Zalim kelimesi genellikle yeryüzünde katliama, savaşa, mutsuzluğa sebep olan ve bunları durdurmak için ciddi çaba göstermeyen, bilakis kendi çıkar ve menfaatleri için bu zulme destek verenleri ifade eden bir kavram olarak algılanır. Bu elbette doğru bir düşünce tarzıdır. Ancak eksiktir. Çünkü bazı insanlar sadece çevrelerine zulmetmez, kendi nefislerine de zulmederler. Oysa zalimlik ve zulüm ister bir başka kişiye isterse kişinin kendisine yönelik olsun, Allah’ın beğenmediği davranışlardandır. Yüce Allah bu kişilerin ahirette alacakları karşılığı ayetlerde şöyle bildirmiştir:
“Ayetlerimizi yalanlayanlar ve yalnızca kendi nefislerine zulmedenlerin örneği ne kötüdür.” (A’raf Suresi, 177)
“Ve ‘çirkin bir hayasızlık’ işledikleri ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah’ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma isteyenlerdir. Allah’tan başka günahları bağışlayan kimdir? Bir de onlar yaptıkları (kötü şeylerde) bile bile ısrar etmeyenlerdir.” (Al-i İmran Suresi, 135)
Enaniyet Kişinin Nefsine Zulmetmesindeki En Büyük Etkendir
Büyüklenme hastalığına tutulan kibirli bir insan nefsine çok fazla zulmetmiş olur:
Kaderin Mükemmelliğini ve Herşeyde Hayır Olduğunu Düşünmeyen İnsanlar Nefislerine Zulmederler
Tevekkül, insanlar için Allah’tan bir rahmet ve büyük bir kolaylıktır. Allah’ın “... Size isabet eden ancak Allah’ın izniyle idi...” (Al-i İmran Suresi, 166) ayetiyle bildirdiği gerçeği anlayan insanlar, Allah’ın aklına ve yarattığı kadere teslim olurlar. Böylece hem hayatlarının her anını, güzellikleri ve hayırları görerek geçirmiş, hem de gösterdikleri ahlak ile Allah’a olan imanlarını ve güvenlerini ortaya koymuş olurlar.
Tevekkül edildiğinde, Allah’ın izniyle herşey çok kolaylaşır. Tevekkülsüzlükte ise, hayatın her detayı insanlar için ayrı bir zorluk, ayrı bir sıkıntı ve ayrı bir azaba dönüşür. Her iş karmaşık ve içinden çıkılmaz bir hal alır. En basit, en sıradan ve çözümü en kolay olan olaylar bile tevekkülsüz insanların gözünde büyür. Bu insanlar Allah’a iman ettiklerini söyledikleri halde, kimi zaman kaderin nasıl mükemmel bir düzen içerisinde işlediğini unutabilir ve olayların Allah’tan bağımsız olarak geliştiği düşüncesine kapılabilirler. Bundan dolayı başlarına gelenlere hayır gözüyle bakamaz, olaylardaki hikmetleri göremezler. Sürekli korku ve endişe içerisinde yaşarlar. Daha ortada hiçbir şey yokken bile olabilecek olumsuz ihtimalleri düşünerek tevekkülsüzlüğün getirdiği tedirginliği yaşarlar. Aynı şekilde en olumlu ve en yolunda giden olaylarda bile, yine hep sözde aksilik olarak nitelendirdikleri bir kusur bulurlar.
Bunun yanında başlarına gelen olayların Allah’tan olduğunu düşünmedikleri için, karşılarına çıkan tüm aksaklıkları ve sorunları kendilerinin çözeceklerini zannederek müthiş bir sıkıntıya girerler. Oysa söz konusu insanlar, Kuran’da “Onlar, kendilerine insanlar: “Size karşı insanlar topla(n)dılar, artık onlardan korkun” dedikleri halde imanları artanlar ve: “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir” diyenlerdir.” (Al-i İmran Suresi, 173) ayetiyle bildirilen müminler gibi Allah’a tevekkül etmiş olsalar, çektikleri tüm azaplar son bulacaktır.
İnsanın kendi nefsine zulmetmesinden kurtulmasının yolu nefsi tüm kötülüklerden arındırması ve herşeyi Kuran ayetleri ile değerlendirmesidir. Böyle bir insan tüm güzelliklerin, malın, mülkün gerçek sahibinin Allah olduğunu, Rabbimiz’in tüm bunları dünyada insanlara farklı şekillerde vererek onların ahlaklarını denediğini bilecektir. Artık bu gerçeğe göre hareket etmesi nedeniyle her güzellik kendisi için de zevk alınacak birer nimete dönüşecektir.
İnsanlar Kin ve Öfkenin Yaşattığı Gerilimle Nefislerine Zulmederler
İnsanların nefislerine zulmetmelerindeki ana sebeplerden biri de kin ve öfke duygularıdır. İnsanlar günlük hayatları içerisinde hoşlarına gitmeyen pek çok olay ya da tavırla karşı karşıya kalabilirler. Pek çok insan, bu tür durumlarda hemen öfkelenir, hatta bununla da yetinmeyip öfkelerini içlerine yerleşen bir kine dönüştürürler.
Oysa olaylara bu şekilde yaklaşan kişiler rahatlıkla hoşgörü gösterip geçebilecekleri olayların etkisinden bir türlü kurtulamazlar. Sıradan bir olay ya da bir kimsenin basit bir hatası bu kişilerin öfkelenmesi için yeterli olur. Hatta bazen de sırf öfke gözüyle baktıkları için, insanların normal davranışlarını dahi kızılacak tavırlar olarak algılayabilirler. Öfkelerinin etkisiyle doğru düşünemez, olayları adil ve objektif bir şekilde değerlendiremezler. Daha da önemlisi öfke hislerini tatmin etme arzuları o an için pek çok şeyden daha öncelikli hale gelir. Allah’ın rızasının, öfkelerini yenip hoşgörülü ve bağışlayıcı bir tavır göstermekte olduğunu bildikleri halde, nefislerinin etkisiyle öfkelenmekten kendilerini alamazlar. Allah’ın insanlara, “Sen af (veya kolaylık) yolunu benimse, (İslam’a) uygun olanı (örfü) emret ve cahillerden yüz çevir.” (Araf Suresi, 199) ayetiyle bildirdiği gerçeği göz ardı ettiklerinden samimi bir dostluğu, sevgi ve karşılıklı anlayışı yaşayamazlar. Böyle insanlar hep yalnız, dostsuz olurlar. Yalnız ve dostu olmayan bir insanın ise, mutlu olması, nimetlerden zevk alması imkansızdır.
Kıskançlık İnsanların Nefislerine Zulmettikleri Önemli Bir Tavır Bozukluğudur
Allah Kuran’da “... Nefisler ise ‘kıskançlığa ve bencil tutkulara’ hazır (elverişli) kılınmıştır...” (Nisa Suresi, 128) ayetiyle insanların nefsinde böyle bir duygu olduğunu bildirmiştir “Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur.” (Şems Suresi, 9) ayetiyle de insanın kurtuluşu için nefsini bu kötülüklerden arındırması gerektiğini bildirmektedir. Aksinde ise kıskanç insanlar başkalarının iyiliğinden, güzelliğinden ya da başarısından zevk alamaz, mutlu olmak yerine bunlardan sıkıntı duyarlar. Kıskandıkları insanların nimete kavuşmaları onları mahzunlaştırır ve içten içe üzer. Allah’ın kendilerine verdiği nimetlerle yetinmesini, bunlara şükredip bunlarla mutlu olmasını bilmedikleri için nefislerine zulmederler.
Müminler ise din ahlakına göre yaşamayan insanların övündükleri bu özelliğin aslında çirkin bir tavır olduğunu bilirler. Kıskançlığın tersine birbirlerinin güzel özellikleri ile iftihar eder, birbirlerinin iyiliği, güzelliği için Allah’a dua ederler.
Duygusallık Nefse Sıkıntı Veren Bir Zulüm Halidir
Duygusallık, insanlara sıkıntılı bir hayat yaşatan ve aynı zamanda Allah’ın Kuran’la bildirdiği anlayışla uyuşmayan, ancak insanların büyük bir çoğunluğunun fark edemediği önemli bir tehlikedir. Bazı insanlar duygusallığı sevginin bir belirtisi zannederler. Oysa duygusallık Kuran ahlakından uzak insanların içlerinde yaşattıkları bir zulüm şeklidir. Çünkü bu insanlar hayatlarını sürekli ağlama eğilimi içerisinde geçirirler. Ancak bu kişiler, sadece gözyaşı dökerek ağlamazlar, kimi zaman da fiziksel anlamda gözyaşı dökmedikleri halde bedenleri adeta ağlar. Bu ruh halinde kişinin kimi zaman gözleri hafif nemlenirken kimi zaman da hiç nemlenmez. Ama yüzünde hüznün neden olduğu belirgin bir sararma ve solma baş gösterir. Sesinde, takat ve canlılık yoktur. Bakışları donuk ve kederlidir. Üzerinde bir ağırlık ve bitkinlik, konuşmalarında ise yoğun bir ümitsizlik havası hakimdir. Vücutları, yoğun stres nedeniyle fonksiyonlarını gereği gibi yerine getiremez. Bu nedenle bu kimseler ruhi çöküntülerinin yanı sıra bedensel olarak da ciddi rahatsızlıklar yaşarlar. Bu ruh haline kapıldıkları anlarda önlerine dünyanın en güzel nimetleri dahi sunulsa, bunların hiçbirinden gerçek anlamda zevk alamazlar. Hiçbiri onları bu sıkıntıdan kurtarmada etkili olmaz. İmanın ve tevekkülün huzurunu ve konforunu yaşamak varken kendi elleriyle kendilerine, nefislerine sıkıntı ve zulüm dolu bir hayat yaşatırlar.
Oysa Allah Kuran’da inkar edenler için, “Öyleyse kazandıklarının cezası olarak az gülsünler, çok ağlasınlar.” (Tevbe Suresi, 82) diye buyurmaktadır. Ayette bildirildiği üzere ağlamak, hüzünlenmek, üzüntü duymak inkar edenlere ait bir özelliktir. Aynı şekilde, Kuran ayetlerinde hep inkarcıların, cehennem ehlinin mutsuzluklarından, sıkıntı dolu yaşamlarından bahsedilmektedir. Müminler ise Kuran’da hep neşeli olmaya teşvik edilmekte, pek çok ayette dünyada ve ahirette sevinç duyacakları konularla müjdelenmektedirler
Samimi İman İnsanın Nefsine Zulmetmesini Engeller
Gerçek mutluluk için insanların kalplerini Allah’a tam bir teslimiyetle bağlamaları ve yaşamlarının her anını Kuran ahlakına uygun bir şekilde yaşamaları gerekir. Aksi takdirde içten içe hayatın her aşamasında azabı tatmaya devam ederler. Ne kadar mutlu olmak isteseler de başaramazlar. Aksine hayatlarına hüzün, karamsarlık, ümitsizlik gibi olumsuzluklar hakim olur.
Mutlu olmanın yolu aslında son derece kolaydır. Allah, indirdiği hak kitap olan Kuran ile insanlara mutlu olabilmenin sırrını bildirmiştir. İnsan ancak kendi yaratılışına, Allah’ın kendisi için belirlediği fıtratına uygun şekilde davrandığı takdirde güzel bir hayat yaşayabilir. Allah’ın kendilerine rahmet olarak gösterdiği bu yoldan yüz çeviren ya da bu yola gereği gibi uymayan insanlar, kendi elleriyle kendilerine mutsuz bir dünya oluşturmuş olurlar. Allah’ın “Şüphesiz Allah, insanlara hiçbir şeyle zulmetmez. Ancak insanlar, kendi nefislerine zulmediyorlar.” (Yunus Suresi, 44) ayetiyle bildirdiği gibi, bu insanlar kendi kendilerine azap ederler.
Allah insanlara bu sıkıntılardan kurtulmanın Zatı’na karşı mutlak bir samimiyet ve derin bir imanı yaşamakla mümkün olduğunu bildirmiştir:
“Kim kötülük işler veya nefsine zulmedip sonra Allah’tan bağışlanma dilerse Allah’ı bağışlayıcı ve merhamet edici olarak bulur.” (Nisa Suresi,110)
www.muminin24saati.com
Gerçek imanda azap, sıkıntı, elem, ümitsizlik kısacası zulüm hisleri oluşmaz. Bu tür hislere kapılan kişinin ilk yapması gereken, imanını gözden geçirmek, Kuran ayetlerini düşünerek, gerçekleri hatırlamaktır. Aksi takdirde, bir insan ne kadar Allah’a iman ettiğini söylerse söylesin, eğer imanı gereği gibi yaşamıyor, hayatını ve bakış açısını Kuran ayetlerine göre belirlemiyorsa, mutlaka sıkıntılar yaşar. Allah’ın bir ayette bildirdiği gibi, dini yaşamayanların kalbi hep sıkıntılıdır: “Allah, kimi hidayete erdirmek isterse, onun göğsünü İslam’a açar; kimi saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseli-yormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar. Allah, iman etmeyenlerin üstüne işte böyle pislik çökertir.” (Enam Suresi, 125)