İnsan, Yüce Allah’ın yarattığı imtihan gereği dünyada çok farklı olaylar ve kişilerle denenir. Fakat insanın denenmesi sadece çevresi ile sınırlı değildir. İnsan ayrıca kendi iç dünyasında yaşadıklarıyla da imtihan olur. İşte insanın iç dünyasında yaşadığı bu imtihanın adı nefistir. Eğer insan nefsini arındırıp temizleyebilirse Yüce Allah’ın rahmetini ve cennetini umabilir.
Nefis Yüce Allah’ın dilemesi dışında- kişinin ihlasını kırmak, samimiyetini zedelemek için benliğinde var olan her türlü kötü fikir ve düşünceyi destekleyecek şekilde hareket eder. “Nefse ve ona ‘bir düzen içinde biçim verene’, Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun).” (Şems Suresi, 7-8) ayetleriyle de haber verildiği gibi insan benliğinde ‘sınır tanımaz günah ve kötülüğü’ barındıran bir varlıktır. Bu nedenle bir insanın samimi olarak iman edebilmesi için nefsini arındırıp temizlemesi gerekir. İnsanın nefsini temizleyebilmesi için öncelikle nefsi besleyen özelliklerin neler olduğunu çok iyi teşhis etmesi lazımdır. Bu tıpkı bir doktorun hastalığın kaynağını bulmak için çeşitli tetkikler yaptırmasına benzetilebilir. Hastalığın sebebi bulunduktan sonra tedavisi elbette daha kolay olacaktır.
İnsanların sonsuz cehenneme gitmelerine sebep olacak tehlikeli bir özellik olan enaniyet, kişilerin kendilerini çok beğenmeleri ve herkesten üstün görmelerine neden olarak nefsi besler. Kendi akıllarına çok güvenen bu insanlar, Yüce Allah’ın Kuran’da emrettiği doğru yol yerine kendi koydukları kurallar ve prensipler doğrultusunda hareket ederler. Oysa bu koydukları kuralların tamamı nefsin istek ve tutkularını tatmin etmeye dayalıdır. Dolayısı ile Yüce Allah’ın beğenmediği çoğu davranış kalıpları ve yaşam biçimleri bu prensip maskesi altında meşru bir zemine oturtulur. Fakat, Kuran’da Yüce Allah nefsin bu en önemli kaynağı olan gurura karşı kullarını şöyle uyarır:
“Ona: “Allah’tan kork” denildiğinde, büyüklük gururu onu günaha sürükler, kuşatır. Böylesine cehennem yeter; ne kötü bir yataktır o.” (Bakara Suresi, 206)
Nefsin en önemli beslenme kaynaklarından biri övünmedir. Her insanın kendini diğer insanlardan üstün gördüğü bir övünme sebebi vardır. Bu; zenginlik, güzellik, makam ve mevki, eğitim durumu, kültür, mal ve çocuklar gibi birçok konu olabilir. Nefis sahip olunan bu özellikleri ön plana çıkararak insanların övgüsünü kazanmaktan büyük bir zevk alır. Ancak övgü duyulan şeylerin gerçek sahibi Yüce Allah’tır. Bu nedenle övgüye layık olan da O’dur. Rabbimiz kullarına bahşettiği farklı üstün özelliklerle sadece onları denemektedir. Nefsin isteği doğrultusunda hareket ederek onu övmek ise insanı kayba sürükleyecektir. Nitekim Yüce Allah bu gerçeğe Kuran ayetlerinde şöyle dikkat çeker:
“(Mal, mülk ve servette) Çoklukla övünmek, sizi ‘tutkuyla oyalayıp, kendinizden geçirdi. Öyle ki (bu,) mezarı ziyaretinize (kabre gidişinize, ölümünüze) kadar sürdü. Hayır; ileride bileceksiniz. Yine hayır; ileride bileceksiniz. Hayır; eğer siz kesin bir bilgiyle bilmiş olsaydınız, Andolsun, o çılgınca yanan ateşi de elbette görecektiniz.” (Tekasür Suresi, 1-6)
Nefis toplum içinde değer kazanmak için farklı olduğunu gösterip, üstünlük elde etmek için insanı değişik hayat tarzları, farklı konuşma üslupları kullanmaya zorlar. Nefsin etsine girmiş insanlar, gençlik, güzellik, zenginlik, iyi eğitim görmek, yabancı dil bilmek gibi özelliklerini bir şekilde belli etme çabasındadırlar. Nefisleri onları diğer insanlardan farklı olduğuna inandırmaya çalışır. Bu şekilde karşılarındaki insanların ilgisini çekerek onların hayranlığını kazanmayı amaç haline getirtir. Aslında bu nefsin kıskançlık ve kibirini tatmin etmek için kullandığı son derece ilkel bir yöntemdir. Bu şekilde kişinin kendisini (Yüce Allah’ı tenzih ederiz) ilah edinmesini amaçlar. Onu sadece insanların beğenisini kazanacak davranışlar geliştirerek tamamen kısa ve geçici olan dünyaya yöneltir ve Allah’ı düşünmekten alıkoyar, Allah’ı hoşnut edecek davranışlarda bulunulmasını engeller ve Kuran ahlakından uzak yaşamalarını sağlar.
www.basitliginkirlikulturu.com
İnsan; nefsine karşı son derece dürüst ve samimi yaklaşmalı, nefsinin Kuran ahlakına aykırı taleplerini asla kabul etmemeli ve ona sahip çıkmamalıdır. Çünkü nefsini kötülüklerden arındırıp eğitebilmesi, ona boyun eğdirebilmesi ve terbiye edebilmesi ancak bu yolla mümkün olabilir. Bunun için nefsini hiçbir zaman için kendi benliğinin bir parçası gibi görmemeli, hiçbir zaman için ondan yana tavır koymamalı ve onu savunmamalıdır. Onun daima haksız olduğunu, telkinlerinin Kuran ahlakına ve sünnete uygun olmadığını, şeytanın sözcülüğünü yaptığını bilmeli, ondan gelen sözleri bu anlayış ile değerlendirmelidir.
Nefis tamamen dünyaya yönelik bir hayat tarzını amaçladığı için para, mal, çocuklar, kariyer gibi kendini hoş tutacak, rahat yaşatacak, insanlardan daha üstün olduğunu hissettirecek hırs ve arzularla beslenir. İnsanı ölümle birlikte hayatın son bulacağına inandırır, bunun için “dünyaya bir kere daha mı geleceğim” mantığını ileri sürerek, dünyadaki tüm nimetleri ve zevkleri sınır tanımaz bir tarzda tüketip kullanmayı hedefler. Sürekli olarak gezerek, boş konuşarak, boş işlerle uğraşarak zamanı boşa harcamaya yöneltir, dedikodu yaparak hakkında konuştuğu kişinin hatalı yönlerini ortaya çıkarmayı bu şekilde kendini övmeyi ister. Kuran ahlakını yaşarsa sözde özgürlüğünün kısıtlanacağını ileri sürer, gerçekte ise insanı Allah’ın sınırlarını aşmaya zorlar ve günaha sürüklemek ister. Oysa “Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur. Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır.” (Şems Suresi, 9-10) ayetleriyle de bildirildiği gibi nefsindeki kötülüklere uyan onu sürekli olarak besleyen kişi yıkıma uğrayacak, tüm bu kötülüklerden arınıp temizlenen ise kurtuluşa erecektir.
Nefis her zaman tembelliğe açıktır. Uğraşmayı, yorulmayı sevmez. İstek ve tutkularının engellenmesinden hoşlanmaz. Bu nedenle insana çeşitli mazeretler ileri sürerek din ahlakını yaşamaktan engellemeye veya mümin ise Allah yolunda yapması gereken bir işte tembelliğe yöneltmeye çalışır. Birtakım mazeretler öne sürerek insanı ertelemeye ve gevşekliğe sürüklemeyi dener. Eğer nefsin küçük isteklerine taviz verilirse, nefsin insan üzerindeki etkisi gittikçe büyür ve bu durum, Allah esirgesin insanın imandan vazgeçmesi ile sonuçlanabilir.
Bu nedenle insan, her ne durumda olursa olsun, nefsine değil, Allah’ın hükmüne göre hareket etmekle, nefsini ezmek ve bencil tutkularını dizginlemekle yükümlüdür.
Hz. Yusuf (a.s.)’ın “(Yine de) Ben nefsimi temize çıkaramam. Çünkü gerçekten nefis, -Rabbim’in kendisini esirgediği dışında- var gücüyle kötülüğü emredendir. Şüphesiz, benim Rabbim, bağışlayandır, esirgeyendir.” (Yusuf Suresi, 53) ayetinde dikkat çektiği bildirilen nefis insanı sürekli olarak kötülüğe davet eder. İnsan nefsin bu kötülüklerinden ancak Yüce Allah’la samimi ve derin bir bağlantı kurarak kurtulabilir. Bu bağlantının en etkili yollarından biri O’na dua etmektir. İnsan, samimi kullarının duasına muhakkak cevap vereceğini bilerek (Bakara Suresi,186) Yüce Allah’tan nefsini arındırmasını, aklını açmasını ve derin bir imana sahip olmasını dileyebilir. Ancak Rabbimiz’le yakın bağlantı kurmanın yolları sadece dua ile sınırlı değildir. O’nun büyüklüğünü, yaratışının mükemmelliğini düşünmek, nimetleri anlatmak, Allah’ı övüp (tesbih etmek) yüceltmek ve O’na ibadet etmek de gerekir. Nefis, ancak o zaman hırslardan, korkulardan (gelecek ve kaybetme korkusu gibi) ve bencil tutkulardan arındırılabilir.
İnsanın nefsi malı yığıp biriktirmeye, cimrilik etmeye, bunları kimseyle paylaşmamaya öncelikli olarak hep kendini düşünmeye, bencil olmaya ve fedakarlıktan kaçınmaya eğilimlidir. İnsan, nefsindeki bu zaaflardan kurtulabilmek için Allah’ın emrettiği Kuran hükümlerini eksiksiz olarak uygulamalıdır. Nitekim Yüce Allah nefislerdeki cimrilik ve bencillik duygusundan kurtulmanın en hayırlı yolunun infak etmek olduğunu şöyle bildirmektedir:
“Öyleyse güç yetirebildiğiniz kadar Allah’tan korkup-sakının, dinleyin ve itaat edin. Kendi nefsinize hayır (en büyük yarar) olmak üzere infakta bulunun. Kim nefsinin bencil-tutkularından (ya da cimri tutumundan) korunursa; işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır.” (Tegabün Suresi, 16)
Nefsi temizlemenin en etkili yöntemlerinden biri de onu sürekli olarak kınamaktır. Müminler nefislerini kınayarak gerçek kurtuluşa ve cennete kavuşacaklarını bildiklerinden “Şu sözümle neyi kastettim? Bu hareketi yapmaktaki amacım neydi? Kalbimden geçen şu düşünceden elde etmek istediğim nedir?” gibi sorularla söyledikleri ve yaptıkları hareketlerde kendilerini denetlerler. Herhangi bir hata veya yanlışlık yaptıklarında bunu diğer müminlerle paylaşarak hem onların aynı yanılgıya düşmesine engel olmaya çalışırlar, hem de nefsin büyüklük gururundan dolayı hiç hoşlanmadığı eleştiriyi yaparak ona acı çektirir ve ezerler. Çünkü nefsin en çok sevdiği şey “kendine benlik vermek”, bu benlik duygusunun sonucu olarak hataları da sahiplenip bunları itiraf etmekten insanı engellemektir. Nefis bu şekilde insanı hatasız olduğuna inandırmaya ve kötülükleri bu şekilde örtüp kapatmaya çok eğilimlidir.
Nefsinin kötü isteklerine tabi olup da onu temizleyip arındırmamış ve dünyada iken nefsini kınayıp eleştirmemiş olan kişinin ahirette nefsini kınaması ise ona bir yarar sağlamaz. Nitekim Yüce Allah Kuran’da, kıyamet gününün hemen ardından kendini kınayıp duran nefsin durumuna yemin etmektedir:
“Hayır, kalkış (kıyamet) gününe and ederim.Ve yine hayır; kendini kınayıp duran nefse de and ederim.” (Kıyamet Suresi, 1-2)
Nefsin temizlenmesi insanın kendi içinde vereceği bir mücadeledir ve bu mücadele dünyevi savaşlardan daha güçtür. Çünkü nefis insanın içinde bulunan, sürekli olarak mücadele edilmesi gereken bir düşmandır ve her an galip gelebilmek için fırsat kollar.
Vicdan Yüce Allah’ın kullarına nefsin “fücurundan” yani kötülüklerinden kurtulmak için bahşettiği çok büyük bir nimettir. İnsanı Allah’a ve dinin bildirdiği doğrulara, hayırlara yöneltip, iyiyi ve kötüyü ayırt etmesini sağlar. Vicdan, bir anlamda doğruya yönelten Allah’ın sesidir. İnsan sürekli olarak bu sese kulak verdiği ve Kuran’da gösterilen temel prensipleri tam olarak kavradığı takdirde, doğru yolda ilerleyecektir. Mümin günlük hayatta birkaç seçenek arasında seçim yapmak durumunda kaldığında, karşılaştığı seçenekler içinde, Allah’ın rızasına en uygun olanını, dinin menfaatlerine en yararlı olanını seçerken vicdanının sesini dinler. Çünkü ilk olarak vicdan devreye girer ve hangi seçeneğin Allah’ın rızasına daha uygun olacağını insana ilham eder. Ancak ikinci aşamada nefis devreye girer ve onu diğer alternatiflere yöneltmeye çalışır. Bunun için de genellikle insana mazeretler fısıldar. Nitekim Yüce Allah insana bir yarar sağlamayacak olan nefsin bu fısıltıları yerine vicdanının sesini dinleyen kişileri kurtuluşa ulaştıracağını müjdelemektedir:
“Kim Rabbinin makamından korkar ve nefsi heva (istek ve tutkular) dan sakındırırsa, Artık şüphesiz cennet, (onun için) bir barınma yeridir.” (Naziat Suresi, 40-41)
Her insanın nefsi, gururla beslendiği için kendi aklını beğenmeye çok yatkındır. Bu nedenle nefis toplum içinde başkasının emri altına girmeyi asla istemez. Hep kendi fikri ve yaptıklarının en doğrusu olduğunu düşünür. İşte nefsin bu özelliğini ezmenin en etkili yolu istişare etmek yani fikir alışverişinde bulunmaktır. İstişare ile insan “kendi aklını beğenen” bir anlayıştan uzaklaşır. Kuran ahlakında da önemli bir yere sahip olan istişare, müminin her işinde en hayırlı sonuçlara ulaşmasını sağlayan hikmetli ve Allah rızasına en uygun olan bir davranıştır. Nitekim Yüce Rabbimiz müminlerin bu güzel özelliğini Kuran’da şöyle bildirmektedir:
“Rablerine icabet edenler, namazı dosdoğru kılanlar, işleri kendi aralarında şura ile olanlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak edenler.” (Şura Suresi, 38)
Nefsi kötülüklerden arındırıp temizlemek kişiye pek çok üstün özellik kazandırır. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
Bu özelliklerden kurtulan kişi Kuran ahlakını en güzel biçimiyle yaşar ve Yüce Rabbimiz Allah’ın izniyle dünyanın en güzel ahlaklı insanlarından olur. Cenneti kazanır ve sonsuz bir mutluluğa ve kurtuluşa kavuşur. Yüce Allah bu gerçeği şöyle haber verir:
“Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis, Rabbine, hoşnut edici ve hoşnut edilmiş olarak dön. Artık kullarımın arasına gir. Cennetime gir.” (Fecr Suresi, 27-30)