Birçok insan hikmet gözüyle bakabilmek için, bir odaya, hatta bir nevi tefekkür hücresine çekilip, tüm insanlardan ve olaylardan elini çekmesi gerektiğini düşünür. Hatta “hikmetle bakmayı” o kadar gözünde büyütür ki, kendisi için fazla bulur; bunun ancak “alimlere” ait bir özellik olduğunu sanır. Oysa Allah insanları düşünmeye çağırır ve derin düşünen herkesin hikmetle bakabileceğini bildirir. Konuyla ilgili ayet şöyledir:
Üzerlerindeki göğe bakmıyorlar mı? Biz, onu nasıl bina ettik ve onu nasıl süsledik? Onun hiçbir çatlağı yok. Yeri de (nasıl) döşeyip-yaydık? Onda sarsılmaz dağlar bıraktık ve onda ‘göz alıcı ve iç açıcı’ her çiftten (nice bitkiler) bitirdik. (Bunlar,) ‘İçten Allah’a yönelen’ her kul için ‘hikmetle bakan bir iç göz’ ve bir zikirdir. (Kaf Suresi, 6-8)
Önemli olan insanın düşünme yeteneğini samimiyetle geliştirmesi, düşünme konusunda derinleşmesi Allah’ın her şeyi planlı ve güzel yarattığını kavramasıdır. Hikmetle bakan bir insan Allah’ın yaratış sırlarını, dünya hayatının gerçeğini, cennet ve cehennemin varlığını, olayların iç yüzünü kavrar. Allah’ın razı olduğu bir insan olmanın önemini daha iyi anlar, din ahlakını gereği gibi yaşar, gördüğü herşeyde Allah’ın sıfatlarını tanır, insanların büyük çoğunluğunun yaptıklarını uygulamak yerine Allah’ın emrettiği şekilde düşünmeye başlar. Bunun sonucu olarak da hem güzelliklerden herkesten çok daha fazla zevk alır, hem de gereksiz kuruntulara, dünyaya yönelik hırslarla kapılarak kendini sıkıntıya sokmaz. Bunlar, hikmetle bakan bir insanın dünyada kazanacağı güzelliklerden sadece birkaçıdır. Düşünerek daima doğruyu gören insanın ahiretteki kazancı ise Rabbimiz’in sevgisi, rızası, rahmeti ve cennetidir.
Gaflet kelimesi, “unutmaksızın ihmal etmek, terk etmek, yanılmak, umursamamak, dikkatsizlik yapmak” gibi anlamlar içerir. Düşünmeyen insanların içinde bulundukları gaflet hali de, yaratılış amaçlarını ve dinin bildirdiği gerçekleri unutmanın veya bunları bilerek göz ardı etmenin bir sonucudur. Ancak bu, bir insan için son derece tehlikeli ve sonu cehenneme varan bir yoldur. Nitekim Allah insanları gaflete kapılmama konusunda şöyle uyarmıştır:
Rabbini, sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret. Gaflete kapılanlardan olma. (Araf Suresi, 205)
Kuran’da düşünüp vicdanıyla gerçekleri gören ve bundan dolayı Allah’tan korkup sakınan, olaylara hikmet gözüyle bakan insanlardan bahsedilir. Hiç düşünmeden, atalarından gördükleri batıl inanış ve düşünceleri körü körüne uygulayanların ise hatalı oldukları haber verilir. Bu kişiler kendilerine sorulduğunda Allah’a inandıklarını söylerler. Ancak gereği gibi düşünmedikleri için olayları ve Allah’ın yarattıklarını kavrama konusunda hikmetli davranmadıkları için Allah’tan korkup sakınarak davranışlarını düzeltmezler. Aşağıdaki ayetlerde düşünmeyen bu kişilerin zihniyetleri şöyle haber verilmektedir:
De ki: “Eğer biliyorsanız (söyleyin:) Yeryüzü ve onun içinde olanlar kimindir?” “Allah’ındır” diyecekler. De ki: “Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?” De ki: “Yedi göğün Rabbi ve büyük Arş’ın Rabbi kimdir?” “Allah’ındır” diyecekler. De ki: “Yine de sakınmayacak mısınız?” De ki: “Eğer biliyorsanız (söyleyin:) Herşeyin melekutu (mülk ve yönetimi) kimin elindedir? Ki O, koruyup kolluyorken Kendisi korunmuyor.” “Allah’ındır” diyecekler. De ki: “Öyleyse nasıl oluyor da böyle büyüleniyorsunuz?” Hayır, Biz onlara hakkı getirdik, ancak onlar gerçekten yalancıdırlar. (Müminun Suresi, 84-90)
Bir insan Allah’a iman etmediği ve Allah’ın yarattıklarındaki hikmetleri göremediği sürece dünyada neye sahip olursa olsun asla gerçek huzuru bulamaz ve herşeyden sıkılır.
İnsan, bilinci yerine geldiği andan itibaren sürekli birşeyler talep etmeye başlar. Öyle ki art arda gelen bu istekler bitip tükenmek bilmez. İnsanın nefsi her an isteme halindedir ve bu isteklerinde de sınır tanımaz. Ama tüm bu sınırsız isteklerine rağmen elindeki imkanlar kısıtlıdır. İstediği herşeye sahip olması mümkün değildir.
Ayrıca istediği herşeye sahip olabildiğini farz etsek bile değişen bir durum yoktur. Çünkü dünyanın en zengin insanı da olsa bu zenginlik geçicidir. En fazla yaşayabileceği süre ortalama 70-80 senedir ve bu sürenin sonunda ölümüyle birlikte sahip olduğu herşey elinden gidecektir.
Sınır tanımayan insan, Allah’tan bir karşılık olarak, bir türlü çare bulunamayan bir “tatminsizlik” duygusu içinde yaşar ve yaşamının her anında farklı farklı isteklere kapılır. Bu isteklerini elde etmek için de büyük bir hırsla çalışır, hatta bunlar için olmadık şeyleri göze alır. Çevresinde bulunan insanları hatta ailesini, yakınlarını kırmayı bile göze alabilir. Fakat istediği şeyi elde ettiği an o “sihir” bozulur. Ve müthiş arzuladığı, her ne olursa olsun önemini yitirir. Sanki onu elde etmek için günlerce, aylarca, yıllarca kendisi uğraşmamıştır. Elde ettiğiyle tatmin olmayan nefis hemen başka bir isteğin peşine düşer, bu sefer hırsla onun peşinden koşmaya başlar; ta ki onu da elde edene kadar...
İnkarcı insanın dünya hayatında mala, mülke kısaca çevresinde gördüğü şeyleri elde etmeye karşı duyduğu bu hırs ölünceye kadar hiç durmaksızın devam eder. Hiçbir zaman elindekilerle yetinip mutlu olamaz. Çünkü Allah’ı razı etmek için değil, sadece bencil tutkularını razı etmek için istiyordur. Ve sahip olduğu herşey onun kibirini ve büyüklenmesini artırmaktadır. Elbette Allah dünya hayatında bu derece azgınlaşıp nefsinin peşi sıra sürüklenenlerin huzurlu bir ruh haline sahip olmalarına izin vermez.
Nitekim Kuran’da ancak Allah’a yönelenlerin ve O’nu zikredenlerin kalben kurtuluş bulabilecekleri haber verilmiştir:
Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah’ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah’ın zikriyle mutmain olur. (Rad Suresi, 28)
İnkar edenler böylesine derin bir gaflet içindeyken, ölümü unutmuş, dünya hayatına kendilerini kaptırmışken Allah’ın yarattıklarını hikmetle değerlendiren bir insan her gün ölüme bir adım daha yaklaştığının bilincindedir. Yaşadıkları her an Allah için yaşar, Allah’ın rızasını gözetir ve Allah’ın huzurunda yapayalnız durup hesap vereceklerini ve ölüm anının giderek yaklaştığını düşünür. Daima korku ve umut arasında Rabbimiz’in kendilerinden hoşnut olması için dua ederler. Ölümü düşünmek, yakınlığını hissetmek insanın derinliğinin ve Allah korkusunun artmasına vesile olur.
Allah, insana sayarak bitiremeyeceği kadar çok nimet sunmuştur. Doğumundan ölümüne kadar her anında verdiği nimetler ile lütufta bulunmuştur. İşte bu yüzden Allah’ı dost ve vekil edinen insanlar karşılaştıkları bir olayın hikmetini o anda anlamamış olsalar bile Allah’a dayanıp güvenirler ve sonunda muhakkak bir hayır olacağını düşünerek sabrederler. İçinde bulundukları durum ne olursa olsun asla isyankar davranmazlar veya şikayetçi bir tavır göstermezler. Bilirler ki çok vahim gibi görülen bir durumda olsalar da, bu eninde sonunda kendilerinin lehine dönecektir. Ve Allah’ın izniyle karşılaştıkları zor olayın bir hikmetle yaratıldığını , belki de ahiretlerinin kurtulmasını sağlayacak çok önemli ve hayati bir dönüm noktası olacağını düşünürler. Ayette bildirildiği gibi “... Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz.” (Bakara Suresi, 216)
Allah’a iman eden bir kişi evrende var olan canlı cansız tüm varlıkları ve sistemleri hikmetle bakan bir gözle incelediğinde, bunların tümünün insan için yaratıldığını açıkça görür. Hiçbir şeyin tesadüfen oluşmadığını, Allah’ın herşeyi insan yaşamına en uygun şekilde var ettiğini anlar.
Kuran’da Yüce Allah bu gerçeğe “... sizin gerçekten Allah’ın herşeye güç yetirdiğini ve gerçekten Allah’ın ilmiyle herşeyi kuşattığını bilmeniz öğrenmeniz için” (Talak Suresi, 12) ayetiyle dikkat çekmektedir. Yüce Allah’ın aklı, ilmi ve kudreti sonsuzdur.
Allah sonsuz kudretini ve ilmini mevcut olan her varlıkta gösterir. İnsan vücudunun her detayındaki mükemmellikte, çiçeklerin görünümlerindeki, renk ve kokularındaki güzellikte, gökyüzünün ve kâinatın ihtişamında, gezegenlerin yörünge düzeninde, denizlerin derinliklerindeki balıklarda ve insanın aklına gelecek her şeyde açıkça görülen düzen ve mükemmellik, Allah’ın varlığının ve sonsuz gücünün çok açık delillerindendir. Yüce Rabbimiz’in sonsuz gücüne ve aklına birkaç örnek olarak şunları verebiliriz:
İşte yukarıda birkaç örnekle sınırlandırdığımız bu gibi konuları düşünen vicdanlı bir kişi, dünya üzerinde bu kadar kusursuz bir dengenin sağlanmasının elbette ki tesadüf eseri olmadığına kesin olarak kanaat getirir. Tüm bunları görmek ve düşünmek ona üstün güç sahibi olan Allah’ın herşeyi bir amaç doğrultusunda yarattığını gösterir.
Üstelik bu konuda düşündüğü örneklerin son derece kısıtlı olduğu da aklına gelir. Öyle ki, dünyadaki dengeler ile ilgili örnekleri saymakla bitirmek mümkün değildir. Ancak düşünen insan evrenin her köşesinde var olan düzeni, kusursuzluğu ve dengeyi açıkça görebilir ve bunun sonucunda Allah’ın herşeyi insan için yarattığı gerçeğine varır. Allah bu gerçeği Kuran’da şöyle bildirir:
Kendinden (bir nimet olarak) göklerde ve yerde olanların tümüne sizin için boyun eğdirdi. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır. (Casiye Suresi, 13)
Her insan kendi başına müstakil bir varlıktır ve Allah’a karşı tek başına sorumludur. Allah insanları dünya hayatında denemektedir. Diğer kişilerin duyarsızlığı, düşünmeyen, akletmeyen, gerçekleri göremeyen insanlar olmaları da çoğu zaman bu imtihanın bir parçasıdır. Bu nedenle her insanın düşünmesini engelleyen nedenleri ortadan kaldırarak, samimi ve içten bir şekilde Allah’ın yarattığı her olay ve her varlık üzerinde düşünmesi, düşündüklerinden kendisi için bir öğüt ve ders çıkarması gerekir.