Kuran ahlakından uzak toplumlarda en yoğun yaşanan ve kabul gören özelliklerden birisi öfke ve gerilimdir. Olaylar karşısında öfkelenmek, sinirlenmek normal karşılanan tepkiler olarak görülür. Din ahlakının yaşanmadığı toplumlarda sık sık "üstüne gitme; şu an biraz sinirli; sinirlendi ne yapsın" gibi ifadeler kullanılır. İnsanların bazıları, günlük olaylar karşısında hemen öfkelenmeye, gerilmeye, sesini yükseltmeye, tartışmaya ve hatta kavga etmeye eğilimlidirler.
Kuran ahlakından uzak toplumlarda en yoğun yaşanan ve kabul gören özelliklerden birisi öfke ve gerilimdir. Olaylar karşısında öfkelenmek, sinirlenmek normal karşılanan tepkiler olarak görülür. Din ahlakının yaşanmadığı toplumlarda sık sık "üstüne gitme; şu an biraz sinirli; sinirlendi ne yapsın" gibi ifadeler kullanılır. İnsanların bazıları, günlük olaylar karşısında hemen öfkelenmeye, gerilmeye, sesini yükseltmeye, tartışmaya ve hatta kavga etmeye eğilimlidirler. Bu insanlar, trafikte uzun süre kaldıklarında, alışverişte aldığı ürün kusurlu çıktığında, iş yerinde yemeğe planladığı saatte çıkamayıp bir de üstüne birisi kendisinden bir iş istediğinde, eleştirildiğinde, hava sıcakken yürümek zorunda kaldığında, birisi yanlışlıkla bir eşyasına zarar verdiğinde, kısacası karşılaştıkları olayların büyük bir çoğunluğunda öfkelenirler. Bu gibi konuları hep olmaması gereken, günlük yaşamlarının işleyişini bozan olaylar olarak görürler. Sokakta veya bir otobüsün içinde bu tip insanların yüzlerindeki gerilim ve her an sanki kavgaya tutuşacakmış izlenimi veren yüz ifadesi dikkat çeker. Oysa kin ve öfke insanlara pek çok zararlar verir.
Kin ve öfke insanlara sıkıntı ve huzursuzluk verir
Kin ve öfke insanın akli fonksiyonlarını perdeleyen, olayları sağlıklı değerlendirip doğru karar verebilmesini engelleyen bir etkendir. Böyle olunca da insanın Allah'ın sınırlarını gereği gibi koruyabilmesi tehlikeye girmektedir.
Öfkenin en önemli zararlarından biri öfke anında adaletten sapılarak Kuran ahlakına uygun olmayan bir tavır gösterilmesidir. Zira öfkenin aklı örtmesiyle, yapılan teşhisler, verilen kararlar duygusal olmakta, bu da Kuran ahlakına uygun adil bir sonuç vermemektedir.
Öfke, kişinin herkesten çok kendisine zarar verecek gergin bir ruh haline sahip olmasına neden olur. Öfkenin yol açtığı fiziksel ve ruhsal problemler arasında; baş ağrıları, mide rahatsızlıkları, solunum ve cilt problemleri, böbrek fonksiyon bozuklukları, artirit, sinir sistemi rahatsızlıkları, dolaşım sorunları, var olan fiziksel rahatsızlıkların artması, duygusal rahatsızlıklar ve intihar sayılabilir.
Belli durumlarda insanın öfkelenmesi yaratılışından kaynaklanan bir davranış olsa bile mümin bu öfkesini sürdürmez ve yener. Nefsinin kendisini kin ve
öfkeye yönelten telkinlerine kulak vermez. Öfke ve kinden Allah’a sığınır. Kuran’da müminlerin bu güzel ahlaka sahip olmak için şöyle dua ettikleri bildirilir:
“Bir de onlardan sonra gelenler, derler ki: “Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla ve kalplerimizde iman edenlere karşı bir kin bırakma. Rabbimiz, gerçekten Sen, çok şefkatlisin, çok esirgeyicisin.””(Haşr Suresi, 10)
Müminler şahsi birtakım meselelerden duyubilecekleri öfkelerini derhal giderir, şefkat ve merhameti esas alarak her zaman adaletli davranmaya özen gösterirler. Eğer kendisi haksızsa, zaten öfkelenmeye hiçbir hakkı olmadığını, haksızlığını kabul edip telafi etmesi gerektiğini bilir. Eğer haklıysa da yine öfkesini yener ve bağışlayıcı olmayı seçer.
Alemlere rahmet olan, kutlu Peygamberimiz (s.a.v.) de öfkeyi yenmenin önemini bir hadisinde şöyle bildirmiştir:
“... İbn-i Ömer (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre; Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu demiştir: "Bir (mümin) kulun sırf Allah rızasını talep etmek için yuttuğu bir öfke yudumundan Allah Katında sevap bakımından daha büyük bir yudum yoktur." (Mace, Cilt 10, s. 462)
Müslümanın olaylara olan bakış açısı tamamen farklıdır. Dışarıdan, yüzeysel bir gözle bakıldığında aksilik gibi görünen tüm olayları Allah'ın kaderde yarattığını, daha kendisi doğmadan kaderinde o yaşayacağı olayın en ince ayrıntısına kadar planlandığını bilir. Allah her insanın karşısına çıkan olayları, o kişi için özel olarak yaratmakta, onun sabrını, tevekkülünü ve zor anlarda Kuran ahlakına uygun bir tutum gösterip göstermeyeceğini denemektedir. Bunu bilen Müslüman, o olayın kaderinde yaratıldığını bilir ve hayırlı yönleri görmeye çalışır.
Her ne kadar sebebi başka olaylar gibi görünse de, aslında herşey Allah'ın kontrolünde işlemektedir.
İşte burada müminin göstereceği ahlakın, imanı zayıf olan insanlardan farkı ortaya çıkmaktadır. Mümin böyle olaylar karşısında gerilip, sinirlenmez, fiziksel olarak zorlandığı olaylar ile karşılaşsa bile, Allah'ın yarattığını bildiği için her zaman Allah'a güvenir, daima en güzel tepkiyi, en güzel cevabı verir, kalbi daima mutmain ve huzurludur. Olaylardaki hayır ve hikmetleri düşünüp, Allah'ın kendisinden en razı olacağı, en beğeneceği ahlakı göstermeye gayret eder. Allah, Kuran'ın bir ayetinde Müslümanın öfkesini Allah rızası için yendiğini şöyle bildirmektedir:
“Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar (daki hakların)dan bağışlama ile (vaz) geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever.” (Al-i İmran Suresi, 134)
Toplumda, içlerinden bir türlü atamadıkları kin ve öfke duyguları yüzünden birbirlerini affedemeyen, sırf bu yüzden en sevdikleri, en yakın olmak istedikleri insanlardan dahi ayrı kalan pek çok insan vardır. Ve sırf affedemedikleri için sevmekten, sevilmekten, birbirleriyle kuracakları güven dolu dostluklardan, yakınlıktan, sırdaşlıktan, sadakatten, vefadan, saygıdan tamamen mahrum kalmış bir hayat yaşamaktadırlar.
İnsanların kin ve öfkeleri birbirlerini affetmekten, alttan almaktan, hoşgörülü ve adaletli davranmaktan, birbirlerine güvenle yaklaşmaktan, hüsn-ü zan etmekten, güzel gözle bakmaktan, sevgiyle, merhametle davranmaktan alıkoymaktadır. Kavgacı üslubu benimseyen insanlar kendilerince, alttan almaları durumunda küçüleceklerine, akılsız konumuna düşeceklerine, yenilgiye uğrayacaklarına inanırlar. Nefislerinin bu olumsuz sesine kulak vererek, içlerindeki kin ve öfke duygularını daha da güçlü ve katı hale getirirler.
Oysa affetmek, öfkeyi yenmek ve alttan almak kin gütmekten çok daha kolay, çok daha rahatlatıcı, çok daha bereketli ve güzel bir duygudur. İnsan % 100 haklı olduğu bir durumda dahi affetme olgunluğunu gösterebildiğinde, içinde çok derin bir ferahlık, neşe, sevinç ve mutmainlik yaşar. Ona kalbindeki bu güzellikleri yaşatan ise yalnızca Allah'tır. Allah, beğendiği ahlakı gösteren, nefsinin zorlamalarına rağmen iyilikten yana tavır koyan kullarına Kendi Katından bu lütfunu tattırmaktadır. Affetmeyi ve alttan almayı bilmeyen bir insan her gün, her saniye, içindeki kin ve öfkenin acısını, ızdırabını, sıkıntısını yaşarken; “Acaba affetse miydim?” diye düşünmenin verdiği manevi azap ve pişmanlıkla kavrulurken; bağışlayabilen insanlar, gösterdikleri bu ahlak ile birlikte sevginin, saygının, dostluğun aydınlığına kavuşurlar.
Güzel ahlakın yolu, her olaya, her tavra sevecenlikle, merhametle karşılık verip mutlaka Allah'ın herşeyi hayırla yarattığını düşünmektir. Eğer böyle bir ahlak gösterilirse, müminlerin birbirlerine karşı tesanüdleri artar ve Allah'ın izniyle şeytan aralarına giremez. Allah bir ayetinde, "'Sizden, faziletli ve varlıklı olanlar, yakınlara, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte eksiltme yapmasınlar, affetsinler ve hoşgörsünler. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.'" (Nur Suresi, 22) şeklinde bildirmektedir. Allah'ın bizi bağışlamasını ne kadar çok istiyorsak, diğer müminlerin de bizden şefkat ve affedici bir tavır görmek istediklerini unutmamalıyız.
Kin ve öfke, insanın samimi bir dostluğu, sevgi ve karşılıklı anlayışı yaşamasını engeller. Böyle insanlar hep yalnız, dostsuz olurlar. Yalnız ve dostu olmayan bir insanın ise, mutlu olması, nimetlerden zevk alması imkansızdır. İnsan, dostluklardan, sevgiden, muhabbetten, sevincini birileriyle paylaşmaktan, güveneceği insanlarla birlikte olmaktan zevk alacak şekilde yaratılmıştır. Yalnızlık, dostsuzluk insanın fıtratına aykırı olduğu için, insanı bunaltır, sıkıntıya düşürür. Her ne kadar bazı insanlar yalnızlıktan zevk aldıklarını, kimseyi sevmediklerini, sadece kendilerini sevdiklerini ve bu şekilde rahat ettiklerini söyleseler de, bunda samimi değildirler. Onlar sadece insanlara olan kinlerinden dolayı veya gerçekten dost edinebilecekleri birilerini bulamadıkları için mutlu değildirler. Sadece insanlara mutlu görünmek için bunları söylerler. Dost edinemeyen bazı insanların, çaresizlikten kimi zaman sadece kedilerini, köpeklerini, kuşlarını dost edinmelerinin, onlara son derece düşkün hale gelmelerinin, hatta bir insanla konuşur gibi onlarla konuşmaya başlamalarının altında yatan nedenlerden biri budur. Unutulmamalıdır ki; kin ve öfke, insanın fıtratına aykırıdır ve insanı yalnızlığa, mutsuzluğa ve çaresizliğe sürükler.
Müminin hamiyet duygusunu bazı insanların kin ve öfke duyguları ile karıştırmamak gerekir. Müminlere karşı bir haksızlık ve zulüm yapıldığında Müslümanlara karşı bir hakaret ya da saldırı olduğunda müminin hamiyetinin olması, onun imanından kaynaklanan haklı ve doğru bir davranıştır. Bu, müminlerin ilmi mücadele şevkini ve heyecanını artıran, onları motive eden rahmani bir duygudur.