve ibadet etmelerini sadece oradaki Müslümanlar değil, İsrail halkı ve devlet kurumları da reddetmektedir. Bu isteksizliğin 3 temel sebebi vardır:
Yahudilik’in en kutsal dini mekanlarından biri olan Tapınak Tepesi'nin bazı yerlerine gidilirken uyulması gereken kesin yasalar vardır. Bu bölgelere ancak bu yasalara harfiyen uyarak girilebilir, ne var ki günümüz koşullarında bu kuralların tümüne uymak mümkün değildir. Öte yandan Tapınak Tepesi'nin içinde yüksek rahiplerin I. ve II. Tapınak zamanında Allah’la bağlantı kurdukları özel bir bölüm vardır ki, bu bölge ziyarete tamamen kapalıdır. Bu bölüme yalnızca o dönemin rahiplerinin giriş izni bulunmaktadır. Üstelik bu yerin neresi olduğu da kesin olarak bilinmemekte, hahamlar arasında bu konuda ihtilaf bulunmaktadır. Yehuda Glick gibi daha ılımlı hahamlar Tapınak Tepesi'nde ziyaret edilebilecek yerler olduğunu, buraların rahatça tespit edilebileceğini, dolayısıyla Tepe'ye ziyaretin Yahudilere yasak olmaması gerektiğini savunurlar. Haham Glick kendisi gibi düşünen en az 300 haham olduğunu söylemektedir.
Buraya 3. Tapınak yapılıncaya kadar Musevilerin girmesini yasaklar. 1967 yılında Tapınak Tepesi’nin İsrail’in eline geçmesinden birkaç saat sonra İsser Yehuda Unterman ve Yitzhak Nissim isimli başhahamlar buraya Musevilerin girmelerinin dinen yasak olduğunu ilan etmişlerdir. Yüksek Hahamlar Konseyi tarafından da onaylanan bu açıklama 2005 yılında yayınlanan bir başka deklarasyonla bir kere daha teyit edilmiştir.
İkinci sebep, Tapınak Tepesi’nin hukuki statüsünün burada gayrimüslimlerin ibadet etmesine izin vermemesidir. Osmanlı Padişahı III. Osman tarafından 1757 tarihinde imzalanan ve Kudüs’teki kutsal mekanların dini cemaatler arasındaki paylaşım şeklini düzenleyen formül bugün aynen İsrail Devleti tarafından da benimsenmiştir. “Osmanlı Statükosu” ismiyle bilinen bu paylaşım modeli, 1856 Paris Anlaşması, 1878 Berlin Anlaşması, 1923-1948 İngiliz Manda Yönetimi, 1948-1967 Ürdün Yönetimi ve sonra da İsrail Devleti’nce aynen korunmuştur. Son olarak da 1994 İsrail-Ürdün Barış Anlaşması’nda bir kere daha teyit edilmiştir. Dolayısıyla İsrail’in taraf olduğu uluslararası anlaşmalar ve 250 yıllık hukuki statü Musevilerin burada dua ve ibadet etmesini engellemektedir.
Üçüncü sebep, İsrail Devleti’nin güvenlik endişeleridir. Gerçekten de Tapınak Tepesi’nde Musevilerin dua veya ibadet etmesine o bölgedeki bir kısım Müslümanlar çok sert tepkiler vermektedirler. Kimi zaman “İntifada” ilanına kadar varan bu tepkilerin kamu düzenini bozduğu bir gerçektir. Bu nedenledir ki Başbakan Netanyahu geleneksel statüyü değiştirmeyeceğini defalarca kesin ifadelerle vurguladığı gibi, İsrail Yüksek Mahkemesi de Musevilerin Tapınak Tepesi’nde ibadet etmesine izin verilmesini talep eden tüm başvuruları “kamu düzeni” gerekçesiyle reddetmiştir.
Bir kısım Müslümanlar tarafından Musevilerin ibadetlerine sert tepki gösterilmesinin Kuran’a ve İslam’ın barış ruhuna hiçbir şekilde uymadığını burada belirtmek gerekmektedir. Günümüzde bir kısım Müslümanları etkisi altına almış olan hurafelere dayalı inanç şekli, ne acıdır ki, Kuran’a aykırı böyle tepkilerin gelişmesine neden olmaktadır. Söz konusu durumun tek çözümü ise, Kuran yoluyla verilmesi gereken eğitimdir.
Görüldüğü gibi, gayrimüslimlere yönelik dua ve ibadet yasağı insan haklarına aykırı olmakla birlikte, yukarıda saydığımız 3 önemli sebep, İsrail devlet kurumlarına yasağı sürdürmekten başka bir seçenek bırakmamaktadır.
Bu kör açmazı çözmenin tek yolu, sevgi ve uzlaşmayı sağlamak, Tapınak Tepesi’ndeki İslami yapılara dokunmadan, oradaki boş bir alana 3. Tapınağı inşa etmektir. Daha önce birçok defa ifade ettiğim gibi, Tapınak Tepesi’nin kuzey tarafındaki boş alana Hz. Süleyman Tapınağı’nın tam Tevrat’ta tarif edilen aslına uygun biçimde yeniden yapılabilmesi mümkündür. Her üç İbrahimî dinin en üst temsilcilerinin katılımıyla, ezan, şofar ve çan sesleri eşliğinde bu muhteşem mabedi hep birlikte ibadete açabiliriz ve “Jerusalem”i İbranice’deki anlamına uygun biçimde tam bir “Barış Şehri” haline getirebiliriz.
Sonuç olarak, Yahudilerin Tapınak Tepesi’nde özgürce dua etmeleri ve uygun bir alanına inşa edilecek bir mabette ibadet etmeleri hem İslam’ın insan haklarının bir gereğidir. Bu temel hakkın kullanımını engelleyen sebepleri aşacak birçok yol bulunmakla birlikte, bunların hayata geçirilmesi öncelikle Müslümanlar ve Ehl-i Kitap arasında sevgi ve uzlaşmanın sağlanmasına bağlıdır.
Adnan Oktar'ın Jerusalem Online'da yayınlanan makalesi: