Suriye'de devam eden iç savaşın neden olduğu mülteci krizi, 2. Dünya Savaşı sonrasında yaşanan krizi geride bırakmış durumda. Türkiye, hayatlarını kurtarmak için çatışma bölgelerinden kaçan 3,5 milyon Suriyeliye ev sahipliği yapıyor. Mülteci akışı ilk olarak 29 Nisan 2011'de Türk topraklarına sığınma talebinde bulunan 250-300 Suriyeliden oluşan küçük bir grupla başladı.
1951 Cenevre Sözleşmesi ve 1967 Protokolü mültecilerin haklarının korunması için onaylanmıştı. Türkiye, bu toplantıya üye ülkelerden biri olduğu için teknik olarak sözleşmeye göre yalnızca Avrupa ülkelerinden mülteci kabul etmelidir. Diğer ülkelerden gelen mültecilerin statüsünü belirlemek için Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komisyonu ile birlikte karar vermeli ve sığınmacıları üçüncü bir ülkeye yerleştirmelidir. Türkiye, bu sürecin uluslararası hukukta yeri olmadığından Suriyeliler için "misafirler" terimini kullanmıştır. 2011 yılından bu yana Türkiye onlar için "açık kapı" politikası uyguladı. Bugün Suriyelilerin sadece % 10'u mülteci kamplarında yaşarken diğerleri büyük şehirlerde yaşıyor. AFAD tarafından açıklanan verilere göre Suriyeli mülteciler için Türk hükümeti, STK'lar ve halk tarafından yapılan harcama toplam 25 milyar dolar.
İnsanların, yurtlarındaki korku ortamından kaçarak yardım isteyenlere yardım etmeleri bir mecburiyettir. Misafir bereketiyle gelir. Onları nimet olarak görürüz ve hepsinin başımız üstünde yeri vardır. Sağlık hizmetleri, eğitim ve istihdam gibi haklardan yararlanabilmeleri için tümüne Türk vatandaşlığı verilmelidir. Sadece terörle bağlantılı olanlar ayırt edilmelidir ki bunun için Türkiye İçişleri Bakanlığı kapsamlı güvenlik tedbirleri almaktadır.
Mültecilerin fiziksel ve psikolojik olarak zor durumda oldukları bilinmesine rağmen, bazı Türk vatandaşları Suriyelilerin varlığından hiç memnun değiller. Bunun nedeni durumu vicdani olarak değerlendirmeyip, ülkemize gelmelerinin bir sonucu olarak ortaya çıkan ekonomik ve sosyal meseleleri öne sürerler. Ancak bazı Türk vatandaşlarının mültecilere karşı olumsuz duygular yaşaması oldukça yakışıksızdır. Yapılması gereken ilk şey savaştan mağdur olan ve sevdiklerini kaybeden bu mazlum insanlarla empati kurmaktır. Bu insanlar hayatlarını kurtarmak için evlerini, işlerini, paralarını ve sahip oldukları her şeyi arkalarında bıraktılar. Suriye'ye dönmeleri istendiği takdirde, bu onların ateşe atılmaları, ölüme gönderilmeleri anlamına gelecektir, bunun başka bir anlamı yoktur. Türkiye'de benzer bir şey olmuş olsaydı ve vatandaşlarımız hayatlarını kurtarmak için başka ülkelere kaçmak zorunda kalsalardı, ev sahibi ülkenin kendilerine nasıl davranmasını isterlerdi? Bu nedenle Türk kardeşlerimiz kendileri için başkalarından nasıl bir davranış bekliyorlarsa öyle bir tutum göstermelidirler. Merhametli ve vicdanlı bir Müslüman, inançları, ırkları veya uyrukları ne olursa olsun, savaş mağdurlarına karşı asla böyle bir nefrete kapılmaz.
Suriyelileri burada istemeyenler, kira fiyatlarındaki ve işsizlik oranındaki artışın Suriyelilerin burada bulunmalarının bir sonucu olduğuna inanıyorlar. Bazı genç Türk öğrenciler bile Suriyeli öğrenciler nedeniyle eğitim haklarının sınırlandığını düşünmeye başladılar. Ne var ki, bunların hiçbirinin Suriyelilerin hatası olmadığını bilmeleri gerekir. Gerçek şu ki, bazı ev sahipleri ev kirasını arttırırken ve bazı işverenler çalışanlarına verdiklerini maaşları düşürürken mültecilerin bu hassas durumlarını kendi kişisel çıkarları için istismar etmekteler. Benzer zihniyeti taşıyan insanlar, Suriyelilerin kendi vergileriyle bakılmalarından şikayet ediyorlar. Bu kişilerin ihtiyaçlarının Türk vatandaşlarının vergileriyle karşılandığı doğrudur ancak ihtiyaç sahiplerine içtenlikle yardım etmek her insanın sorumluluğudur.
Ortada dolaşan bazı olumsuz görüşlerin aksine analizler, Suriyeli mültecilerin ekonomik büyümeyi olumlu yönde etkilediğini göstermektedir zira nüfus artışı hem tüketim hem de harcamaların artmasına neden olmuştur. TOBB (Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği) uyarınca, 2016 yılı sonunda Türkiye'de en az bir Suriyeli ortakla kurulan şirketlerin sayısı yaklaşık 6,000'e ulaşmıştır. TOBB tarafından yayınlanan bir rapora göre, 2017 yılının ilk yedi ayında Suriyeliler yeni kurulan yabancı ortaklı şirketlerin % 33,7'sini oluşturmuştur.
Tamamen yeni bir çevreye uyum sağlamaya çalışan Suriyeli mültecilerin halihazırda zor günler geçirdiği açıktır. Halkının farklı bir dil konuştuğu ve farklı kültüre sahip bir ülkeye gitmek kolay değildir. Bir ulus olarak, Suriyeli kardeşlerimize destek olmak ve ailemizin bir üyesi olarak topluluğumuza entegre olmalarına yardım etmek hepimizin sorumluluğudur. Zira artık toplumumuzun bir parçası oldular ve yakın gelecekte geri dönmeyeceklerini söylemek yanlış olmaz. Türkiye, Suriyeli misafirlerimiz dahil olmak üzere hepimize aittir.
Türkiye, Osmanlı dönemindeki zorunlu göçler nedeniyle çoğunluk olarak göçmenlerden oluşan bir ülkedir ve bugün ülkemizi oluşturanlar bu insanlardır. Aynı şekilde, vicdanlı Türk halkının yardımıyla Suriyelilerin ülkenin geri kalanıyla iç içe olacağına inanıyoruz. Bu amaca ulaşmak için Türkçe dersleri, sanat ve bilim konularında eğitici dersler ve mesleki eğitim programları gibi entegrasyon programları formüle edilmesi, uygun işler bulmaları açısından yararlı olacaktır. Öte yandan, hükümetin desteğiyle, duyarlı insanlar ve sivil toplum kuruluşları, Türk halkının Suriyeli mültecilerle sosyalleşmesi için toplantılar organize edebilirler. Bu insanları en uygun şekilde ağırlamak için savaşın Suriyeliler üzerindeki psikolojik etkileri dahil Suriye’deki çatışmalar konusunda ülkede farkındalık yaratmak üzere konferanslar düzenleyebilirler.
Adnan Oktar'ın The Jakarta Post'da (Endonezya) yayınlanan makalesi:
http://www.thejakartapost.com/news/2017/08/31/treating-others-way-you-want-be-treated.html