Biri kökleri Osmanlı’ya kadar uzanan, pek çok etnik grup ve inanca ev sahipliği yapmış bir ülke, diğeri ise efsanelere konu olan Persler’in medeniyetinden doğmuş bir ülke… Bu iki köklü devlet, coğrafi yapıları gereğince tarih boyunca sürekli birbirleriyle etkileşim halinde oldular. Bu iki ülkenin Orta Doğu’da yer alan ve Arap olmayan iki büyük devlet, Türkiye ve İran olduğunu tahmin etmek hiç de zor değil.
Bu iki ülke her ne kadar tarih boyunca sürekli olarak dostça ilişkiler içerisinde olmamış olsalar da, kültürel anlamda pek çok ortak noktaları bulunuyor. Örneğin, bir Türk Farsça öğrenmek isterse, kısa zamanda pek çok Türkçe kelimenin aslında Farsça’da da kullanıldığını görecektir, aynı şekilde Türkçe’de de pek çok Farsça kelime kullanılmaktadır.
Tahran’da yaşayan insanların evlerini ziyaret ederseniz, muhtemelen, her kelimeyi anlamasalar da büyük bir keyifle Türkçe televizyon kanallarını izleyen insanlar göreceksiniz. İki ülkenin insanı da karşılıklı olarak birbiriyle ilgileniyor, her ikisi de aralarında bir bağ olduğunu düşünüyor ve bu onları birbirine daha da yaklaştırıyor. Hepimiz biliyoruz ki, bu iki ülkeyi birbirine bağlayan, iki ülke halkı arasındaki samimi dostluk ve dayanışmadır.
Pek çok kanlı çatışmayla Orta Doğu’nun yakın tarihini karanlığa boğan Arap Baharı, aslında Arap ülkelerinin özgürlüğe kavuşması gibi masum bir umutla başlamıştı. Tunuslu bir sokak satıcısının kendisini yakmasıyla bir seri protesto gösterisi başgösterdi. İnsanlar umduklarını bulamadıkları gibi, bu protestolar, bölgedeki hükümetlere karşı uzun süre kaynayacak bir öfkeyi ateşlemiş oldu.
Bölgede bazı yerlerde ateş söndü ancak Yemen, Irak ve Suriye’de çatışmalar artan bir hızla devam ediyor.
Her ne kadar bu duruma doğrudan dahil olmuş olmasa da Türkiye, komşularıyla daha iyi ilişkiler kurmayı umut etmişti ve bölgede demokrasiyi yerleştirecek bir rol model olarak aranılıyordu. Bu sebeple Türkiye dış politikada ‘Komşularla sıfır sorun’ ilkesini benimsedi.
Ancak bu durum Türkiye’nin umduğu gibi gerçekleşmedi aksine Türkiye bölgedeki komşuları ile sorunlar yaşamaya başladı. Pek çok bölgede yaşanan karışıklıklar nedeniyle, Türkiye Suriye, İsrail, Mısır, Irak ve Libya’daki elçilerini geri çekmek zorunda kaldı. Tüm bu gelişmeler Türkiye’yi yalnız kalmış hissettirdi.
Güvende olmak, huzur dolu bir gelecek umuduyla dolu olmak, komşularıyla iyi ilişkiler içinde olmak için Türkiye, yüzyüze gereken diplomatik adımları atmalı. Bölgede kendisini yalnız hisseden tek ülke Türkiye değil. Diğer tarafta aynı şekilde İran da, Amerika ve Avrupa’nın kendisine dayattığı ağır yaptırımlar nedeniyle ve bölgedeki Arap olmayan birkaç milletten birisi olması sebebiyle kendisini yalnız hissediyor.
Her ne kadar insanlar bu karışıklıkların yeni yılın gelmesiyle azalacağını düşünseler de, öyle olmadı. Karışıklar bölgede başka karışıklıkların doğmasına neden oldu ve vekalet savaşları ortaya çıktı. Devam eden sıcak çatışmaları incelersek, İran’ın yükselen gücünü görmek zor olmayacaktır.
Pek çok gazeteci bu durumu İran’ın bölgede Türkiye’nin rolünü üstlendiği yorumunu yaptı. Ancak Orta Doğu’da yaşananlar, Batılıların hayal ettikleri gibi değil.. Müslüman aleminde merhamet göstermek ve fedakarlık yapmak devletlerin kişisel çıkarlarından daha önemlidir.
Dış politikaya bakış açılarının pragmatik olduğunu iddia eden Batılıların aksine Türkiye ve İran her zaman örnek iki ülke olmuşlardır. Her ikisi de hem çok güçlü, hem de köklü iki devletler ve bölgedeki istikrar ve güvenliğin sağlanması açısından ilişkilerinin ne kadar gerekli ve önemli olduğunun farkındalar.
Geçmişte ve günümüzde anlaşmazlıklar olsa da, bu iki ülke her zaman birbirine karşı sevgi, saygı ve kardeşlik hisleriyle yaklaşmışlardır. Özellikle 1918-1920 yılları arasında yapılan Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı’nda iki ülkenin liderleri karşılıklı olarak sayısız dostluk mesajı iletmişlerdir.
Hatta Türkiye İran’a dayatılan hiçbir ekonomik yaptırımın içinde yer almamıştır: Ayrıca Türkiye İran ve Batı arasında her zaman arabulucu olmak istemiş ve sorunların barışçıl bir şekilde çözülmesi için her zaman İranlı kardeşlerimizin yanında yer almıştır.
Örneğin, Türkiye ve Brezilya İran ile yakıt takası anlaşması yaptığında dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu İran’a yeni yaptırımlar yüklemenin gerekli olmadığını belirtmişti. Ama anlaşma Haziran 2010’da Viyana Grubu üyeleri tarafından kabul edilmedi. Yine de Türkiye hiçbir zaman vazgeçmedi, diplomatik bir çözüm bulmak için çabalarını sürdürdü ve Ocak 2011’de, İran ve P5+1 üyeleri İstanbul’da pazarlık için masaya oturdu.
Yıllardır yapılan pazarlıklar sonucunda İran Haziran 2015’te son bir anlaşma imzalamaya karar verdi. Bu kesinlikle zor bir süreçti, ancak İran kendi rolünü oldukça iyi bir şekilde yerine getirdi ve hem Batılıların hem de kendi vatandaşlarının sempatisini kazandı. Yakın zamanda bu zorlayıcı yaptırımların ülkenin üzerinden kalkacağı, ve böylece ülkede yaşayan insanların yeni imkanlarla yeni bir hayata başlayabilecekleri umudu var.
Barışı sağlamak hiçbir zaman için kolay değildir. Orta Doğu’da barışı sağlamak ise daha da zordur. Çok fazla fedakarlık gerektirir. Türkiye ve İran bölgede kilit rol oynuyorlar ve her ne kadar üçüncü taraflar onları rakip ülkeler olarak göstermeye çalışsalar da, onlar aslında kardeşler. Onlar, bölgedeki karışıklıkların yükünü taşıyabilecek güçlü ve olgun iki devlettir. Her iki ülke de zulüm altında ve ihtiyaç halinde olan mazlumların sorumluluğunun üzerine olduğunun farkındalar. İki ülke de birlikte büyüyeceklerine, birliklerinin sadece İslam dünyasında değil, tüm uluslararası arenada karşılaşılan sorunların çözümünde çok önemli bir rol oynayacağına inanıyorlar.
Adnan Oktar'ın Tehran Times & Daily Mail'de yayınlanan makalesi: